30 Eylül 2010 Perşembe

Avrupa Ligi Varan-2, Rapid Wien

Türk Futbolu’nun Avrupa'da kulüp düzeyindeki en başarılı sezonları 1999-2000 ve 1988-1989, Rapid Wien’le açılmıştır. Galatasaray 1988’de Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda kuradan Rapid Wien’i çekince, herkes yeni bir “yenildik, elendik ama ezilmedik” edebiyatına hazırdı. Mustafa Denizli bazılarını gıcık eden meşhur gülüşüyle “Rapid’i eleyeceğiz” dediğinde hassssta falan olmayasın esprisi yeni yeni yapılmaya başlanmıştı. Viyana’da B. Savaş’ın füzesi 2-1 gibi umutlu bir mağlubiyetle işi Ali Sami Yen’e taşıdı ve rövanşı 2-0 alan Galatasaray o sezon Çarşamba gecelerinin tek heyecanı olarak bu işi yarı finale kadar götürdü.

10 yıl sonra Şampiyonlar Ligi önelemesinde yine Rapid Wien’le başlayan Galatasaray’a, Viyana’da, Hagi’nin 40 metre sürüp sağ ayağıyla 90a “bıraktığı” zerafet kadar güzel “HAGI, HAGI, HAGI, HAGI” çığlıklarıyla Ercan Taner eşlik etmişti. O sezon 17 Mayıs 2000’de muhteşem sonuçlandı.

Bu girişten sonra Rapid Wien bu anlamda Türk Futbolu için bir şans diyerek devam etmek isterdim, ancak ufak bir araştırma olayın Beşiktaş boyutunu farklı kıldı. 1984-1985 sezonunda, Kupa Galipleri Kupasında Rapid Wien ilk turda Beşiktaş’ı elemiş ve o sezon kupada finale kadar çıkmış. Kuşkusuz dönemin ve Rapid tarihinin en önemli 2 futbolcusu Krankl ve Panenka bu başarının başrolündeydi.

Ancak eski Rapid Wien ile şimdiki arasında en az eski Beşiktaş’la şimdiki arasında olduğu kadar fark var. Gruptaki ilk rakip CSKA Sofya gibi Rapid Wien’de futbol kültürü olan ama eski ihtişamından eser kalmamış bir takım halinde.

Takımdaki en önemli yıldızları Nuhiu, Veli Kavlak ve Steffen Hoffman. Bunlar dışında dikkat edilecek oyuncular yine bizden, Yasin Pehlivan ve Muhammet İldiz. Tanınma anlamında tek oyuncuları olan Vennegoor of Hesselink PSV günlerinden bir hayli uzakta. 5-4-1 şeklinde savunmaya dönük, kontra atak oynuyorlar.

Ultras Rapid adlı bir tribün grupları var ve amblemleri Kızılderili reisinin kafası.

Rapid Wien forumlarında yaptığım gezintide Almanca’ya hakim arkadaşlarımın büyük katkılarıyla “Beraberlik harika sonuç, umarım yedek takımlarıyla çıkarlar, kendi evimizde fark yemeyelim” şeklinde içaçıcı yorumlar okudum. Normal şartlarda Beşiktaş’ın kazanması gereken bir maç olduğu konusunda herkes hemfikir.

Ancak futbolun esas güzelliği, anormal şartları yaşatabilmesidir. Beşiktaş rakibin direncini kırmak için, klasik gol kaçırma hastalığına tutulmadan, ilk 20 dakikada golü bulursa şartlar normale döner. Ancak kızılderililerin totemleri tutarsa o zaman canımız biraz sıkılabilir.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Glasgow Rangers-Bursaspor

Söze gerek yok. Formayı hisset yeter.
Başarılar Bursaspor

I WILL BE BACK!

Arnıld hava civa, Aragorn hikaye! Efsane geri dönüyor. Daum’un Günlükleri 5lemesi!

Radyospor’a konuşan eski (2) Beşiktaş ve (2) Fenerbahçe Teknik Direktörü Christoph Daum “Fenerbahçe taraftarı için yapabileceğim ne varsa bunu her zaman yapacağım” dedi. Fenerbahçeliler adına konuşmak haddim değil ama, yapabileceği en iyi şey, milyonlarca insanın burnundan gelen yaz tatili için, çalışmadan aldığı 2 senelik tazminatı tazminat olarak ödemesi olabilir. Gerçi herkese bir çay parası düşüyor, ama en azından çay harareti alır!

Yıldırımlı havalarda herşey mümkün olabilse de, Daum’un Fenerbahçe ve Beşiktaş’a bir daha dönebilmesinin zor olduğunu düşünüyorum.

Röportajın devamında bundan 1,5 ay önce Galatasaray- dan teklif alıp almadığının sorulması üzerine “Ben asla bu konuda konuşmam; çünkü bu çok özel bir konu” diyen Alman teknik adam, “Bir gün Türkiye’ye teknik direktör olarak dönecek misiniz?” sorusuna ise, “Her nasıl olursa olsun mükemmel bir zamanda tekrar Türkiye’ye döneceğime eminim” cevabını verdi.

