3 Ekim 2013 Perşembe

Mancini’nin Sihirli Değneği

Topun arkasına geçti ve alan bırakmadı. Juventuslular ceza sahası içine kadar geldiğinde bile gol yiyeceğini düşünmedik Galatasaray’ın. Zebralar Aslan muhitine geliyorlar, sağa sola bakıyorlar, kaçacak boşluk bulamayınca gerisin geriye dönüyorlardı. Galatasaray sakin ve kendinden emindi, istifini bozmadı. Rakibin 1+4 orta sahasına 4+1 ile karşılık vermişti. Lichtsteiner ve Asamoah başarılı bindirmeler yapsa da Juve hücum ikilisi stoperlerin kucağındaydı.

Elimizdeki tek sorun kanat oyuncuların kenar forvet oynamaya öykünmesiydi. Sol ayaklı sağ kanatta, sağ ayaklı da sol kanattaysa göbeğe delici koşular yapmalarını bekleriz. Bunu Riera yapamaz, Bruma şimdilik yapamaz. Üstelik Juve’nin en güçlü bölgesi merkezi. 3 savunmacı + 3 orta saha ile koruyor orayı. 15. dakikada Mancini sahaya kollarını uzattı: Sol eli gel gel yaparken, sağ eli git git yapıyordu. Riera’yı sola çağırdı, Bruma’yı sağa gönderdi. Bekler çıkıp rakip kanatları oyalarken, kanatlar Juve savunma 3’lüsünün kenarlarındaki kışkırtıcı boşluklara dadanmaya başladılar. Kenara yakın stoperler; Bonucci ve Chiellini, kanatlara basmaya gittiğinde yalnız kalan Barzagli’nin yardımına orta saha 3’lüsü koşuyor. Ancak yavaş koşuyorlar, ki tek kusurları da bu. Eğer 3’lü ile 5’li arasında sinsice gezinen, fiziği kadar aklı da güçlü olan 1 santraforunuz varsa, ribaund bölgesinde kapacağınız her top size gol şansı veriyor. O şansın müsebbibi Drogbaysa, işiniz şansa kalmıyor.  


Juve’de yok, Real’de de yok. Galatasaray’da var. Dünya yıldızı getirme iddiasına olanlar Drogba’ya bakıp susmalı. Belli dönemlerde değil, her dönemde takımının en önemli ismiydi ve her zaman formda. Allah aşkına gözünüzü kapatıp Avrupa’nın tüm baba takımlarını düşünün: Hangisinde Drogba oynamaz? Onu sadece gol anlamında düşünmek ona ve futbola haksızlık olur. Pogba’nın etkisizliği, Drogba’nın orta sahaya yaptığı bitmez tükenmez yardımların, Bonucci’nin, Chielli’nin saçmalaması hakeza onun didiklemelerinin ve hava toplarındaki yıldırıcılığının somut kazanımları. İsminin ağzı dolduran telafuzu ile geçmişinin parlaklığı zaten sahaya çıktığı anda soyut kazanımları beraberinde getiriyor. Asiliğin ve asilliğin karşı konulmaz uyumu…
 
Mancini oyuncuların ismini öğrendikten sonra verileri ve ardından istatistikleri iyi değerlendirmiş. Takımı belli bir koşu, pas ve pres yoğunluğunun üstünde tutmak istiyor. Son çeyrekte Umut Bulut ile hücum presinin soğumasını önledi, Drogba ise biraz dinlenebilme imkânı buldu. Mancini takımında 1 kişinin dinlenebilme hakkı var. Sneijder’in bu hakkı kazanabilmesi için çalışması lazım. Galatasaray bir ucu Muslera, diğer ucu Drogba olan sihirli bir değneğe benziyor. Mancini elindekini hakkıyla kullanırsa rüya gibi başarıları göz kamaştıran bir güzellikle gerçeğe dönüştüreceğinden kuşkum yok. 

Not 1: Juventus Arena’yı, TTArena’ya çevirenlerin boğazına sağlık.
Not 2: Söylemeden edemeyeceğim, Chedjou’nun, Eboue’ye “kalk evladım, daha maçı kazanacağız, işimiz gücümüz var” yaklaşımına bayıldım!

Yakup Sabri İNANKUR


16 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Bilen

Futbol basit oyundur ama çocuk oyuncağı değil. Başkanlar futboldan anlamaz. Kramponundan çamur temizlemiş bir başkan var mıdır acaba? Kulübün zimmetlediği tek formayı her antremandan sonra yıkayıp ertesi gün ıslak formayla antremana çıkmışlar mı hiç? Toprak sahada ciğerlerine toz, gözlerine kum dolarken özenle sivriltilmiş krampon çivileri arasında yoksulluğa çalım atmayı denemişler mi?

