29 Şubat 2012 Çarşamba

Blogtivi 2. Bölüm


15.02.2012 tarihinde konuğu olduğum Blogtivi programının 2. Bölümü.( İlk bölüm için burayı tıklayınız)



Blogtivi 1. Bölüm


Halbuki çok sakindim. Yayın öncesi sohbet sıcak ve keyifliydi. Sonra ışıklar, kamera, ses gelmeyen mikrofon, yerinden çıkan kablo hızlı ve etkili geldi. Teknik ekibin sihirli dokunuşuyla 30 saniyelik kaos yerini profesyonel bir düzene bıraktı. Canlı yayının kolay rakip olmadığını anlamamla başlama işaretinin gelmesi bir oldu. Yine de ilk 5 dakikadan sonra oyunun kontrolünü ele aldım. Güzel enstantaneler ve enfes goller oldu. Sağolsunlar Murat Türker ve Şeyda Baykal şık asistleriyle beni çoğu zaman tamamladılar ve doğru noktalara daha kolay koşmamı sağladılar.

Futbolun geldiği noktayı, çocukluğumu, mahalle maçlarını, nasıl Beşiktaşlı olduğumu konuştuk.

Kaçıranlar, tekrar izlemek isteyenler, okuduklarının etten kemikten halini görmek isteyenler buyursunlar.

İyi seyirler…




Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Bana en çok Pembe VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, birçok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Pembe VAIO'yu seçti.

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...

Bir bumads advertorial içeriğidir. sony-vaio

27 Şubat 2012 Pazartesi

Herşey Sahte Melo Gerçek


Dün akşam açıkça gösterdi ki; Türk Futbolu’nun (hatta dünya futbolunun) 4-3-3 denilen (ama uygulamada 4-5-1 olan) dizilişten mümkün mertebe uzak durması gerekiyor.

Atılan 5 golün 4’ünün takımlar 4-4-2 oynarken gelmesi sürpriz ya da tesadüf değildi. Hatta oyunun güzelleştiği anların da hocaların 4-3-3’den (yani 4-5-1’den) vazgeçtiği bölümlerdi.

Süper Lig’de tüm takımlar 4-3-3 (aslında 4-5-1) oynuyor. Ligimiz zaten sert iken bir de üzerine göbekte 2 hatta 3 takoz barındıran takımların sayısı bir hayli fazla. Orta yuvarlağa sığışmaya çalışan 6 kişinin mücadelesi futboldan çıkıp kör dövüşüne dönüyor ve maçlar bu yüzden çoğu zaman ruhumuzu sıkıntı kıskaçlarıyla esir alıyor.

Eğer hakkını verebilseler sahaya hakim olma ve topla daha fazla oynamak için tasarlanan 4-3-3 gözümüzü okşayan bir futbolu önümüze koyar. Bunun için ilk şart 2 adet kenar forvet!

Riera, Simao ve özünde Engin, Quaresma kanat oyuncuları. Bildiğimiz eski model, hızlı, teknik, taç çizgisine bitişen, önündeki bekin belini kırıp penaltı noktasına orta yapan sınıf. Leonardo, Giggs, Ginola, Zenden bu sınıfın son aristokratları. Elimizde Giggs kaldı yadigâr. Modern futbol bu tarz oyunculara yeni bir misyon yükledi ve altyapı eğitimleri bu misyonla evrildi. Yeni göreve “kenar forvet” ismi yakıştı. Kenar forvetler (genelde) ters ayaklarıyla kanatlara yerleşiyorlar. Solaksa sağ kanada, sağaksa sol kanada... Çünkü görevleri rakip savunmanın göbeğine dalmak. İleri 3’lü bir mızrak başı gibi daralan üçgen bir yapıda, rakip savunmanın karnını yarmakla / yıpratmakla görevli. Mızrağın sapını, arkadan şok prese gelen orta saha oyuncuları oluşturuyor. Onların görevi 3’lünün deldiği boşluklara saldırmak ve kaptırılan topları çabucak geri kazanıp akına (savunmayı delmeye ve yarmaya) devam etmek.

Elimizdekiler (Stoch, Ambarat gibi azınlık hariç) kanat oyuncuları olduğu için hedef santraforlar yalnız kaldığı gibi, orta sahada da bir tatsız tutsuz (zaman zaman ruhsuz) bir tango izliyoruz.

