29 Haziran 2010 Salı

Jabulani Çizgiyi Aştı


Almanlar İngilizleri sevmez denir. Bu kupada iyice belli oldu. ‘Hello’ diyene 4 atıyorlar.

Yok top çizgiyi geçmiş de İngilizlerin hakkı yenmiş. Almanlar bu çizgi muhabbetine koskoca kupayı kaybettiler. Kupa kaldırırken iyiydi,şimdi ‘hakem golümüzü yedi Evin Ana’ muhabbeti olmuyor. Hem de dünyanın en iyi teknik direktörü varken başında hiç olmuyor.

Maçta yaptığı hatalarla sonucu belirleyen John Terry de sanırım bu travmanın etkisiyle bir süre artık ‘yalnız’ uyuyacaktır. Yine de her ihtimale karşı takım arkadaşları ‘eşlerini alıp’ başka bir kıtada tatil yapmalılar. Kupanın moral bozukluğunu belki bu şekilde atabilirler. Ya da Terry’i vurabilirler, gerek moral bozukluğunun getirdiği stres, gerekse yazamadığım diğer konulardaki sorunlar için başka çözümler de okurdan gelsin.

En az Terry kadar Meksikalı savunma oyuncuları da (ayrım yapmadan tümü) Meksika’nın elenmesinin baş sorumluları. O maç 3-0 dan bile dönebilirdi, dahası normal bir savunma ile yenebilirlerdi de. Muhteşem ofsaytı göremeyen yan hakem için diyecek birşeyim yok. Ben Jabulani’yi suçluyorum.

Artık herşey için Jabulani’yi suçluyorum ileri derecede gıcık kaptım.

Standart ayak içi şutların Şahi patlamışçasına yol almasından, kafa vuruşların bile kaleciye merhamet etmemesinden ve en çok da –ve en hüzünlü de- oyunun yönü 30 metrelik pasla değiştiğinde ters kanattaki oyuncunun yerden seken topu kontrol etmek için çaresizce sıçraması ve kafasının üzerinden –bazen de kafasına veya burnuna değerek- geçen belki de bir gol ortasının, top toplayıcı çocuğun peşinden koştuğu bir pozisyona dönmesine kızıyorum.

Topların daha sert gitmesi ve/veya sağa-sola ‘beklenmedik’ ani dönüşler yaparak kalecilere çaresizce poz verdirmelerinin futbolu daha zevkli hale getireceği nereden çıktı?

Teknik direktörlük de artık çok kolay.Orta sahaya bir Prekazi, ileriye de bir Hami al takıma, güzel bir takım elbise ile kenarda karizmatik poz ver. Onlar vursun Jabulani´ye şanın yürüsün.

Dünya kupaları bugüne kadar kendine has güzellikleri ile tarihe geçer, o güzelliklerle anılırdı. 1986’da Meksika Dalgası gibi

Bu dünya kupası ile Jabulani, Vuvuzela ve yorumcunun tarih olmasını dileyerek yazıma son veriyorum.

http://www.macadogru.com/news.php?news_id=1178

28 Haziran 2010 Pazartesi

Geçmişe, Mazi Derler



Romalı generaller çocuklarına Orpheus´un hikayesini anlatırlarmış.
´Futbol savaştır´ düşüncesine selam ederek biraz bahsedeyim Orpheus´tan.

Orpheus´un çok güzel sesi varmış ve çok güzel lir çalarmış. O kadar büyüleyiciymiş ki sesi bırakın insanları, O´nu dinleyen nehirler bile O´na doğru akar, ağaçlar O´na doğru eğilirmiş.

Ancak kader bu, Orpheus´un müziğinden bile çok sevdiği karısı ölmüş. Orpheus´ta karısını geri almak uğruna yeraltı dünyasına inmiş. Tabii ki en büyük silahı sesiymiş. Ruhların dünyasında ilerlerken o kadar güzel şarkılar söylemiş ki, O´nu dinleyen hiçbir ruh O´na zarar vermemiş. Sonunda Ölüler Diyarı, Kral Pluton´un sesi ile gürlemiş. ´Tamam Orpheus, teslim oluyoruz, karını vereceğim. Ancak bir şartım var.´ Orpheus çok sevinmiş ve şartı sormuş hemen. Pluton buyurmuş ´Her ikinizde Yeraltı Dünyası´ndan ışığa çıkana kadar, sevdiğin kadına bakmayacaksın. Ancak o zaman sevdiğin insan senin olur´