Başkanlar iş yapmaktan anlarlar. Adı üstünde iş adamlarıdır onlar. Her işi bilemezler elbette ancak o işi kotaracak doğru adamı bilirler. Futbolun içinden gelen başkanların nesli tükeneli çok oluyor ve artık başkanlar kulüpleri oyuncak yerine koymaktan vazgeçmeli. İşte Fikret Orman! Sadece 3 ay once bir bileni görevlendirdi ve ilk kez bir hafta sonu “adamların Hull City-Cardiff maçı bizim tüm derbilere 5 basar” demedim. Hatta hafta sonu Avrupa’da en iyi futbolu oyanayan takımın Beşiktaş olduğunu söyleyebilirim. 

Dün akşam 1 oyuncu, 6 oyuncunun içinden geçti. Taş ile suyun savaşını yine su kazandı. Önüne devrilen kayaların arasından kıvrıla kıvrıla, süzüle süzüle akıp gitti Fernandes. Biliç ona sonsuz bir özgürlük vermiş, ödemeyi ter olarak istiyor. 116.7 kilometre koşarak rekor kıran Beşiktaş’ın en çok koşan adamı oldu.

Dün akşam 1 stoper ilk golü attı. Diğer stopere ikinci golün asistini yaptı. Diğer stoper bu sezon ikinci golünü attı... Escude bize bazı oyuncuların kazma değil, hocaların onları kullanma biçiminin kazmaca olabileceğini “dömi volenin gergin filede çıkardığı ses” isimli çalışmasıyla anlattı.

Dün akşam 1 kenar forvet 11643 metre koştu. Maçtan sonra röportajında “bugün çok koşmadım aslında” dedi. Takımın en çok koşanından hepitopu yarım Olcay deparı az attı (1 Olcay deparı 90 metre.)

Dün akşam 1 takım gördük. 75. dakikada sağ korner bayrağında Motta-Olcay-Necip top kapma mücadelesindeydi. 79. dakikada sol beke 4 Beşiktaşlı pres yapıyordu. 82. dakikada Olcay ceza sahasında ayağının acısıyla başbaşayken, Fernandes savunmada ondan kalan boşluğu deparıyla onurlandırıyordu. Bütün bunlar olurken skor 0-3 idi.

Liglerin 2. yarıları makbuldür. Devre arasını iyi geçiren takımlar, sezon başı fırtınalar estiren takımları çok kez sollamıştır. Sakatlıklar artar, adaleler kaldıramayabilir coşkun tempoları. O zaman da kulübedekiler taşır takımı. Bir hikaye yazılacaksa mutlaka içinde Necip, Muhammet, Ömer, Kerim, Cenk, Pedro, İsmail olmalı. Olacaktır da. Verdiği sosyalist takım sözünü tuttuğu sürece Beşiktaş’ın tanrı parçacıklığı konusunda uzman teknik kadrosunun tek rakip ve düşmanı endüstriyel futbol imparatorluğu olur.

Yakup Sabri İNANKUR

13 Ağustos 2013 Salı

Sezon Başlarken Beşiktaş

Maçtan önce Kazan’da takılabileceğiniz birisi. Küpesi, gitarı, sigarası ile aykırı adamların o sinsi karizmasına sahip. Yanıltmasın, özene bezene oluşturulmuş salaş görünümlü bir imaj çabası değil bu. Bizzat Biliç’in kendisi “Bazen saha kenarında kaçık gibi göründüğünün” farkında ama omuz silkiyor; “Kadınlara büyük saygı duyuyorum ama bence dünyadaki en güzel şey futbol” Sahadaki oyunun görüntüsü, onu kendi görünümünden daha fazla tatmin ediyor. Bu yüzden bir Biliç takımını dağınık, disiplinsiz ve kabullenmiş  görmedik.