Terim’in Galatasaray’ı, sakatlıklar sonucu dengesi bozulan Beşiktaş savunmasını Necati-Elmander ikilisinin sürekli baskısı ile  yıkmaya çalıştı. Engin-Emre Beşiktaş bekleriyle “kenar forvetlerinin” bağını kopartırken, Selçuk-Melo ikilisi Gerrard-Lampard minvalinde oyun mentaliteleriyle İngiliz tarzı Galatasaray’ın (ve 4-4-2’nin), lige (ve 4-3-3’e) olan isyan çığlığı oldular.

Pektemek’in girişiyle Beşiktaş da İngilizce konuşmaya başladı. Quaresma’nın etkinliği arttı, zira özüne döndü. Ernst ve Necip oyuna ve topa daha fazla hükmetmeye başladılar. Beşiktaş rakip kaleye akmaya başladı.

Dünya futbolunda 10 numaraların yerini ‘sahte 9’lar aldı. Kanatların yerini ise kenar forvetler. Batının dizilişini aldık ama mantığını alamadık. Sahte kenar forvetler üretmeye çalıştık. 2010 Barselona’sı gibi oynamak hayalinde 1960 model Barselona olduk.

Madem kenar forvet üretemiyoruz ya da (niyeyse) transfer etmiyoruz, biz de kendi doğamıza adapte olmalıyız. Çift forvetli o güzel günlere dönmeliyiz. Kadim 4-4-2 yahut 4-3-1-2 gibi bize uyan dizilişlere geçmeliyiz. Galatasaray’a bu sezon şampiyonluğu getirecek gerçek bu. Galatasaray’ı burun farkıyla foto finişte kazandıran gerçek bu. Çünkü Galatasaray’ın sahte! 10 numarası, Türkiye’de olabilecek tüm 10 numaralardan daha gerçek.

Yakup Sabri İNANKUR

14 Şubat 2012 Salı

OleFutbol Blogtivi'de!


Yarın 15:15’te Sportivi kanalında yayınlanan "Blogtivi" programının konuğu olacağım.

Murat Türker ve Şeyda Baykal'ın yönetimindeki program her Çarşamba sevilen blog yazarlarını konuk ediyor. Güzel bir sohbet gerçekleşirken, takipçiler de böylece okudukları cümlelerin ete kemiğe bürünmüş halini tanımış oluyorlar.

Sportivi, Tivibu üzerinden yayın yapan bir kanal. Tivibu 77. kanaldan takip edebilirsiniz.

Yarın görüşmek üzere.


Blogtivi de Sportivi Yakup Sabri İNANKUR

8 Şubat 2012 Çarşamba

Barış Manço ile Gullit&Van Basten&Rijkaard


Gündemin onca hayhuyunda boğulurken ara sıra nostaljinin naftalinli kokusunu teneffüs etmekte fayda var.

Dünya futbolunun AC Milan’ın hakimiyeti altında olduğu yıllar. Rossoneri’nin karşısına çıkan yerle yeksan olmakta. Gullit, Van Basten ve Rijkaard bu güzel diktatörlüğün en gösterişli 3 silahşörü.

Barış Abi 2000 kilometre küsür yol gitmişti ve Televolelerden asırlar önce bu dünya yıldızlarına “Maraba Türkiye” dedirtmişti.

Van Basten biraz utangaç Bursaspor’a karşı zorlandığından bahsediyor. 2 maçın detaylarına (skorlarına) girmiyor. Rijkaard 21 yıl uzaktan Türkiye’ye kapıyı aralıyor; “yarının ne getireceğini kim bilebilir ki” diyerek. Gullit ise son çıkardığı albümden bahsediyor.

Fevkelade bir röportaj!

Bir önceki yazıda Sürtünmeli Piston’un yaptığı harika yorumla nokta koymak en güzeli.
“Keşke rahmetli Barış Manço Milano'da röportaj yaptıktan sonra bir de düet yapsaydı Gullit ile…”

Buyrun “7’den 77’ye” Milano…

7 Şubat 2012 Salı

Protest Müziğin Kralı; Gullit!