Orpheus sevinçle almış karısını ve yukarı doğru yola koyulmuş. Gitmiş, gitmiş, artık gün ışığını görmeye başlamış hafiften ve şefkatle, sevgiyle dönmüş karısına bakmış ve tam o anda da sonsuza dek kaybetmiş O´nu´

Bu hikayeyi anlattıktan sonra çocuklarına nasihat edermiş generaller. ´Her kim yukarı giden yolu, ışığın, huzurun ve gerçeğin yolunu aramak isterse her zaman ileri baksın. Bunları aramak için geriye bakanlar, geçmişi, kaybolmuş arkadaşlıkları ve aşkları arayanlar, karanlığa gömülmeye mahkumdur´

Beşiktaş özellikle 100. yılının ardından kötü yönetilmesinin acısını sürekli geçmişe bakarak ‘unutmaya çalıştı’. Bu da işleri daha kötü yaptı. Zira ortadaki yanlışlıklar sürekli ‘Beşiktaşlı Duruşu’ dolu cümlelerin altına süpürüldü. Çözüm arayışı yerine edebiyat yapıldı. Takım-Taraftar ve Yönetim arasındaki bağlar zarar gördü.

Sanıyorum artık kardeşlerimiz de Metin-Ali-Feyyaz’ın cenk hikayelerinden fazlasını istiyordur. Kendimi bazen Hababam Sınıfı fizik hocası Paşa Nuri gibi hissediyorum. ‘Metin sağdan topu aldı mı uçardı, Zeki bir vururdu topu göremezdik güm güm güm’

Bu çocukların artık kendi Rızalarını, Sametlerini, Gökhanlarını yaşamaya hakları var. Necip, Cumali, Orhan, Erkan, Sezer, Ali Kuçik hatta Muhammet, Kubilay işte bu duruma aday. Beşiktaş´ın geleceği ve gelecekteki efsaneleri bu isimler. Ve, bu isimler karanlığa gömülmekten kurtarır Beşiktaş´ı.

Beşiktaş Yönetimi hazır doğru işler yapmaya başlamışken bu konuyu da listesine eklesin. Beşiktaş Felsefesi’ni devam ettirecek ve Beşiktaşlı Duruşu’na ‘yeniden’ doğru anlamını verecek yapı budur.

Bu sese kulak verilirse başka hikaye dinlemeye de gerek yoktur.

http://www.macadogru.com/news.php?news_id=1139

17 Haziran 2010 Perşembe

Quaresma Forması


Derisi kızıl olanlar yüzyıllarca önce ‘Büyük ruh! Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım’ demişler ve muhteşem maneviyatlarını anlamaktan uzak derisi kızıl olmayan soluk benizliler tarafından yokedilmişlerdi. O zamandan beri Kuzey Amerika ve dünya daha kötü bir yer.

Biz de dünyanın daha iyi olduğu zamanların felsefesiyle yola çıkalım, soluk benizli mantığı futbolumuzu daha da soldurmasın.

Ezeli rekabet, özellikle son 6-7 yıldır, yöneticilerin ve başkanların büyük çabaları sonucu yerini düşmanlık, nefret ve türevi duygulara bıraktı. Rakibine bu duygularla yaklaşanlar, kendi kulüplerine de zarar vermeye başladılar.

Küfürü bitirdik diyenler stad yakıyor, duruşlarıyla övünenler adam dövdürüyor, saray terbiyesinden bahsedenler sahaya adam atıyor. Maddi zarar, işin görünen kısmı, asıl tehlike manevi zarar. O suçlu, ilk o başlattı, o benim saçımı çekti....v.s konusu değil bu.

Konu saygı konusu.

Atatürk’ün Yunan Bayrağı’na gösterdiği saygıdan bahsediyorum.

Ezeli rekabette birbirini kızdırmak vardır. Zekice espriler vardır, keyifli taşlamalar vardır, tartışmalar vardır ve zevklidir.

Ezeli rekabet ‘gelirse karda çıplak kayarım’ dediğin oyuncu rakibine transfer olduğunda da alkışlamaktır, delikanlı olmaktır. Başkasına terlik atarken kendi kapısının önünü görebilmektir.