Gelenekseldir; yeni teknik direktör ile birlikte tertip, teşekkül yeniden şekillendirilir. Hocanın, hayallerimizin dizilişindeki kadroyu oynatmasını nasıl da umarız! Oysa mevzubahis Biliç ise alışmamız gereken yegâne özellik değişkenliktir. Kadrodaki sürekli rotasyondan tutun da, asimetrik sahaya yayılışlar, maçın içinde 4’lü savunmadan 3’lüye dönmeler… hedef santraforla da gol arayabilir Beşiktaş, 3 adet 10 numara ile de… Ona göre “Galatasaray’a başka Akhisar’a başka oynamalısınızÇoğu Beşiktaşlı’nın arzusu takımın 2 forvetle oynaması. Biliç reddetmiyor ancak bir şartı var; “2 ‘sinin de defansif yönde çalışması” gerekiyor. TTArena’da Türkiye’yi Oliç-Mandzukic ile darmadağın etmişler ve 3-0 kazanmışlardı. Almeida ile Pektemek’i bir araya getirecekse ikisinin de en az İlhan Mansız kadar koşması lazım. Şu aşamada hayalperest bir iyimserlik olur. Biliç gerçeklerin adamı. Katı bir taktikçilik, kutsal bir formatçılık ona göre değil: Benim kişisel görüşüm, bu spesifik formatlar yavaş yavaş kullanımdan kalkıyor. Çok fazla uzman da benim görüşümü destekliyor.” diyor Hırvat Hoca ve futbolun kayganlığından dem vuruyor: “Oyuncuların topla hareketini belirlemek gittikçe zorlaşıyor. Saha içerisindeki akışkanlık bence çok daha önemli. Eğer siz takımınızın kompakt olmasını istiyorsanız, her bir hattınızın bir diğerine yakın kalmasını sağlamalısınız. Boşlukları ortadan kaldırdığınızdan emin olmalısınız. Ancak bu şekilde takımınızı sıkı hatlar üzerinden kurgulayabilirsiniz.” 

Bütün bu kelimelerin altının ne kadar dolu olduğunu hazırlık maçlarında gördük ve anladık. Rakip prese başladığında taca atmak ve riske girmeyen sağlam savunma oyuncusu olmak varken, geri pas feyki verip bir anda topla dönerek oyun kurmayı yeğleyen Pedro Franco’yu gördük (Sivok ile beraber 10 gole ulaşabilirler mi? Muazzam bir katkı olur) Savunma önüne Hutchinson tercihi, keza aynı sebepten. Atiba sadece top çalmak için sahada değil. Ribaund topluyor. Arkaya seken veya rakip savunmanın uzaklaştırdığı tüm topları alıyor ve duruma göre ya yeniden paslıyor veya ok gibi fırlıyor. Hep öne oynuyor! Ç.Rize maçında 2 kişiden sıyrılıp Olcay’a attığı gol pası sanırım herkese bir fikir vermiştir.


Sihirli Solak

Top, boş alana doğru oynanır: Boşluğa hareketlen, boşluğa koş, boşluğa pas at…  Bir oyuncu, oyunun ne kadar boşluklarına hakimse, o kadar dolu bir futbol zekasına sahiptir. Oğuzhan Özyakup Beşiktaş için bu yüzden önemli: Boşlukları dolduruyor. Geçtiğimiz sezon, Oğuzhan’ın basit ve parlak futbol zekası, körelmeye yüz tutmuş hücum organizasyonlarını anında keskinleştiriyordu. Bu sezon Oğuzhan daha şanslı. Kendini tribünlere kabul ettirdi, genç cevherlerden mücevher üretmesini bilen bir hocaya sahip ve yanında / önünde, nihayet Muhammet var.

Takımının karakteri ne olursa olsun, her taraftar, kendisini ve rakipleri büyüleyen, olmadık anlarda, olmadık mucizeler ortaya koyan sıradışı ayaklar izlemek ister. Makine gibi işleyen sisteme eyvallah ama işler teklediğinde hokus pokus yapacak sihirli bir solaktan daha enfes ne olabilir? Solaklığa özgü o anlatılamaz asaletin 10 numara zevkinden öte keyif var mıdır? Sergen-Tümer sonrası paslanmış gözler yeterince bekledi artık. Muhammet yedek değil. Genç yetenek değil. Genç yetenek lafını sevmiyorum, hatta oyuncuya büyük zararı olduğuna inanıyorum. Ona bir çeşit görünmez kredi veriyor. Böyle soyut, yalandan güvenlere üstün bir yeteneğin hiçbir ihtiyacı yok. Onun ihtiyacı olan daha fazla oynamak ve (18,19 yahut 20) yaşın büyük bir takımın ilk 11’i için hatta yıldızlığı için (günümüzde) makul bir yaş olduğunu ona belletmek.

Biliç O’nu Pirlo mevkisinde de kullandı, kenarda da. Farklı pozisyonlar; farklı seçenekler sunar ve bakış açısını genişletir. Farklı bir yetenek için katalizör uygulamalar... Messi gibi sağa yakın oynatıyor. Topu soluna çektiğinde şunları görüyor Muhammet: Şut atacağı kale, araya oynayacağı boşluk, delici koşular yapacağı zig-zaglı boşluk. Biliç’in planladığı bu boşlukları doldurabildiği ölçüde yıllardır bomboş bekleyen sihirli solak kontenjanını dolduracak.  İzlerken insana o havayı veriyordu. Şut hızı ve kalitesi Tümer’e, pas yumuşaklığı ve isabeti Sergen’e benziyordu. Sergen olabilir miydi? Önünde sabit kader yolları var Muhammet’in. Önümüzdeki 15 seneyi dilek şart kipiyle geçirebilir; oynasa, istese, çalışsa… bolca ahlar, çokça tühler… Yahut 5 yıl önce gittiği La Masia’nın büyükleriyle oynamaya gidebilir. Biz ona buradan gurur verici milli sıfatlar yükleriz. O ise uluslararası sıfatlarını arttırdıkça arttırır... En kötüsü, Serdar Özkan olur... Biz O’nun Sergen ya da Serdar değil Muhammet olmasını istiyoruz. Kendine en mükemmel hikayeyi yazıp bize ve çocuklara farklı bir kader yolu sunmasını istiyoruz. Tabii O ne isterse O olacak.