Tercüman yanlışlıklarını sıkça yaşadığımız günlerde, zayıf Almancamla ben doğru çevirisini yapayım. “Büyüklerden biri teknik direktör krizine girdiği mükemmel bir zamanda –ki buna en yakın Galatasaray duruyor- başında en az 2 olan 7 haneli, bol tazminat soslu bir sözleşmeyle geri geleceğim.”

Akıllı adamdır Herr Daum. Geri döneceğine en az Hakan Şükür’ün Spor Bakanı olacağına emin olduğum kadar eminim.

Şimdiden “hayır”lı olsun

28 Eylül 2010 Salı

Fenerbahçe 1988-1989


Rize'ye atılan 5 golle başlamıştı bu macera. Rıdvan sadece 1 gol atmıştı o maçta ama sol taraftan öyle bir depar atttı ki aklımda Aykut'un attığı 4 gol değil, sadece o gol kaldı.

103 gollü efsane Fenerbahçe kadrosu, 6 golün şerefine...

Tony Schumacher, Oğuz Çetin, Şenol Ustaömeroğlu, Hasan Vezir, Turhan Sofuoğlu, Nezihi Tosuncuk, Müjdat Yetkiner, Hakan Tecimer, İsmail Kartal, Aykut Kocaman, Rıdvan Dilmen

Dualar Jes Hogh İçin

Türk Futbolu’na savunmadan pasla çıkmayı öğreten adam, Fenerbahçe'nin efsane oyuncularından Jes Hogh, ne yazık ki ölümü bekliyor. Doktorunun açıklamasına göre, 2 yıl önce beyninde oluşan kan pıhtısı nedeniyle artık konuşamıyor ve yürüyemiyor. Yine doktoru buna neden olan etkenin Hogh’un toplara fazlaca kafa vurması olduğunu söyledi.

Böyle durumlarda ne söyleceğimi bilmem, hatta ne düşüneceğimi bile bilmem. Sakatlamak değil, savunma futbolunun sanatını icra eden, Türk Futbolu’na katkı yapan, “bizden” olan yabancılardan biridir Hogh. Bir figürdür, efsanedir.

Son halinin resmini koymak istemedim. Hayatının son günlerinde karısı tarafından da terkedilmiş. Umarım sevenleri tarafından da terkedilmez. Ulaşabileceğimiz bir adres, mail adresi ya da en azından "buradayız" diyeceğimiz bir kontak aradım ancak şu ana kadar bulamadım. Bulursam yine buradan yayınlayacağım.

İ) Resim, klasikfutbol.blogspot.com’dan alınmıştır.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Akıcı Futbol Böyle Olur

Yağmurlu Havada Oynamayı Kim Sevmez?

Biraz yağmur çiseleyecek, saha biraz ağırlaşacak, mücadele zorlaşacak, formada çamur izleri artacak, damlalar yüzünden terle karışık akacak…

Girişi bu kadar şiirselleştirmemim sebebi, yağmurlu havada futbol oynamanın ben de yarattığı duygu “seli”dir. Ancak tabi herşeyin bir kararı vardır, fazlası zarardır...mı?


Geçtiğimiz sezon Beşiktaş-Bursaspor maçında buna benzer görüntüler görmüştük. Buradaki tek fark Bourton’daki bu maçın gerçekten suyun içinde oynanması.


100 yıldan fazla bir süre her yıl 30 Ağustosta Bourton’ın yerel takımı olan Bourton Rovers F.C.’nin oyuncuları 6’şardan 2 takım halinde Windrush nehrinin çimlerine…pardon sularına çıkıyor. 1000’den fazla izleyici su geçirmez kıyafetleriyle bu geleneğe tanık oluyor.













Yere Yatsana...

Sevmiyorum.

Yere yatan takımları sevmiyorum. Çünkü futboldan çalıyorlar. “Yarın yine borçlarım olacak ama bu gece kral benim” diyen Napolililerdenim ben. Gecelik krallığı çalmasınlar. Bobo’ya tahtımı koruduğu için teşekkür ediyor, Ernst’i baş vezirim yapıyorum.

İ.B.Belediye’yi de bu anlamda tebrik ediyorum. Galatasaray karşısında futbol oynamaya çalıştılar. Tabi Baroş’un da bu durumda etkisi var. Umarım aynı “olumlu” futbolu diğer derbilerde de görürüz.

Yere yatmak diyince.

Hakemlerin yapması gereken bu. Başka türlü dikkat çekemeyecekler. Otto Bariç yere yatmıştı mesela, olay olmuştu. Yanından ayran bardağı, plastik şişe süzülerek geçen oyuncuların Tony Montana edasıyla yere düştüğünü de gördük, günlerce ayıplandı.