Bugün Quaresma transferinin Aziz Yıldırım’a Ronaldinho’yu Fenerbahçeli yapmak için nasıl bir motivasyon verdiğini göremiyor musunuz? Ronaldinho gelirse, en az Quaresma’nın gelişi kadar sevinirim. Tıpkı Schuster’in gelişine en az Rijkaard’ın gelişi kadar sevindiğim gibi.

Quaresma’lı Beşiktaş’ı yenmek daha keyifli olmaz mı? Ronaldinho’lu Fenerbahçe’nin önünde ligi bitirmek daha zevkli olmaz mı?

Mehmet Topuz vs. Serdar Özkan mı? Quaresma vs. Ronaldinho mu? Hangisini izlemek istersiniz?

Standart bir transfer döneminde, büyük hoca, yıldız topçu...v.s diye sıradan adamları fahiş fiyatlarla önümüze sürüp, bize de ‘al sana yıldız, alkışla, maça gel, forma al’ derler. Bizler de salak yerine konduğumuzu anlamadığımızdan değil, sırf sevgimizden, kös kös çarkın ufak dişleri olmaya devam ederiz.

Bu sene Bursa şampiyon olmasaydı, kandırılmaya devamdı. Yine devam edilecek. Ancak en azından böyle bir ‘tokatın’ uyuyanları uyandırma şansı var. Rekabet yerine manipülasyonların döndüğü bir ortamda bol bol uyku olacaktır. Futbolumuz da ‘abi adamlar ne top oynuyor’dan bir adım öteye geçmeyecektir.Tokatların artması ise ‘uyutmaya çalışanları’ tarihe gömecektir.

Velhasıl;
‘Büyük Ruh! Beni tek büyük yapma, 5 yaptın zaten 6 büyük yap, 7 yap. Rakibimi vizyonsuz, misyonsuz, bitik yapma, yıldızlarla doldur ki, onu yenmek daha keyifli olsun, kendimi de olduğumdan daha büyük görmeyeyim.’

Not: Quaresma’nın ancak formasını alırsınız diyenler, Quaresma forması almak için Kartal Yuvaları’nda sıraya girsinler.

http://www.macadogru.com/news.php?news_id=905

15 Haziran 2010 Salı

4-2-3-1, Vuvuzela ve Üründül


Allah mutluluklar versin, dün dünya evine giren sevgili İlker Ezibay´ın düğününde oldu mu bilmiyorum, ama düğünlerde yaşanan bir durum vardır. Eğlencenin harlandığı anlarda siz sessiz sakin, ağır takılıp karizma yaptığınızı düşünürken biri gelir kolunuzdan tutar ´hadi gel piste´ der. ´Bilmiyorum´ cevabına klişe gelir ´Biz biliyoz da mı oynuyos´

Şimdi bu 4 defans- 1 defansif orta saha- 2 merkez orta saha- 2 ileriye dönük kanat ve tek forvet klişesinden de gına geldi. Herkes öyle oynamaya çalışıyor. E bilen var bilmeyen var, yapan var, yaptığını sanan var!
Geçtiğimiz sezon 4 büyüklerin hepsi böyle oynuyordu (oynamaya çalışıyordu). Büyük deplasman maçları dışında 4-4-2, 4-3-1-2 oynayan Bursa şampiyon oldu.

O sistemin amacı moda deyimle 3. bölge denilen alanda oyunun hakimi olmak, çok pas yaparak rakip savunmayı hataya zorlamak. Yaratıcı oyuncuların fazlalığı nedeniyle bu sistemde pozisyon bulmakta zorlanılmıyor, ancak sorun gol atmakta başlıyor. Eğer böyle oynuyorsanız ve elinizde kaba anlamda golü koklayıp gelen pozisyonların %30-40´ını gole çevirecek bir forvetiniz olmalı.

Bunun yanında kenar oyuncuları ise yine gol içgüdüleri fazlaca olan oyunculardan olmalı. Bunlardan biri eksik olduğu zaman gol sıkıntısı -pozisyon sıkıntısı değil- başlıyor. Geçtiğimiz sezon Baros´un sakatlığından sonra Galatasaray´ın yaşadığı sıkıntının nedeni buydu. Fenerbahçe´nin sıkıntısı ise Güiza´nın sakatlanmamasıydı.