Yakup Sabri İNANKUR

26 Mayıs 2013 Pazar

Almanlıktan Aldığım Tadı…

Inter, Real Madrid, Manchester United, Shaktar Donetsk, Chelsea, Brezilya, İspanya, Arjantin, Danimarka, İtalya…

Gary Lineker’i hep yalanladılar. Futbol 90 dakika oynanan ve Almanların finale kadar gelmeyi başardıkları bir oyundu daha çok. Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası, Şampiyon Kulüpler, Kupa Galipleri ve Uefa Kupası’nda 49 kez final oynadılar. 27 kez başları önde çıktılar stattan.

Artık işi daha sıkı tutuyorlar. Başbakan Merkel 3 hafta önce ilan etmişti şampiyonu: “Almanya kazandı” demişti, İspanyolları silkeledikten sonra. Geçen hafta Şampiyonlar Ligi’nin çiçek versiyonunu Wolfsburg kadınları kazanınca, tüm Almanya kazanmış oldu. Tarihte ilk kez bir ülke aynı yıl içerisinde hem kadın hem erkek dallarında futbolun zirvesine çıktı. Ancak bu Alman futbolunun zirvesi değil, henüz başlangıcı…

Dortmund Başladı, Münih Bitirdi

Hücum pres, uzun topa zorlama, ribaund toplama, toplu hücum, Neuer ve yine hücum pres. Hummels’den Lewandowski’ye uzanan gol hattı 5 kez işledi. Avrupa’nın ilk 15 dakikada en çok gol atan takımı 5 gol girişimini sonuca çeviremeyince Bayern topu çevirmeye başladı. Yarım saat dolduğunda Schweinsteiger ve arkadaşları %73’e, %52 öndeydi topla oynama oranlarında. Asi ruh Martinez, Dortmund’un presini kırmaya ve takımını öne itmeye başladı. Schweinsteiger daha fazla topa sahip olmaya başladı. Martinez-Schweinsteiger ikilisi 10 kez 30 metre ve üzeri pas denediler. 9’u Ribery ve Robbenle buluştu. Kenarlara inen Münih, Mandzukic ve Müller’in altın kafasından ha geldi ha gelecek pozisyonlar buldu.  

Bizim Çocuk


Lafın gelişi. Kara kaşının kara gözünün hatrına. Fiiliyatta yeni Alman harikası İlkay Gündoğan Dortmund’un bel kemiğiydi. 2 yıl önce Nuri Şahin’in yaptığı işi şimdi o yapıyordu: Dönen toplara odaklan, atakları kes, öne servis et. Dortmund’un harikulade karşı presinin prensiydi. İlk tablomuzun sarı küçük noktaları, O’nun yaptığı büyük işin sanatsal bir çalışması (ESPN’e teşekkürler) Müdahil olduğu pozisyonların %93’ü rakip sahada. 3 yıl önce narin bir 10 numarayken bugün Bayern pas yollarını tıkayıp, hücumlarını solduran bir maestroya döndü. Heyhat! Lahm’a işlemedi bu durum. İkinci tablo onun servislerini gösteriyor ve tabii Philipp Lahm’ın etkisini de.



Das Ende*

Dortmund’un gönlü uzatmadaydı, geçene sene damdan düştüğü için Bayern, bu seçeneğe soğuk bakıyordu; oyunu ısıttı. Müller, Müllerleşti: Beklere pres, merkeze koşu, kenarlara yardım, arka direğe sızma… Bu eğri bacaklı adamın futbol adına yaptığı her şey doğru. Ribery, Riberyleşti. Robben de Robbenleşmekten vazgeçip karşı karşıya bir pozisyon daha harcamayınca Almanya’nın büyük evladı kazandı.

Güzel bir Pazar sabahı Umut Sarıkaya’nın meşhur karikatürü tecelli ediyor;  Almanlıktan aldığım tadı hiç birşeyden almadım diyenler baş düşman İngiltere’nin kalbinde biralarını yudumluyorlar. Gurur onların, keyif futbolseverin.