Gaziantepspor-Bursaspor maçında yaşananların hala utanç olduğu, hala bu ülkede “futbolsever” tanımının hatalı olduğu, güvenlik önlemlerinin yetersiz, cezaların caydırıcılıktan çok uzak olduğu gerçeği, yine yeniden, açık seçik yüzümüze tükürürken, kamuoyundaki bu yarabbi şükür tavrı gerçekten daha çok canımızı acıtıyor. Köşe yazarları ve eski hakemlerin çoğu ligimizin en cesur ve iyi hakemlerinden Deniz Çoban’ı eleştirmekle meşgul. Yine gazetelerde yazdığına göre Beşiktaş hariç 17 kulüp Bursaspor’a 3 puan verilmemesi için başvurmuş. Aynı haberi kopyaladıkları için gazeteler farketmemiş olacaklar ki, Beşiktaş hariç 17 takım başvurmuşsa Bursaspor’un da bu başvurunun içinde yer aldığı ortaya çıkar -ki umarım böyle birşey yoktur-. Doğru olarak –Bursaspor, Beşiktaş hariç- 16 takımla gerçekleştirilen bu birliğin mantığı nedir?

Soruyorum;

Eğer Bursaspor şampiyon olmasa ve şu an 6 da 6 yapmasa böyle bir birlik gerçekleşir miydi?

Bursaspor’a karşı gerçekleştirilen bu birlik önce Türk Futbolu’na sonra Anadolu Kulüpleri’ne zarar değil mi?

Bu gerçeği bile bile tüm Anadolu Kulüpleri’nin Bursaspor’a (aslında kendilerine) “karşı” aldığı bu tavır, bu kulüplerin öz irade ile aldığı bir karar mıdır? Değilse, kimlerin iradesi ile bu kulüpler yönlenmektedir?

Bu birlik, tribünlerdeki bu teröre ilişkin bir yasa önerisi de sunuyor mu?

İtalya’da liglerin tatil edilmesi bile gündeme gelmiş, Spor Bakanı’nın “Adam gibi izlemeyi öğrenene kadar maç izleyemeyecekler” cümlesi döneme damga vurmuştu. Bizim Spor Bakanımız bu konuda ne yapacak?

Bursa’ya 3 puan verilmezse olaylar çözülecek mi?

Bu olaylar neden şampiyonluğa oynayan Anadolu Takımları’nın ( 2 sezon önce Sivas, geçen sezon Bursa) başına geliyor?


Bu atma hadisesi ile ilgili en “OHA” olay, Ankaraspor-Beşiktaş maçında Tello’ya atılan logar kapağıydı. Bildiğimiz kanalizasyonların girişinde kullanılan logar kapağı. Şililiye gelse kesin bir tarafını kopartır. Allah’tan gelmedi Tello şimdi Eskişehir’de hayatına devam ediyor. O stada o kapağı sokan ve itinayla atan “futbolsever” de eminim bir yerlerde yaşıyor ve her maça gitmeden önce bu olayı anlatırken diğer futbolsever arkadaşlarıyla zarıl zarıl gülüyordur.

Bitirmeden tekrar yere yatma hadisesine bir dokunayım. Premier League’de Blackpool, West Ham gibi takımlar paşa paşa 5-6 tane yiyor ve futbol oynamaya çalışıyor. Maçın 5 . dakikasında kimse yatmıyor. Nedeni, ligin marka değeri. İngiltere Ligi geçen sezon 800 milyon avro katma değer yaratmış. Standart bir Premier League maçında oyun neredeyse hiç durmuyor. 7 gol yiyorlar ama futboldan çalmıyorlar. Ortada oynanan oyunun adı futbol olunca gelirler artıyor.

Bizim Süper Ligimizde ise “profesyonelce zaman geçirme”lerden oyun duruyor, soğuyor, sinirler geriliyor. Ama özellikle hakemlikten emekli cesur yorumcularımız, maçların sıkıcı olduğunu eleştirirken yatanları aldığı puan ya da puanlar için abarta abarta kutluyor.

Yere yatmanın profesyonelliğin gereği sayıldığı bir ortamda Muharrem Yılmaz’a ve –O’nun nezdinde tüm hakemlerimize- geçmiş olsun dileklerimden sonra yere yatmasını öneriyorum.

Belki o zaman dikkat çekebilir.

22 Eylül 2010 Çarşamba

10 Meşhur Gözyaşı

10-Kaybedilen Şampiyonlar Ligi Finali, John Terry ve yağmur.Bu kadar romantik olur.


9-Avrupa Şampiyonuyum derken önce 90+3 te Wiltord, sonra uzatmalarda Trezeguet’in golleriyle yıkılan İtalya’nın görüntüsü, Francesco Totti.


8-Fakir ama gururlu Kuzey Kore’nin 2010 Dünya Kupası simgesi. Jong Tae-se Milli marş esnasında milli duygularına hakim olamıyor

7-17 yaşında ve dünya şampiyonu. Dünya Pele’yi 1958’de attığı gollerle tanırken O kupanın sevincini çocuksu gözyaşlarıyla kutluyordu.