Her dönemde moda taktikler olur. Bakalım ´biz bilmiyoz o yüzden de oynamıyoz´ diyenler mi fark yaratacak yoksa modaya uyanlar mı?

Turnuvadaki favorim Capello´dan beri İngiltere. A.B.D önünde hayal kırıklığı yarattı yorumlarına ise katılmıyorum. Konfederasyon Kupası´nda geliyorum diye bağıran, hazırlık maçlarında ´bittiniz oğlum siz´ diye haykıran A.B.D beklediğim oyunu sergiledi. Kaleci hediyesini, direkten dönen topla eşitlediğimizde skorun adil olduğunu söyleriz.

Ve Maradona...

Kadroya yakışıklı, uzun saçlı esmer Latinleri koyarak kadın taraftar sayısını arttırmayı amaçladığını düşünmekteyim. Ah Cambiasso, ah Zanetti replikleri ile izledik maçı. Üzerine Maxi Rodriguez´i solak yapan bir spiker ve orta sahanın ortasına koyan bir yorumcu işkenceyi tamamladı.

Vuvuzela mı yoksa Ömer Üründül mü daha fazla rahatsızlık veriyor, kararsızım.

İyisi ile kötüsü ile başladı bir Dünya Kupası. Sağolsun devlet televizyonumuz HD olarak getirdi ayağımıza. Yalnız tek sorun bu kalitenin görüntü ile sınırlanması.

Ne spikerler, ne yorumcular ne de oynanan futbol HD.


http://www.macadogru.com/news.php?news_id=801

Adidas Jabulani'yi savunuyor


Slovenyalı Robert Koren ‘Kontrol etmek çok zor’
Nijeryalı Etuhu ‘Gelmiş geçmiş en berbat top’

Oyuncuların Jabulani ile ilgili eleştirileri katlanarak uzamaya devam ederken Adidas’tan topu savunan bilimsel bir açıklama geldi.
"Deniz kenarında oynamak ile belli bir yükseklikte oynamanın farklı etkileri bilimsel olarak bellidir"

Bu açıklamadan anlaşılan, sanırım topun, G. Afrika'nın 6 ay içinde sıfır rakıma ineceği beklentisiyle tasarlanmış olması. Ancak G. Afrika hala yüksek olunca tabi üretici çaresiz kalmış.

14 Haziran 2010 Pazartesi

10 Haziran 2010 Perşembe

LADUMA!


´Bu bir hayaldi. Dünya Kupası´nın Güney Afrika´ya gelmesi bir hayaldi´

Basit, standart romantik kelimeler olarak gözüken bu cümleler aslında onları oluşturan kelimelerin bile tahmin edemeyeceği kadar büyük bir anlam ifade etti. Çünkü bu cümleler hayatının 26 yılını hapishanede geçirmiş, 71 yaşında özgürlüğüne kavuşmuş sadece ülkesinin değil, dünyada 20.yüzyılın en büyük insanlarından biri olan Nelson Rolihlahla Mandela´nın kalbinden çıktı.

Irkçılığın mağmaya kadar kök saldığı ülkesinde, 24 yaşında ilk siyahi avukat, 74 yaşında ise ilk devlet başkanı onuruna sahip olan bir adamın hayatı boyunca verdiği mücadelenin, çektiği cefanın, en tatlı ödülü, sefası Cuma günü başlayacak.

50 yıl öncesine kadar futbol oynaması yasak olan, 20 yıl öncesine kadar ayrı futbol ligleri olan ve beyazların oturduğu tribüne dahi giremeyen siyahların, Dünya Kupası’nı beyazların da ayağına getiren lideridir Nelson Mandela .

Futbol asla sadece futbol değildir.

G. Afrika’daki bölünme sadece siyah-beyaz için değildir.

Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler sırasıyla Afrikalılar’ın yaşadığı bu topraklara ‘yerleşmişlerdir’. Nasıl ayrı ayrı Hollandalı, İngiliz diyerek beyazları sınıflandırıyorsak, siyahlara da ‘siyah’ diyip geçemeyiz. Bantular var, Zulular var, Koisanlar var... Böylece 11 tane resmi dil var.