Tamam bu adam Avrupa’da 2 kez yılın oyuncusu seçildi. Beyaz bir kıtanın bembeyaz ülkesinin 10 numarası ve kaptanı olarak Avrupa Kupası’nı kaldırdı. 20. Yüzyılın en iyi takımlarından birinde başrol oynadı. 235 gol attı…

Amma ve lakin Gullit, ayrımcılık ve ırkçılığa karşı horul horul uyuyan bir dünyada sesini sadece futbolla duyurmanın yeterli olmadığını düşünmüş.

Müzikal yeteneklerinin farkına varan Surinam asıllı oyuncu sahneye adım atmakta tereddüt etmedi. 1984’te ilk single “Not the dancing kind” ülkesinde en çok satanlar listesinin başına oturdu.  Gullit protest reggae şarkılarıyla Anti-apartheid hareketinin seslerinden biri oldu. Apartheid; Güney Afrika’da Ulusal Parti hükümetinin (Mandela iktidarıyla ortadan kalkana kadar)  zencilere uyguladığı ırkçı ayrımcı sistemin adı. Hollanda Kaptanı 1987’de kazandığı Altın Top ödülünü Nelson Mandela’ya adadı.

Bir yıl sonra bir yandan Hollanda’yla Avrupa Şampiyonası’na hazırlanırken diğer yandan da  grubu Revelation Time ile “South Africa” albümünün kayıtlarını tamamlamıştı. 1988 yorucu bir yıldı ama kesinlikle vefasız değil. Gullit bir kupa bir de Altın disk ekledi kariyerlerine.

Karşınızda Ruud Gullit-Revelation Time ve o yılın 3 numaralı hiti South Africa! Klip; Gullit’in en parlak sanatından yani futbolundan da kesitler getiriyor karşımıza. 

6 Şubat 2012 Pazartesi

Kazananlar Ve Mücadele Edenler


Tüm umudunu, hedeflerini ve hayallerini Portekizlilerin sırtına yükleyen Beşiktaş, onlar dinlenmeye! çekildiğinde önce umudunu yitirmeye başlıyor, sonra hedefe gidemiyor ve en sonunda kırık hayalleriyle başbaşa kalıyor.

Tayfun Talipoğlu jargonunda bir giriş yapmayı ben de beklemiyordum. Ancak Beşiktaş’ın yaşadığı tam sekiz! yıllık buhran Beşiktaşlı sağlam dünyalara çürük fay hatları ekledi. Öyle ki en ufak bir hezeyanda camia ve onun gözbebeği futbol takımı sarsılıyor.

Beşiktaş Kadıköy’e önce bel bağladığı prenslerinin ihaneti, sorumsuzluğu veya ihmalkârlığı (dilediğiniz tanım ya da tanımları seçebilirsiniz) ile, daha öncesinde 2 ardarda mağlubiyet ile ama en öncesinde Sn. Yıldırım Demirören’in tarihi TFF genel kurulu açıklaması ile gitti.

Bu kadar öncü deprem, bir ana depremin habercisiydi (ki 2-0’lık sonuç da bu haberi doğruladı) zaten. Bununla birlikte yıkıntıların arasından, tüm o cafcaftan ve şaşaadan sıyrılmış bir takım vardı sahada. Önder olarak da “Beşiktaş mücadeledir” mottosunun ruhani lideri Fabian Ernst sanki bir isyan halindeydi olan bitene!

Fenerbahçeli’nin dünyası ise tam tersi bir iklimde dönüyor. Alabildiğine renkli! Ne mağlubiyetler, ne 3 temmuz vakası ne de herhangi başka bir sarsıntı Fenerbahçeli’nin keyfini kaçırıyor. Krizler; taraftarı, oyunucuyu, basın mensubunu ve yönetimi birbirine daha çok bağlıyor. Bu sinerji derbi maçlarda öyle yüksek bir frekansta tezahür ediyor ki, kötü oynadığı derbilerde bile bu psikolojik hava sarı-lacivertlilere galibiyeti getiriyor.

Bütün bunlara rağmen Beşiktaş kazanabilir miydi?