6-Kendi saha ve seyircisi önünde. 19 yaşında geleceğin yıldızı kariyerine genç yaşta Avrupa Şampiyonluğu eklemek istiyor. Ama Yunanistan duvarına çarpıyor.


5-İnglizleri Gazzamania yapan an. 1990 Dünya Kupası Yarı Finali, Gascoigne sarı kart görüyor ve finalde oynama şansı kalmıyor. O an o dakikada tüm maç durmuştu sanki. Herkes susmuştu. Paul Gascoigne formasını ısıra ısıra ağlıyordu



4-Inter müthiş bir oyunla Bayern Münih’i 2-0 yenmiş ve Avrupa’nın en büyüğü olmuş. Jose Mourinho’nun artık Real Madrid’e gideceği kesin. Şöförü arabayı gururla sürerken Jose birden duvar dibinde Materazzi’yi başı önde görüyor ve dur emri veriyor. Sertçe fren yapan arabadan koşar adımlarla oyuncusunun yanına gidiyor. Oyuncu ve hoca dakikalarca birbirlerine sarılıp gözyaşlarıyla veda ediyorlar.



3-Dünya Kupalarında hiçbir Afrika takımı yarı finale çıkmamıştı. 119. Dakikada bu fırsat Ganalı Gyan’ın ayağına geldi. Kazanılan penaltıyı üstten dışarı atan Gyan dakikalarca yerden kalkmadı.


2-Futbolun en ünlü dramalarından. Yaklaşık 1.5 yıllık bir sakatlık döneminden sonra ilk kez sahaya çıkan Ronaldo, oyuna girdikten 7 dakika sonra meşhur çalımını atarken acı içinde yere yığılıyor. O anı canlı yaşayan herkesi ağlatan bir pozisyon.


1-İtalya 90 Kupa seremonisi. Ancak çok az gazeteci kupayı havalara kaldıran, öpen Almanları çekiyor. Tüm gazeteciler bu kupa sevincinin 30 metre gerisinde bir yuvarlak oluşturmuş deklanşöre heyecanlı heyecanlı basıyor. Ortada ufak tefek bir adam var. Diego Armando Maradona. Ve İtalya 90’ın en meşhur hatırasını bırakıyor, gözyaşlarıyla.

Mucize ve Trajedi nedir?


1998-1999 Şampiyonlar Ligi Finali'dir.

21 Eylül 2010 Salı

Alan Brown der ki...



"Futbol, yaradılıştaki en büyük şeydir. "izm" ile isimlendireceğiniz tüm şeylerden daha büyüktür."

Sunderland'ın efsane teknik direktörü Alan Brown.

Bu nedenle futbol oynamaya çalışan takımları, sonuç odaklı tekmecilerden daha çok seviyoruz. Toprağın bol olsun Alan Brown

Ender Gelişen Osasuna Atakları

Aşağıdaki yazı Eray SAYDAM tarafından FHM dergisinde kaleme alınmıştır. Okuduğum en güzel yazılardan biridir. Uzun zaman sonra tekrar aklıma geldi. Okumayan varsa buyursun.

Ender Gelişen Osasuna Atakları

yaşım 32.annemle yaşıyorum.babam da var,ama o oturma odasında yaşıyor.annemle ben salondayız.bir bankada orta kademede çalışıyorum.hiç sevgilim olmadı.bir keresinde,üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım.okul çikışları yürürdük.dünyayı konuşurduk,sevgiyi konuşurduk,birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk.iki kez de sinemaya gitmiştik.biri forget paris öteki de braveheart.geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm.sabahları uyandığımda akılma gelen ilk o olurdu.okul partisinde onu cem'le öpüşürken gördüm,sonra...

gittiğim ilk maç fenerbahçe-beşiktaş arasındaydı.1979 yılıydı galiba.süleyman'ın cemil'i marke ettiği maçtı.sahadaki tek sarışın süleyman'dı,ben de beşiktaş'ı tutmaya karar verdim.insanlar cemil turan,lefter, metin oktay,şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar.ben gidip adı sanı bilinmeyen,şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş'ı tuttum.bir de çocukken trt'de ilker yasin'in sunduğu avrupa'dan futbol programını hiç kaçırmazdım.ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı.hala var.osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı.ve ilker yasin sürekli '' ender gelişen osasuna atakları'' diyip dururdu.osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa'da tuttuğum takım oldu.aynı dönemde liverpool,bayern,nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken,ben osasuna sempatizanı olmuştum.

okuduğum bütün okulları birincilikle bitiridim.bu çok istediğimden olmadı.yapacak daha iyi bi'şeyim yoktu.hep ders çalıştım.futbolcu olmak isterdim ama mahallede beni pek takıma almazlardı.zaten çok yeteneksizdim.beden derslerini de hiç sevmezdim.uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı.beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti.herkes çok gülmüştü.ben de çok gülmüştüm.masa tenisinde kimse yenemiyordu ama...