Tüm Güney Afrika, 23 kişilik takım kadrosunda 1 tane beyaz bulunan Milli Takımı’nın arkasında. Sonuç ne olursa olsun, renkleri ne olursa olsun tüm ülke 23 kişiyi alkışlayacaktır. Zulular aslında gökgürültüsü demek olan ‘laduma’ nidasıyla sevinirken atılan gollere, G. Afrika için, Dünya Kupası sadece bir turnuva değil, siyahla beyazın kucaklaşması, G.Afrika´nın normalleşmesinin sembolü olacaktır. Atılan her laduma da ırkçılığa karşın verilen mücadelenin gökgürültüsüdür.

Bugüne kadar ‘Robben’, Nelson Mandela’nın 26 yılını tutsak olarak geçirdiği adanın lanetli adıyken ve ‘Hollanda’ ise sömürge anlamına gelirken, bugünden sonra Hollandalı Robben forması ile gezecek insanlar ve top oynayacak çocuklar Güney Afrika sokaklarında.

Geçimişin günahları 1 ayda temizlenmeyecek, herşey güllük gülistanlık olmayacak elbet. Ancak geçmiş geçmiştir ve verilen tüm mücadele boşa olmamış, nihayet bir hayal gerçek olmuştur.

Siyah-Beyaz ayrımı olmaz, onlar ancak birarada güzeldir felesefesini benimsemiş bizlerde bu rüyayı görebilmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

"Hiç kimse derisinin renginden, geçmişinden ya da dininden dolayı başka birine nefret ederek doğmaz. İnsanlar nefreti öğrenmeli. Ve eğer nefreti öğrenebilirlerse, o zaman sevmek onlara öğretilebilir. Sevme duygusu insanın kalbine kendi karşıtından daha doğal bir şekilde gelir"

Nelson Mandela (tutsak yaşadığı 26 yıla inat bugün 92 yaşında)

http://www.macadogru.com/news.php?news_id=770

7 Haziran 2010 Pazartesi

United Borç Batağında!


Manchester United’ın sahipleri Glazer ailesi için işler iyi gitmiyor. Kulüp adına alınan borçlar 700 milyon sterline dayandı. Sadece mağazalara olan borç 388 milyon. Rakam gerçekten korkutucu, zira United taraftarları sahadaki başarıya rağmen geleceğin karanlık olduğunu düşünüyorlar. Borç demek, önümüzdeki dönemlerde yıldız oyuncu transferinin olmaması demek. Zaten Ronaldo’nun yerini henüz aynı kalitede bir isimle doldurabilmiş değiller.

Bu borca A.B.D.‘ deki mortgagelar ve %16.25 faiz de eklenince ortaya çıkan rakam hakikaten korkunç; tam 1.1 milyar sterlin.

Tabi taraftar da bu durumun farkında olduğu için, protestolara geçtiğimiz sezon başlamıştı.Taraftarın, “yeşil ve altın sarısı” protestosu bir kampanyaya dönüştü şu ana kadar aralarında David Beckham’ın da bulunduğu 158.000 civarında destekçileri var. Yeşil-sarı kulübün öz renklerini belirtiyor, taraftarlar Glazer ailesinden adeta nefret ediyorlar ve kulübün gerçek sahiplerinin Glazerlar değil taraftar olduğunu çeşitli protestolarla gösteriyorlar.

Dünyanın heryerinde kulüplerin gerçek sahipleri, kendini kulübün sahibi sananlara karşı mücadele veriyor. Umarım bu mücadeleyi kulüplerin gerçek sahipleri kazanır.

Julio Cesar: Favori biziz


“Tarih de bizden yana. Sonra İtalya, Fransa ve Arjantin geliyor. İspanya favori mi? Dünya Kupasında favori hep Brezilya’dır. En büyük biziz, bunu ben değil, tekrar ediyorum bunu ben değil tarih söylüyor. Herkes de buna saygı duyuyor.”

Bu iddialı sözler, turnuvanın iddialı takımı Brezilya’nın, yaklaşık 2 hafta önce Avrupa Şampiyonluğu da yaşayan kalecisi Julio Cesar’a ait.
Kendisine, Franz Beckenbauer’in “Şu anki Brezilya, 1970 Brezilya’sı değil, hatta uzağında.” sözleri hatırlatılınca Cesar “Buna katılmıyorum” diyor. “Savunmada elbette kontrollü oyun anlayışı sergiliyoruz. Ancak hücum gücümüz 1970’in uzağında değil. Ayrıca artık fubol 70lerdeki futboldan daha hızlı, daha teknik oynanıyor. Brezilya’da ise bu ikisinden boca mevcut.”