Meşhur Holosko pozisyonu konuşulmaya değer. Topu ilk aldığında bekletmeden Mustafa’nın önüne yuvarlayabilirdi. Sürmeyi tercih etti. Sürdü, sürdü ve ne yakın direkteki arkadaşına ne uzak direkte daha zor pozisyondaki arkadaşına çıkardı. Bize daha zoruna muktedir olduğunu kanıtlarcasına penaltı noktası üzerinde bolca Fenerbahçeli’nin bulunduğu bir alana gönderdi topu. İnsanlar bu tür saçmalıkların çok daha azını yaptığı için en iyi arkadaşları tarafından bir daha halı sahaya çağrılmıyorlar ve İbrahim Akın bunun daha azı için Metris’te…

Ligin duran top şampiyonu Beşiktaş, (oyun boyunca 10’dan fazla korner kullandı) golü kornerden yedi. Gökhan ok gibi ön direğe fırlarken Büyük Alex ayağının içiyle “şöyle” bir kesti. Gökhan arkaya aşırtırken tüm Beşiktaş savunması ön direkte kümelenmişti bile. Alex ile Gökhan’ın, gol sevinci yumağından uzakta (korner bayrağına yakın köşede) birbirine sarılması; senaryolaştırılmış, çalışılmış ve nihayetinde çekimleri tamamlanmış bir filmin final sahnesi oldu.


Golden sonra, kısa, akıllı ve isabetli paslarla merkezde hakimiyet kurdu Fenerbahçe. Zaman zaman Alex bile Emre bölgesine inerek pas trafiğine ufak rötuşlar yaptı. Siyah-beyazlılar için Gökhan Gönül’ün bindirmeleri bir dert, Stoch’un boşluklara sızması ayrı bir dert oldu. Veli Kavlak’ın adam kovalamaktan sıkılıp kart görmesi sürpriz değildi. Öte yandan, Beşiktaş’ın top yapabilen tek adamı sol çizgideydi.  Acaba Carlos Hoca saha içine ufak bir dokunuş yapabilir miydi? Eğer Veli sol çizgiye Simao merkeze çekilse hem Beşiktaş’ın oyun kuramayışı azalmış olacak hem de Gönül’ün önü Kavlak’la kapanmış olacaktı.

Beşiktaş’a önce bilim yardım etti. İyileşmeden oynayan / oynatılan Gönül’ün vücudu müsaade istedi. Fenerbahçe teknik kadrosu ve doktorları sadece Fenerbahçe’nin ve Ulusal Takım’ın sağ kanadını değil, Gökhan Gönül’ün kariyerini de riske ediyorlar. Herşeyden önce Gökhan kendine dikkat etmeli. Arkadaşı Arda sakat sakat oynadığı için neredeyse futbol hayatına nokta koyuyordu. Oyuncularımızın aklına profesyonel oldukları sadece sözleşme dönemlerinde geliyor. Camiaların, taraftarların gazını / övgüsünü alırken; sakat sakat oynayıp göklere çıkarılan ama sonra bir daha toparlayamayıp tarihte hoş bir anı olarak kalan bir çok oyuncunun durumunu iyi düşünmeli ve değerlendirmeliler.

İkinci yarı, Beşiktaş maçlarının 55. dakikasında sakatlanarak oyundan çıkma ritüeline sadık kalan Emre Belözoğlu da Gökhan’a katılınca Fenerbahçe’yi rakip sahaya taşıyan ayak kalmadı.

Carlos Hoca bu noktada bir müdahalede bulundu. Ernst’i hücum prese gönderdi. Fenerbahçe savunmada top yapamamaya, hata yapmaya başladı. Hemen sonra Necip hamlesi geldi. Ernst tüm gücünü hücum prese verdiğinden Necip ribaundları toplama işine beceriyle koyuldu. Bu yüzden bütün pozisyonlara Ernst girdi. (En son bu uygulamayı Mustafa Denizli Ernst-Fink ile uygulamış ve Şeref Bey’de 3-0 kazanmıştı.)  

2 takımın da sakat(lanan) / eksik oyuncuları becerisi ve estetiği yüksek oyuncular olduğu için (kalanlarla) iyi mücadele oldu, iyi maç olmadı.

Fenerbahçe kazandı ve play-off grubu için kamouyuna manifesto çekti. Taraftar gruplarının kendi içlerinde manifesto çektiği Beşiktaş ise Araf’a düştü ve görünen o ki önünde daha zor mücadeleler var. 

Yakup Sabri İNANKUR

Not: Rakip seyirciler deplasmandaki derbilere alınsın diyoruz, lakin biri müze kapısı kırar, diğeri koltuk...Maç izleme hakkı engellenemez de, maç izlemedikten sonra o hakkı istemek, haklıyken haksız durumuna düşürüyor maalesef…




3 Şubat 2012 Cuma

Seba’yı Hatırlamak


Hatırlamak canlı tutar insanı. Aynı zamanda fena da can yakar!