çok arkadaşım yok.liseden bahadır var.o da amerika'da şimdi.sürekli çağırıyor,ama gidemem.uçaktan çok korkuyorum.yalnızlık gibi bir sorunum yok.insanlar beni seviyor.ama sadece o kadar.oraya buraya pek çağırmıyorlar.şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten.çok kitap okuyorum ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış.bunu bir yerde okumuştum.bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba.çok emin değilim ama,içiniz boşalmıyormuş.bunu da bir yerde okumuştum.içiniz boşalmıyor...yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz.yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor.çocukken nasıl baktıysanız,hayat boyu öyle bakıyorsunuz.ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu.öyle sevişmek için falan değil,birlikte bi'sürü şey yapmak için.ne biliim,birlikte yemek yapardık,masa tenisi oynardık,kim 500 milyar ister'i birlikte izlerdik.erenköy sahilide yürürdük.işte böyle şeyler.bi'de bol bol konuşurduk.

benden yazmamı istediler.yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki.ısrar ettiler...peki yazıyim de ne yazıyim? kendini yaz,yaşadıklarını yaz dediler.içimden ''yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir,başka bir halta yaramazlar'' demek geldi.sonra düşündüm,herkesin herşeyi bildiği bir ülkede,bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye... birileri okur mu diye merak ettim,neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı

20 Eylül 2010 Pazartesi

Fenerbahçe:9 Beşiktaş:8, Kazanan Beşiktaş

Goller dahil, net gol pozisyon sayıları Fenerbahçe:9 Beşiktaş:8 şeklinde.

Şu cümleyi artık her yazının başına koyacağım;

“Yenilgi önemli değil, şanssızlık olur, bireysel hata olur yine yenilirsiniz, ama ortada bir sistem, anlayış görememek yenilgiden daha önemlidir. Şansla 1-2 kere kaybedersiniz, sistemsizlikle 1-2 kere şans eseri kazanabilirsiniz.”

Aşağıdaki istatistikleri incelediğimizde Beşiktaş’ın yapmak istediklerini herşeye rağmen sahaya yansıtabildiği görüyoruz.

Beşiktaş futbol felsefesini verimli kullanamadı. Bunun da nedeni, henüz biri kalede olmak üzere, 30. dakikada 2 oyuncu değişiklik hakkının zorunlu olarak kullanılmasıydı. Normal şartlarda Schuster kulübeyi de maça dahil eden ve oyuna sonradan dahil ettiği oyuncularla maçın gidişatını ve takımın genel temposunu çok iyi ayarlayan bir hoca. Bu doğrultuda, Nihat-Tabata, Aurelio-Necip ve skora göre Nobre ya da Ernst yerine Bobo değişikliği zaten kadrolar açıklanınca öngörüldü. (Nihat konusunda ayrı bir yazı yazacağım) Ancak devre bittiğinde Schuster’in elinde tek kurşun kalmıştı. O kurşunu da en doğru şekilde hedefe kullandı. Beşiktaş dün maçı kaybedebilirdi, kazanadabilirdi. Bu çok da önemli değil, ligin daha başı. Uzun vadede Beşiktaş’ın kazançları 3 puandan çok daha fazla. Schuster’in futbol felesefesi her maçta biraz daha kavrıyor Beşiktaş’ı. Beşiktaş sisteme, sistem Beşiktaş’a gün geçtikçe daha fazla alışıyor. Zaman Beşiktaş’ın lehine işliyor.

Yukarıdaki tablo da bize bunu anlatıyor.

İşte bu nedenle Fenerbahçe’yi sona bıraktım. Fenerbahçe Yönetimi’nin son 4-5 yıldaki en önemli politikası ne olursa olsun, özellikle de içerideki derbilerde maçı kazanmak. Fenerbahçe camia olarak buna çok önem veriyor. Medyada işin psikolojik yönü rakiplere karşı çok iyi kullanılıyor. Sorun da burada başlıyor. Kazanılan derbiler asıl sorunların üzerini örtüyor. Fenerbahçe Taraftarı kandırılıyor yorumlarını yaptığımızda Fenerbahçeli dostlarımız kızıyor(du). Ancak derbiler sadece prestij meselesidir. Geçen sene Beşiktaş, Fenerbahçe’yi 3-0 yendi, ligi 4. sırada bitirdi. İki sene önce Fenerbahçe’ye 2 kez yenildi şampiyon oldu. 100 yıl öncede Fenerbahçe, Beşiktaş ile oynuyordu, 100 yıl sonra da oynayacak.

Dün Fenerbahçe kazanabilirdi, 3-4 tane atabilirdi, ama ne olacaktı? Daum’u gönderen Fenerbahçe’de değişen ne? Dün Fenerbahçe ne oynadı? Kayseri maçında ne oynadı? 4’er attığı Manisa, Antalya maçlarında ne oynadı? Hücum futbol, savunma futbolu, total futbol, kanat, kontraatak, karma...v.s

Anlayamadığım bir futbol anlayışı veya göremediğim bir sistem varsa okuyucudan özür dilerim.