Yakup Sabri İNANKUR

*Son

26 Nisan 2013 Cuma

Masal Devi

15 dakika bocaladı, sadece 15 dakika. Pozisyon vermiyordu lakin gidemiyordu da. Hatalı pasların, top kaptırmaların en yoğun olduğu zamandı. Fenerbahçe’nin biraz ilhama ihtiyacı vardı. 52.000 ilham perisi hemen devreye girdi.

Taraftar tuttu kollarından takımı Benfica’nın üzerine itti. Yorulmadan, üzülmeden, usanmadan, bıkmadan, kopmadan birleştirdiler seslerini. Penaltı kaçıran Baroni’ye “öf” bile demediler. Tezahürat bir ara öyle bir hale geldi ki; Sanki üzerinde sarı-lacivert çubuklu formasıyla kocaman bir masal devi Amsterdam’a doğru yürüyor, sağ adımından “vur” sol adımından “kır” gümbürtüsü çıkıyordu. Onun peşi sıra yürüyenlerin içinin de içini, yüreğinin en dibini titretiyordu.

Yağmur gibi ataklar yapılması sorunu çözmüyordu. Gerçek yağmur çözebilir miydi? Göğün kapıları açılsa da bardaktan boşansa diye geçirdim içimden. Toplu bir duş işe yarayabilirdi belki. Sinirle karışık saçmalıyordum zira topun direkle yaşadığı aşk bitmeyecek gibiydi. Sentetik yuvarlağın, üç direğin kenarına, yanına, üzerine, birleşme yerine değil de içine (daha) nasıl gideceği konusunda mantıklı hiç bir açıklamam yoktu. Sprint mesafeleri, top çalma oranları, hücuma çıkma süresi ve gözümün önündeki sağlam Fenerbahçe şablonu, goller atmalı ve kazanmalıydı. Matematik yetmiyordu.

Fenerbahçe baskıyı harladı.

Benfica savunması Webo-Sow-Kuyt’ın terinde boğulmaya, artık nefes alamamaya başladı. Garay-Cardozo arasındaki pas teleferiği kopunca, Benfica orta sahada kümelendi. Bu kırmızı birikintiyi Topal-Meireles-Baroni once kale önüne süpürdüler, Gönül-Ziegler yardımıyla da etrafına çelik tel örgüler çektiler. Fenerbahçe yığıldı. İş göğüs göğüse mücadeleye kaldığında Benfica kalesini koruyan melekler bile yoruldu. 

Gol sevincinde Kuyt’un yüzüne baktım. Sıktığı dişlerinin arasına canını, memleketindeki finale aklını takmıştı. 33 yaşındaydı. Tatil için, emeklilik için Türkiye’ye geldiği söylenmişti. Avrupa Ligi yarı finalinde 11 kilometrenin üstünde koşmuştu. Zaten tatili düşleyen arkadaşlarını havuz kenarında güneşi ve rahatıyla arkada bıraktılar. Aykut Hoca zoru istedi. Zoru seçenlerle birlikte ileriye gidebilirdi. 

Fenerbahçe uzun zaman sonra ülkede istikrarlı bir takım nasıl olur, neleri başarabilir, sabrın sonu neden selamettir sorularının yanıtını veren bir keyif oldu. 1 ay sonra gömeceğimiz 2012-2013 sezonunu “nasıl bilirdin” diye sorduklarında “Fenerbahçe için başarılı bir sezondu” cevabını şimdiden veririm. “Sonunda ne kazanır” sorusunu ise ben cevaplayamam; Kupa saymayı çocukken bırakmıştım, 3’ün kaçını alacağı cevabını da çocuklara bırakıyorum.

Yakup Sabri İNANKUR


16 Nisan 2013 Salı

Boşlukları Doldurun

Top, boş alana doğru oynanır: Boşluğa hareketlen, boşluğa koş, boşluğa pas at…  Bir oyuncu, oyunun ne kadar boşluklarına hakimse, o kadar dolu bir futbol zekasına sahiptir. Oğuzhan Özyakup Beşiktaş için bu yüzden önemli: Boşlukları dolduruyor. Son dakikalardı. Fernandes topu kaptırmış, can havliyle kazanılan topu Gökhan Süzen önündeki kalabalığa göndermiş, Holosko da her zamanki gibi adamın içinden geçmeye çalışmış ve her zamanki gibi başaramamıştı. Beşiktaş’ın solu ana-baba günüydü ve bir türlü çıkmayan top, bir türlü bitmeyen dakikalarda azap verici bir Antalyaspor atağına dönüşmek üzereydi.  Oğuzhan koştu topu aldı. Sağ kanada uzuuuuun bir pas attı. En kalabalıkta debelenmek yerine, en rahat yerde oyalanmayı seçti. Antalya’nın presi, topun sıcaklığı düştü. Hilbert’in pası biraz daha içe falso alabilse ikinci gol de gelecekti.