Hatırlıyoruz.

Dün “başkana saygı”yı unutup derin bir çığırtkanlığa gömülenleri.
Bugün “başkana saygı”yı hatırlatıp avazı çıktğı kadar susanları.

Dün “YETER ARTIK” diyenleri.
Bugün “YETMEZ” diyenleri.

Hatırlıyoruz.

Bazen o ağızlardan biraz da metazori olarak; o günler için “biraz abarttık, aslında tam içinde bizler yoktuk, genel bir tepki vardı, hatalı oldu, unutalım geçmişi, boşverelim ileri bakalım” aromalı kelimeler yayılıyor.
Hani afilli de cümle kuruyorlar. Atarı, gideri baharatlı…
Ama kötü kokuyor.
Bilincimizin taaa altına bir af mesajı yollarken yanında promosyon olarak mevcut başkana “aynı hatayı! tekrarlamamak” gerektiğini hatırlatıyorlar!

Oysa ki;

Affetmek; ne unutmaktır, ne boşvermek!

Affetmek; herşeyden önce hatırlamaktır. Dibine, kokusuna, dokunuşuna kadar hatırlamak. Hatırlamak ve canı yanmak.
Sonra bütün o can yangınının ortasında yargılama hakkından gönül rızasıyla feragât etmektir.

Bizler ise yargıladık ve suçlu bulduk.

Onları Allah affetsin, bizler affetmiyoruz.

*******

Süleyman Rıza Seba için 10 dakika sessizlik rica ediyorum hepinizden.
Bunu aynı zamanda Beşiktaş için saygı duruşu olarak da kabul edebilirsiniz

15 sene oldu senin süren doldu döneminin kısa bir özeti var aşağıdaki videoda.

Küçüklerimiz bilsin, büyüklerimiz hatırlasın diye…  

8 Yıla Kırmızı Kart!


Fernandes’in bilge ayaklarından yoksun Beşiktaş için bu, aslında sorunların en hafifiydi. Maç başlayalı henüz yarım saat olmuşken beklerin zarurî değişimi ağır bir travmaya neden oldu. Haliyle savunmanın %50’si bu kadar kısa sürede değişince ne savunma dengesi kalıyor ne uyumu…

Zaten bu dakikadan itibaren Holosko ve Mustafa kenarda battaniyelerine daha bir sıkı sarıldılar. Sıcak bir kahve söyleseler de yeriydi zira Carvalhal’in atacağı tek kurşunun markası belliydi. Sahanın mesihi; küpeleri ve yeni saç modeliyle aynı battaniyenin altında farklı anlam ve (her anlamda farklı) değerle oturmaktaydı.

Bu esnada deniz tarafındaki kalenin önündeki Çağdaş Atan-Cristian Zurita zincirine Hakan Bayraktar işçiliği de eklenirken, İdman Yurdu, kalesini iyiden iyiye güvenceye aldı. Veli-Ernst ve Necip’in terleri orta sahadaki çimleri sulayıp yeşertirken, arkalarındaki ve önlerindeki çimler verimsizlikten soldu! Bu muhteşem üçlü, maçı toplam 14 top çalmayla bitirdi. Yine toplamda Şeref Bey’den Saraçoğlu’na uzanan mesafeyi de katettiler. Pazar akşamı aynı mesafeyi gerisin geri alınlarının akı ve teriyle katedeceklerinden şüphem yok. Sonuç ne olursa olsun…


Beşiktaş orta saha sendikasının emekleri, gerek beklerin gerekli yardımı getirememesinden, gerek hücum departmanı müdürlerinin gereksiz kopukluklarından ötürü boğazın soğuk sularına battı.

Kazanılan topları etkili olarak rakip kaleye taşımak ve Mersin’in kalın zincirini aşmak için; ya gemileri karadan yürütmek kalibresinde dahiyane bir fikre ya da şairane bir isme ihtiyaç vardı. O şairane isim, o son kurşun, büyük bir tezahüratla sahaya adım attı. Yarım saat süren mücadelesinde! Joseph Boum seddini aşamadı. Topla delemediği duvarı, topsuz yıkmaya çalışınca (ve başarınca!) Beşiktaş’ın, Beşiktaşlı’nın 3 puan tüten hayal gemileri de karaya oturdu.