Asıl sorun budur. Türkiye’nin en iyi kadrosuna sahip takımın futbol düşüncesi nedir?

Yoksa Niang’ın, Emre’nin, Alex’in futbolu lige keyif katmaktadır, bu ayrı bir konu.

Ama suçlu Aykut mudur?

Şöyle sorayım;

Suçlu Daum mudur?

Suçlu Aragones midir?

Baroni midir, Güiza mıdır?

Bunlar “ufak” sorunlardır. 2-3 ayda, bilemedin 1 yılda çözülecek sorunlardır.

Asıl sorun bellidir.

Kral çıplaktır.

Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı, Trabzon’u son 10 yılda, bilmem kaç kez yenmiş olmak kralın üzerine örtmemelidir.

Zaman Fenerbahçe’nin aleyhine işlemektedir.


Maçın Adamı Guti Hernandez

Futbolun sanatla buluşması. Sergen’den sonra sol ayak kıtlığı yaşayan Beşiktaş çölünde Ertem Şener’e saygılarımızı sunarak “vaha” etkisi yaptı. Topla buluşma sayısı 91, olumlu pası 78 (yaklaşık%86). Derbide en ne yaptığını bilen oyuncu olarak izleyenlere keyif verdi.


17 Eylül 2010 Cuma

Süleyman Seba’nın Fenerbahçe’ye "Karşı" Duruşu


Şeref Bey’de harika bir buluşma vardı.

Güzel bir kalabalık, hoş bayanlar, saldıran bir takım, futbolu Salvador Dali çizgisinde ruhani bir çizgide düşünen Guti. 1 saat sonra Sarı Melek, Q7’siz olmaz dedi O’nu da davet etti. Bulgar misafirlerimiz de var. Fabian’ın keli şöleni parlattı iyice.

Ama bu yetmedi demek ki tribünler bu eğlenceye alakası yokken Fenerbahçe ve validesini de çağırdı.

Son 5-6 yılda küresel ısınma yemiş Grönland karakteri sergileyen Beşiktaşlı Duruşu'nun bu tutumu karşısında aklıma Türk Futbol tarihinin en müthiş olaylarından biri geldi. Süleyman Seba, Ali Şen’e küfür edilmesini önlemek için tribünlerde maç izlemişti. Atkısıyla, paltosuyla, Beşiktaşlılığıyla dimdik ayakta Kapalı’daydı.

Ve o tribünler bir daha Ali Şen’e küfür etmedi.

Kulakları 50 metre öteden bile çınlayan Demirören’in bugün böyle bir organizasyona katılması mümkün değil.

Tutup herkese sorsan küfüre karşı mısınız diye %95 evet der.

Peki maçlara sadece %5 mi gidiyor?

Beşiktaş Üzmüyor, Çimler Üzüyor


Nasreddin Hoca’nın çıktığı bu kültür ve topraklar nedense sanki aynı insanları çıkarmayı unuttu. Her yanlışı testi kırıldıktan sonra “ele almayı” aklına getiren, yumurta kapıya dayanınca harekete geçen bir toplum olarak belli ki bu sezonun en değerli yatırımları olan Quaresma ve Guti’nin her yerinden toprak fışkıran o sahada bileği döndüğünde aklımız başımıza gelecek. Bakalım Ferrari’nin sakatlığı bir dürtme olacak mı?

Real Madrid geçtiğimiz günlerde sırf bu zemin problemi için Arsenal’den Paul Burgess’i transfer etti. (http://olefutbol.blogspot.com/2010/09/real-madridin-son-transferi.html). Sahalarımızda fışkıran toprak yerine, ayağa kaldıran çalımlar görmek istiyorsak artık İngiltere’de “Groundsman” denilen bu tip profesyonel isimlerin Türk Futbolu’na da transfer olması şart.

Tahmin ettiğimiz gibi Schuster, daha az oynayan oyuncularına şans verdi. Schuster’in takıma yaptığı en büyük katkı bu. Herkes hazır olmak zorunda, çünkü her an herkes oynayabilir. Özellikle hücum bölgesinde satılık listesinin başında bulunan Holosko ve Hilbert için bu durum kendilerini gösterebilmeleri açısından bir avantajdı.

Rakibin tekme değil de, futbol oynamaya çalışması futbol adına da Beşiktaş adına da avantaj olsa da, Beşiktaş ilk yarıda rakip kale önünde daha çok sahayla mücadele etti. 60. dakikadan sonra ise Quaresma ve Bobo değişikliğiyle rakip sahaya yığıldı. Bunlar zaten beklenilen, bilinen, görülen noktalar. Önemli olan Beşiktaş’ın oynamaya çalıştığı felsefeyi her geçen gün, her kadrosuyla iyi-kötü uygulamaya koyması. Dünkü maç bir kaza topuyla kaybediledebilirdi, ancak hep yazdığım, anlatmaya çalıştığım konu şu “Yenilgi önemli değil, şanssızlık olur, bireysel hata olur yine yenilirsiniz, ama ortada bir sistem, anlayış görememek yenilgiden daha önemlidir. Şansla 1-2 kere kaybedersiniz, sistemsizlikle 1-2 kere şans eseri kazanabilirsiniz.” Beşiktaş güzel bir futbol felsefesine doğru adım adım ilerliyor.