Julio Cesar’ın konuşmaları mantıklı. Ancak Brezilya’nın, Güney Afrika’da, önceki Dünya Kupalarındaki kadar favori olmadığı da bir gerçek. Belki de tam da bu Brezilya’yı şampiyon yapan neden olacak.

4 Haziran 2010 Cuma

El Trofeo di Stefano


Di Stefano Ödülü açıklandı

İspanya’nın en iyi futbolcusu için oylamalar bitti ikinci Cristiano Ronaldo oldu.
15 oy alan Xavi üçüncü, Higuain de dördüncü oldu.

Ne diyelim hayırlı olsun.

Birinci kim diye soran var mı? :)

3 Haziran 2010 Perşembe

Inter,Liverpool ve Yeni Teknik Direktörler


En son Steven Gerrard’ın Real Madrid’e transfer olacağı ile başlayan haberler, bugünlerde de Inter Milan’ın Rafa Benitez ile ilgilendiğinin duyulması ile “Liverpool dağılıyor” yorumlarını beraberinde getirdi.

Liverpool’un daha da kötüye giden finansal durumu bu yorumları ateşliyor.Benitez için Inter’in ödeyeceği rakam 4 milyon avro civarında.Benitez’in de Inter’e sıcak baktığı, hatta Liverpool’un şimdiden Roy Hodgson, Van Gaal ve Jorge Jesus ile temasa geçtiği artık sır değil.

Mourinho gibi bir hocadan sonra Benitez keser mi Inter’i orası şüpheli.Benitez’in kariyeri ve yaptığı iş tartışılmaz ancak selefinin karizması ve başarıları, en ufak tökezlemelerde ekstra bir baskı unsuru olacaktır.

Liverpool'un ise her konuda yeniden yapılanması gerek. Direk nakit sıkıntısı yaşayan kulüp Gerrard ve Benitez’i kaybederse kısa dönemde çarkları döndürebilir ancak uzun dönem pek aydınlık değil.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Beyaza Yakın Kırmızı


Rafa Benitez’in “ Kırmızıların acil nakde ihtiyacı var” açıklamasının direk akıllara getirdiği, başa da gelmek üzere.

Florentino Perez yılın (ikinci) bombasını Steven Gerrard ile patlatmaya hazırlanıyor.

Açıkçası Benitez’in “provoke eden” bu açıklamasının Perez’in ağzını sulandırdığına eminim. Yıllardır Real’in en çok ihtiyacı olan adam konumundaki Gerrard’ın gerek kendi için gerekse -Perez’in açıklamalarına binaen- mevcut kulübü için hayırlı bir transfer olacağını şimdiden söyleyebilirim.

Ayrıca Mourinho’nun sevdiği tipte bir oyuncu, ciddi anlamda Madrid’i “istenilen” başarısı çıtasının üzerine çıkarabilir. Artık o çıta her nerdeyse.

1 Haziran 2010 Salı

Milli ya da Milan?


Dünya Kupası’ndan sonra Lippi’den görevi devralacak olan “eski” Fiorentina teknik direktörü Cesare Prandelli’nin, Milan’ın efsane kaptanı Paolo Maldini’nin de ekibinde olması gerektiğini söylemesinden sonra İtalya’da şu aralar kupa konuşulmuyor.

"Şu anda buna karar vermek gerçekten çok zor.Zira geleceğim için dönüm noktalarından biri.Evet ya da hayır diyemem, zaten henüz resmi teklif de yapılmadı." dese de Maldini, tercih durumunda kalırsa Milan’a daha yakın olduğunu “Herzaman Milan’da görev almak hoşuma gider” şeklinde üstü kapalı da olsa söylüyor.”Ancak” diyor efsane, “Bu 1 aylık ya da 1 yıllık bir süre için değil, en az 3 yıllık bir dönem için olmalı.”

Kaptan muhakkak birgün Milan’da teknik direktör sıfatıyla görev alacak.Peki bugün için doğru olur mu?Guardiola örneği hemen akla gelse de Barcelona hazır sistemi olan hazır bir takımdı, Milan ise takım kurmakta zorlanan bir ekip görüntüsünde.Sanki, Prandelli’nin yanında 4 senelik bir staj daha yararlı olur gibi görünüyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...