Oğuzhan’ın basit ve parlak futbol zekası, körelmeye yüz tutmuş hücum organizasyonlarını anında keskinleştiriyor.  İlk yarıda enlemesine oynayan Beşiktaş, Oğuzhan ile birlikte dikine oynamaya başlayınca maçı kazamaktan başka çaresi kalmadı. Olcay-Oğuzhan-Mustafa üçlüsü çimlerde yağ gibi kayarken, rakip savunmanın kalbine bir zıpkın harekatı ve kaleyi fethetme görevi yine Olcay Şahan’a düştü. Necip’ten, Olcay’a uzanan gol yolculuğunun kıssadan hissesi; sağı solu bırak, dikine oyna. Şişirme toplardan medet umma, seri ve kısa paslarına güven.

Bu sezon ilk kez savunma çizgisinin Mustafa Denizli bölgesine çekilmesi pozisyon vermemenin garantisi olamazdı. Ancak başka çare yoktu zira Diarra ile Tita, savunma arasındaki / arkasındaki boşlukları memnuniyetle doldurmaktan çekinmezlerdi. Savunma birbirine yanaşmalıydı. Ceza sahası yayı ile orta yuvarlak arasındaki her 5 metrekarede bir Beşiktaşlı oyuncu bulunuyordu. Samet Hoca akordiyon gibi daralıp genişleyen bir yapıyla oyun melodisini bestelemişti. Duruer ve Aissati topu her aldığında karşılarında ya da pas atacakları koridorlarda bir Beşiktaşlı’yı mutlaka gördüler.  Sıkıcı ve tekdüze bir maç vardı. Çünkü diğerlerinde boşlukları dolduracak zekâ, Fernandes’de istek yoktu.

“Şampiyonluk!” diye kimin bağırdığını hatırlamıyorum ama “ilk 4’e giremez bu takım” iddialarının hiç susmadığını biliyorum. Ne zaman Beşiktaş’ın futbolcusu yuhalansa, hocasına küfürler edilse, localardan küfürler, ayakkabılar, şişeler yağsa, şeref tribününde kavgalar çıksa, hep onu hatırlıyorum. Herkesin  ve herşeyin boşluğu dolar Beşiktaş’ta, Süleyman Seba’nın asla.

Yakup Sabri İNANKUR

7 Nisan 2013 Pazar

Masanın Üstüne Çıkıp Tepinin


Savunulacak bir tarafı olmayan davranışları / işleri / olguları sırf "bizimkiler" yaptı diye ölümüne savunanların çirkin ve yalnız ülkesi. Demirörenler, Yıldırımlar, Terimler, Şenerler,Adalılar mahvetmiyor futbolu. Biz yapıyoruz. Bu adamların kıçında, her bokunu "destekleyen" biziz. Adaleti değil menfaati seçen biziz. Ne zaman kirli bir çamaşır fırlasa sepetimizden "ama sizde de..."cümleleri kuran da biziz. 

Temiz futbol mu? Bunu söyleyen kulüp yöneticileri yalancıdır:

Penaltınız mı verilmedi, ofsayttan gol mü yediniz, hakem odası basabilirsiniz. Kesmedi mi? Basın mensuplarını toplayıp, slayt gösterileri yapabilisiniz. Yetmedi mi? Hakemin üstüne yürüyün. Çünkü arkanızda milyonlar var. Sizleri körlemesine, çirkefliğin sınırlarına dahi tecavüz ederek destekleyecek milyonlar var.

Herşey unutulur şampiyonluk kalır bunu da biliyorsunuz. Kapkara paraları bembeyaz yapacak harika planlarınız var. Manejerleriniz zaten kulüplerin kasasının içinden çıkarmıyor ellerini. 

Tam yol gidiyorsunuz çöplerinizi denizlere bıraka bıraka. Medya, derinlerin pisliğini haber yapmayı çoktan bıraktı, sizin yelkenlere üflüyor rüzgârlarını. Üflemeyen varsa da bağlanın programlara verin ayarı.

Yiyin efendiler yiyin. Bu han-ı iştiha sizin. Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin. Bitirin futbolu, dibini iyice sıyırın.

Boşverin futbolu. Hepiniz kupanızı isteyin. Kalkın makam koltuklarınızdan masanın üstüne çıkıp tepinin!





Yakup Sabri İNANKUR


5 Nisan 2013 Cuma

270 Sabır Taşı

Eğer kibir en sevdiği günahsa şeytanın, kuşkusuz sabır en gıcık olduğu erdemdir. Tabii ot gibi oturup evrenden torpil, yaratandan mucize beklemek, çalkantılı sularda bata çıka sürüklenmek erdem olamaz. Dalgalarla boğuşan, acınmayı-mağlubiyeti reddeden, yolundan katiyen ayrılmayan dervişlerdir, kutsananlar.