Bunlar dışında maç içinde dikkat edilecek konular olarak naçizane düşüncelerim Ekrem ile Ernst’in anlamsız oyun kurma çabaları ve bu hatalı kararların başta Guti olmak üzere takımı yorması, Hilbert’in çekingenliğini üstünden attığında olumlu işler yapması, ama maçın çoğunluğunda henüz bu ürkek ceylan görüntüsünü üzerinden atamaması ve Holosko’nun her tercihi yanlış kullanmasının, dünkü maç için eksi hanesine yazılacaklar olduğudur. Bu sorunların takıma yansıyan en gözle görülür sonucu Nobre’nin geçen sezon ki gibi orta sahaya gelmekten ceza sahasında topla buluşamamasıydı. Maçtan önce Tabata ilk kez tribüne çağrılmanın etkisiyle golü çok istedi, çok çabaladı ama O’nun da oynadığı alan köy yolu kalitesinde olunca top kontrolünde sıkıntı yaşadı.

Maçın Adamı: İbrahim Üzülmez

İyi oynamasında değil gözüm, hala pes etmiyor, hala ısırıyor, hala istiyor. Deli gibi çalışıyor, orta yapıyor, foul alıyor. Scholes’u, Seedorf’u nasıl hayranlıkla izliyorsam, hala aç olmalarına hayat felsefeleri yüklüyorsam, İbrahim’i de kalbimin aynı yerine koyuyorum. Beşiktaş’ın efsane oyuncuları arasındaki yerini çoktan aldı.

Saygılar Kaptan’a...


i)Başlıktaki fotoğraf www.sporx.com'dan alıntıdır.

16 Eylül 2010 Perşembe

Trabzonspor 1976-77


Açıkçası muhteşem futbol, bireysel ayakların keyfi, Avni Aker'in harika tribünleri ve 6-1 lik cüsseli bir skoru yazmak istiyorum 2 gündür. Ne anlatmak istediğimi hissediyor ama dökemiyordum, "büyük ruh" dürttü beni.

Efsane geri dönüyor...

Avrupa Ligi Varan-1, CSKA Sofya


CSKA Her eski doğu bloku ülkesinde olduğu gibi o takımın orduya ait olduğunun kısaltmasıdır. Tabi Sovyetler’in dağılmasından sonra bu aidiyet zayıflasa hatta kalksa da, isimler değişmedi.

1948’de kurulan kulüp, kurulduğu yıl da dahil olmak üzere geçen 62 yıllık sürede 31 kez şampiyon olarak, Bulgaristan’ın tartışmasız en başarılı takımıdır.

Dimitar Penev, Emil Kostadinov, Lyuboslav Penev gibi tarihe geçen oyuncularının dışında kuşkusuz en ünlü oyuncusu Hristo Stoichkov’dur. Özellikle 90lı yıllarda çıkışa geçen ve 1994’te Dünya Kupası 4.sü olan takımın temeli CSKA Sofya kökenli oyunculardan oluşmuştur.

En önemli rakipleri Levski’dir ve Sofya derbileri bizim sahada görmek istemediğiniz her türlü olay, tezahürat ve pankart içermektedir. Taraftar gruplarından biri de SS Front isimli dazlak ırkçı ve kendilerine “bira iç, seviş ve savaş” sloganını rehber edinmiş bir gruptur.

Aşağıdaki pankartta “Levski sizin herşeyiniz, çünkü karılarınız bizimle sevişiyor “ yazıyor

(tercüme ve foto ultrasmovement.blogspot.comdan alıntıdır)


Eski doğu bloku ülkeleri futbol takımları için kullanılan klasik bir tanımlama ile “eski günlerini arayan” CSKA Sofya’nın bu sezonki en önemli transferi Celtic’de 4 sezon da toplam 19 kez forma giyen Cillian Sheridan. Bu oyuncu için yaptığım araştırmada Celtic taraftarları üzerinde bir Serdar Özkan etkisi bıraktığını gördüm. Büyük umutlarla A takıma alınmış, iyi bir başlangıç yapmış. Ancak 4 sene sonra Sofya’ya giderken Celtic forumlarında yapılan yorumları topladığımda olayı özetleyen yorum şu oldu;

“Kendine Celtic oyuncusu mu diyorsun? Ya da –daha doğrusu- kendine futbolcu mu diyorsun?”