Esasında Quaresma’nın gördüğü kart; 8 yıllık Beşiktaş’ın lüks sarhoşluğu, plansızlığı, müsrifliğinin girdiği çıkmaz sokak ve yüzüne çarpan kırmızı briketli bir duvardır. O kırmızı kart Beşiktaş’a çıkmıştır, 101 yıllık kültüründen kopmanın haklı cezası olarak…

Ve Beşiktaş Taraftarı buna “YETER” demektedir. Ne “Fenerbahçemiz” gafı, ne “dekoder alın” tüccarlığıdır olayın temeli.  

Beşiktaş’ın özüne dönmesi ve bu lüks sarhoşluğundan kurtulması şarttır. Hepsi bu!

Robinho (ve muadilleri) şımarıklığıyla sübliminal yağlar dökülen, kir ve leke tutmuş koltuklara demek ki bir kadın eli değmesi gerekiyormuş.

Sn. Demirören’in tam arzuladığı gibi oldu mu bilmem ama dün gece o tribünler tertemizdi.

Yakup Sabri İNANKUR

2 Şubat 2012 Perşembe

Öldürmenin Dayanılmaz Sabırsızlığı


İnsanlar birbirini öldürmek için pek çok zahmet çekiyor. Halbuki biraz beklesek hepimiz öleceğiz zaten.

Milenyum diyerek bir heyecanla başladığımız 21. yüzyılda da, Müslüman coğrafyalarda sabırsız bir zahmet! bu zamana kadar süregeldi. Batıdan esen bahar rüzgârlarının közde bekleyen eski kinleri korlamasının payı da en az paydadaki geri kalmışlık (ya da geri bırakılmışlık) kadar büyük.

Futbol ve politika arasındaki bitmez (ve bitmeyecek) kirli bir tangonun yeni bir versiyonu sahnelendi Mısır’da.

El Mesri’nin, El Ehli’yi 3-1 mağlup ettiği maçtan sonra El Ehli seyircileri, El Mesri tribünlerine akarak futbol tarihinin en büyük bataklıklarından birini bıraktılar sahaya…

Şu ana kadar 76 ölü 1000’den fazla yaralı var.


Başkent Kahire'den 200 kilometre uzaklıktaki Port Said'de maç sonrasında çıkan olayların önceden planlandığını gösteren birçok ipucu var. Mısır Sağlık Bakanı yardımcısı Hisham Şeyha çoğu yakalıdaki kesiklerin, saldırının önceden planlanmış olabileceğini gösterdiğini ima etti. Saldırıyı Mısır futbolunun en büyük felaketi olarak gördüğünü söyleyen Şeyha, ölenlerin birçoğunun izdihamda ezilerek yaşamını yitirdiğini belirtti.


Politik bir çapanoğlu mevcut görünüyor. Bazı gruplar bunun bilerek “polise ihtiyaç duyulduğunun kanıtı” için bizzat polis tarafından örgütlendiğini söylerken, bazıları da katliamın sorumluluğu orduya atıp, nihai amacın “polisi etkisiz göstermek” olduğunu ileri sürüyorlar. Mısır'ın en büyük siyasi oluşumlarından olan Müslüman Kardeşler Örgütü ise yaşanan katliamdan hem polisi ve hem orduyu sorumlu tutuyor. Onlara göre polis ve asker ülkede bir güvenlik boşluğu olduğunu kanıtlamak için bilerek müdahalede “gecikmişler”, hatta izin vermişler.

İddiaların etrafında döndüğü noktalardan biri de; Ultras oluşum liderlerinin satın alındığı, tribünlerin; artık takım ya da ülke çıkarlarına değil, şahsi çıkarlara doğru dalgalandırıldığı bilgisi. Eğer öyleyse derim ki, El Ehli’den menfaat bekleyen annesinden cilve beklesin.

Çoğumuz insanoğlunun barış içinde yaşayacağı günler olmayacağına inanıyor. Ben bu kadar umutsuz değilim. Eminim birgün savaşacak kimsemiz kalmadığında savaşlar son bulacak. “Sabırsızca” o günlere yaklaşıyoruz.


Yakup Sabri İNANKUR
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...