20 yıl evvel Kadıköy’ün ortasına dev bir cam prizma koymuş olsaydık, Fenerbahçe özünün ışığı kıpkırmızı bir kibirle yanardı. Spektrumun diğer ucunda belli belirsiz, sönük ve mahsun bir sabır bulurduk.

Dünkü maçtan bahsediyorum. Dünkü maç, dünün öncesinde başladı esasen.

Fenerbahçe, güneşin bizimkinden sonra battığı topraklarda hep aynı oynadı; sabırlı, olgun, akıllı. Haldır huldur hücum yapan, maaile rakip kalenin önüne üşüşen, gazla çalışan, vatan-millet-sakarya üçgenine sıkışan değil, sistemine güvenen ve sebat edip bildiği futbolu oynayan bir takım var sahada. Çimlerin üzerindeki oyun camianın ruhunu yansıtır. Tesislere, koridorlara, soyunma odalarına sinmiş karakteri içine çeker futbolcu, ve öylece çıkar tünelden. 
 
İstikrarsızlığın ve krizlerin yılmaz temsilciydi Kanaryalar. Aziz Yıldırım sistemli bir çalışmayla Fenerbahçe’yi fanusun içine aldı. Çoğu zaman kırsa da o fanusun camını, yeniden inşa etmesini de bildi. Zararlı otları tek tek ayıklamaya başladı. Önce homurtular gitti tribünden. Rant muslukları kapanınca kendi oyuncusuna küfür eden, yuh çekenler kurudu ve toz oldu. Elvir Boliç’e “Ayşegül” diye bağıranları biliyorum ben. Alex’in yuhalandığı gördüm. Evet kahırdan çıkıyordu sesleri ve sesleri yalnızca kahır veriyordu. Saraçoğlu’nda sesler sadece tek bir amaç için yükseliyor artık: destek.

Eskiden isim gelirdi. Artık topçu geliyor. Önden geriye: Sow, Webo, Kuyt, Meireles, Mehmet Topal, Ziegler, Egemen, Yobo; kocaman ilk 11 transferleri. Brezilya’dan rakibi öpen oyuncudan ziyade kulübün kasasını öpen menajerler çıktığını bilen Aykut Hoca, Fransa’dan Ligue 1’den yapıyor tercihlerini. Fiziğe dayalı bir Akdeniz ligini tercih ediyor. Benzerlik ilkesi sadece geometrinin konusu değildir çünkü, o basit ve en güçlü mantıktır. İkinci sırada Premier League, olmadı Serie A’dan geliyor futbolcular. Türkiye Ligi’nin fiyasko ansiklopedisinde bu üç ligde ismi geçmiş futbolcu azdır. Böyle bir ansiklopedinin başlığı La Liga olurdu. 

Sambacı Fener, maç kazanmanın ve rakiplere size “ 5 atacağız” demenin peşindeydi. Avrupa’nın karın ağrısından başka birşey getirmediği yıllarda arasıra golleri sıralayıp, devleri paralasa da finalin çeyreğini dahi aralamak romantik bir rüyaydı. Oysa hücum maç kazandırıyordu, savunma ise şampiyonluk. Şimdi Amsterdam’a minimum 270 dakika var. Umursanmayan Mönchengladbach mağlubiyeti dışındaki son 8 maçta Fenerbahçe’nin yediği gol sayısı: 1.

“Yetenekleri kısıtlı” Aykut Kocaman Fenerbahçe tarihinin en büyük teknik direktörü olma yolunda ilerliyor. Sabırla ilerliyor, sabrettiği için ilerliyor, sabredildiği için ilerliyor. Her branşta finali hedefleyen (ve futbol hariç ona ulaşan) bir camiada artık herkes gözbebeğini bekliyor. E malum assolistler en son çıkar sahneye.

Eminim İtalyanlar pasaporttan stada kadar polisiyle, holiganıyla cehennemi sunacaklar. Önemli değil. Cennetin yolları 270 minik sabır taşı ile döşenmiş. Fenerbahçe yürüyor. Tökezlese ne olur? Birşey olmaz. Seneye kalkar devam eder. Çünkü artık bugünün Fenerbahçe’si, dünün Fenerbahçe’sinin bilmediğini biliyor: Daima bir yarın vardır. 