Özellikle son paragraftan sonra küçümseme gibi bir düşünce akıllara gelmesin. Zira ağır ve sert bir savunma yapması hemen hemen kesin olan CSKA’nın bu yapısına Şeref Bey’in de zemininin durumu eklendiğinde ortaya “sakat” bir maç çıkma olasılığı mevcut. Hafta sonu Kadıköy’de oynanacak derbiyi de hesaba katarsak bu akşam Hilbert, Aurelio, Ersan ve Nobre’yi -hatta Fink’i- sahada, Quaresma, Guti, Necip, Bobo gibi isimleri kulübede görebiliriz.

Normal şartlarda Beşiktaş’ın kazanacağı bir maç olsa da Türk Futbolu’nun anormal şartlara müsait olduğu gerçeği bize temkini elden bırakmamanın her halükarda iyi olduğunu hatırlatıyor.

Son olarak Bulgar ekibinin Avrupa Sahnesi’ndeki “en”leri ile kapanışı yapalım.

En Farklı Galibiyetler

- CSKA Sofya-Dinamo Bükreş:8-1, 1956-57 Şampiyon Kulüpler Kupası (Bu andan sonra Steaua Bükreş ile kardeş takım oldular)

- CSKA Sofya-Portadown:5-0, 1999-2000 UEFA Kupası

- CSKA Sofya-FC Haka:9-0, 1970-71 Kupa Galipleri Kupası

En Farklı Mağlubiyetler

- Vasas Budapest-CSKA Sofya:6-1, 1957-58 Şampiyon Kulüpler Kupası

- Juventus-CSKA Sofya:5-1, 1994-95 UEFA Kupası

- Borussia Dortmund-- CSKA Sofya:3-0, 1965-66 Kupa Galipleri Kupası


i) Başlıktaki resim one-minute-later.blogspot.com’dan alıntıdır.

ii) http://www.cska.net/ sitesinde CSKA Sofya ile ilgili daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz.

15 Eylül 2010 Çarşamba

LİGİMİZE LAZIM-1, Artem Milevskiy



Tam adı Artem Volodymyrovych Milevskiy.

Yıllardır hedefi şampiyonluk olandan, küme düşmemeye kadar bütün takımların teknik direktörlerinin ya da “hocamızın verdiği direktif doğrultusunda” diye röportaja başlayan futbol şube sorumlusunun, transfer komitesi başkanının söylediği ilk cümle, uzun boylu yıpratıcı bir golcü arayışında olduklarıdır. Bu nedenle LİGİMİZE LAZIM serisinin ilk bölümünü Milevskiy’e ayırdım.

Yıllardır bulunamayan bu gizemli oyuncu sonunda Dinamo Kiev’de ortaya çıktı. Aslında son 2 sezon önce parladı, ama artık gözümüzü alıyor. Milevskiy’e ilk baktığınızda göreceğiniz 1.90 boyunda bir kuzeyli oluşudur. Dolayısıyla kendisinden beklenecek derecede güçlü, sert ve disiplinlidir. Kendisinden beklenmeyecek özellikler ise teknik, sürat ve beceridir. Zaten O’nu farklı kılan da bu özelliklere sahip olması. Bu özelliklere vurgu yapmak istercesine 10 numaralı formayı giyiyor.

Benzetme yaparsak, Berbatov’un hızlısı olarak da nitelendirilebilecek 24 yaşındaki oyuncu yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı Dinamo Kiev’de -bu fizikle- yardımcı forvet oynuyor. Bu nedenle de Dinamo Kiev diziliş anlamında 4-4-2’den 4-5-1’e hatta 4-3-1-2’ye maç içinde dahi değişebiliyor. Artem, bu değişken yapıdaki en önemli taş vazifesi görevinde çok başarılı. Fiziğinden -ve hava hakimiyetinden- dolayı merkez golcü, yeteneklerinden dolayı yardımcı forvet oynayabilmesi, orta sahaya gelip pas yapabilmesi, ayağında top tutabilme becerisi ile Andriy Shevchenko ve/veya Andriy Yarmolenko ile D.Kiev’e, gol sorunu konusunu çoktan unutturmuş durumda.

2006 U-21 Avrupa Şampiyonası’nda 2-1 kazandıkları Hollanda maçında ilk kez sahne alan attığı Panenka stili penaltıyla dikkati çeken genç Milevskiy’e o günlerde PSV talip olmuş ancak transfer gerçekleşmemişti.


Daha sonra bu konuda uzman haline geldi.



Özetle 9 numara bir 10 numara olan Milevskiy yaklaşık 12-13 milyon avroluk bir maliyetle ligimizde şampiyonluk iddiasındaki her takımda fark yaratabilecek bir yetenek. Bu paraların kimlere verildiği düşünülürse Liverpool menajeri Roy Hodgson’ın da izlediği bir oyuncu için normal bir rakam. 2-3 sene içerisinde ticari olarak da getiri sağlayabilecek bir oyuncu.

Büyük bir olasılıkla bu sezon Ukrayna’daki son sezonu olacak. 24 yaşındaki Milevskiy artık Ukrayna’dan çıkış arıyor ve Türkiye bu çıkış için uygun bir durak olabilir.

Alttaki videonun 3. dakikası için şimdiden dikkat:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...