Yakup Sabri İNANKUR

6 Mart 2013 Çarşamba

4 Mart 2013 Pazartesi

100 Yılın Hikayesi


Türk futbolunun iki kristal kadehi, tarihi bir şerefe için tarihi bir sahnede (umarım) son kez buluştular. Bilhassa son 10 yılda Beşiktaş-Fenerbahçe maçlarının hikayelerinden kalın bir kitap çıkar: Almeida’nın kafa vurduğu yerde, işte şimdi Sow kafa vurmuştu, Necip’in kendi kalesine attığı yerde bu kez Kuyt vardı, Ferrari rakibine serseri bir dirsek vurup can almıştı, Niang’ın centilmen ayak üstü can verdi, Alex ve Gökhan Zan yoktu aynı ceza sahasında, Sow ve Sivok vardı ve 90 artıda Fenerbahçe’nin 10 numarası Tuncay susturmuştu herkesi, Beşiktaş’ın 10 numarası Olcay coşturmalıydı.

Bu son 10 yılda Fenerbahçe Beşiktaş’a -çoktan aza doğru- kornerden, Alex’in kafasından ve bekleneni veremeyen forvetlerinin aşırtmasından gol atıp durmuştu. Alex gittikten sonra ikinci sorun, Gökhan Zan gittiğinden beri üçüncü sorun çözüldü. İlk sorunun çözülmesi için ise Gökhan Gönül’ün Fenerbahçe’den ve/veya ön direkten ayrılmasını bekliyor Beşiktaşlılar. Dün tüm Fenerbahçe kornerleri yine goldü: Bir tanesi kanunen, bir tanesi vicdanen, bir tanesi de çizgiden... İlk golde (ikisinde de) arka direk çoğu zaman olduğu gibi bomboştu. Son golde ise doluydu. Bu ayrıntının nelere yol açtığını hepimiz tecrübe ettik.  

Korner maharetleri bir kenara Fenerbahçe’nin Beşiktaş solunu darmaduman etmesi sadece Gökhan Gönül’ün ülkenin en iyi, Avrupa’nın en iyi beklerinden biri oluşunun değil, önünde Kuyt gibi bir ciğer ve zekanın da varlığının doğal bir sonucu. Kuyt mekanik ve matematiksel; durmak bilmeyen bir dozer gibi Gökhan’ın önüne kanallar açıyor. Gökhan ise zarif ve pratik; su gibi doluyor boşluklara, dostuna hayat hasmına dert veriyor. Adaşının yarattığı selde boğulan Süzen takımı da boğmaya başlayınca Aybaba sahaya sırtını çevirdi ve yaş ortalaması 24 olan kulübesine baktı. 700.000 TL’lik servetle mutlu mesut Belediye kadrolarında emeklilik beklemek varken, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının altında bir meblağaya Beşiktaş’ı yeğleyen Emre Özkan’ı gördü.  

Maç da burada döndü.

Beşiktaş savunmasına Emre Özkan ile beraber ters kademe, isabetli orta ve adam kovalama eklendi. En zayıf yer, yeterli bir hale yükseltildi, lanetli dakikalara yaklaşırken.

70’den sonra Beşiktaş çok puan kaybetti İnönü’de. Rakibinden skor ve adam fazlası olmasına ragmen hem de. Aykut Kocaman da bunun farkındaydı, 70’de motoru açmak istedi. Caner sola, Topal prese geçti. Fenerbahçe merkezde 1 kişi azaldı, gözünü kenarlara dikti. Kocaman’ın bildiğini, Aybaba da biliyordu, Veli Kavlak son derece iyi bir maç, sıkı bir yorgunluk ve sarı kartla kenara geldi. Oğuzhan ile rest dedi Samet Hoca. Elindeki tek ofansif  gücü kullandı. (Sinan Kurumuş’u henüz ofansif güç olarak düşünmememi bağışlayacağınızı biliyorum.) Beşiktaş merkezi bırakmamaya kararlıydı. Artık daha yetenekliydi o bölgede. İbrahim Toraman dahi göbeğe koşular yapmaya başladı. 

Filip Holosko’nun 12 km, Olcay Şahan ve boğazlı kazağının 11.5 km üzerinde koştuğunu biliyorsunuz. 2 kenar forveti kova kova ter boşaltırken, rakip beklerin de aynı sayıda kovayı doldurmaları gerekir. Aksi halde önce merkez ortasaha kuvvetleri yardıma gelir, onlar yorulduktan sonra stoperler kenara kaymaya başlar. Elinizde nur topu gibi dikine boşluklar bulabilirsiniz. 

Gökhan yorulmuştu, Egemen ve Bekir ilerdeydiler, kartlıydılar ve yavaştılar. Fenerbahçe’nin en zayıf olduğu noktaya koşacak kuvvet ve yürek Olcay’ın, onu besleyecek bilek ve zeka Niang’ın, sevinç ise milyonlarındı.

100 yıllık hikaye böyle bitmeliydi. 2 takıma da teşekkürler ve tebrikler. Artık gıcır gıcır bir statta, yeni kahramanlarla eski hikayeye kaldığımız yerden devam ederiz.

Yakup Sabri İNANKUR

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...