27 Mayıs 2012 Pazar

Mourinho Beşiktaş’tan Kovulur mu?



Jose Mourinho’nun Fatih Altaylı’ya yaptığı açıklamalardan dikkatimi çeken bir bölüm oldu. Borçlar bir tarafa Fikret Orman’ın düzeltmesi gereken bir imaj ve son 10 yılda çöreklenen taraftar düşünce yapısı var. Futbolu herkesten ve herşeyden çok iyi bilmemiz dünyanın en iyi teknik direktörünün dahi gözünü korkutmuş:

-Beşiktaş’a gelir misin?
Mourinho “Hayır” anlamında elini salladı.

-Gelmem. Real Madrid’in üç eski teknik direktörü Toshack, Del Bosque ve Schuster Beşiktaş’a geldi, üçü de kovuldu. Dördüncü olmak istemem.

Yakup Sabri İNANKUR

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Sezon Sonu; 4-Beşiktaş


Geçenlerde bir arkadaşım Beşiktaş’ın şampiyonluk yolunda kendi kaderini tayin edemediğinden yakınıyordu. O zaman henüz Avrupa Ligi yolunda kaderini tayin edemeyecek durumda değildi. Bugün bunun için de yakınabiliriz artık.

Beşiktaş’ın lig 4.’sünün haklarına sahip olmak için başka takımların maçını beklemek zorunda kalması elbette dün gece oynamayan Sivok’un suçu değil. Bütün sezon yarım oynayan, play off döneminde ise forması midye bağlayan Mustafa Pektemek’in suçu değil. 9.5 numara sağbek Hilbert’in suçu değil. Ligin en sağlam savunma oyuncusu Egemen,  playofflarda %86 isabetli pas oranıyla oynayarak mücadelesini estetikle rötuşlayan Fabian Ernst zaten mevcut durumun hafifletici sebepleri.

25 Ağustos 2011’den bu yana 54 resmi karşılaşmaya çıktı Beşiktaş. Bunların 8’ini ligin en güçlü / diri takımları (aynı zamanda bugün şampiyonluk mücadelesine çıkan), ezeli rakipleriyle, 2’sini bu sezonun UEFA şampiyonuyla, 2’sini geçen sezonun UEFA finalistiyle oynadı. En yoğun olduğu aralık ayında 7, takip eden ocak ayında 6 kez sahadaydılar. Bu tempo Beşiktaş’ın gardını şubat ayıyla birlikte düşürmeye başladı. Futbolun dibine itilen teknik direktörünün gelmesi, futbolun başına çıkarılan başkanının gitmesi de o dönemi iyice çalkaladı. Sakatlıklar arttı, mağlubiyetler arttı. Henüz 2 ay önce lig zirvesinin 3 puan gerisindeyken hayal evini şampiyonluk (ve hatta UEFA finali) briketleriyle inşa eden taraftar, merkez üssü Demirören olan geleneksel depremin yıktığı hayalleriyle başbaşa kaldı.

Basketboldaki ve hentboldeki başarının çapı, kupaların büyüklüğü, çıtanın yüksekliği; bize sorunun camiada değil futbol takımı boyutunda olduğunun denklemini kuruyor.

Baş sorumlular; futbol takımını kuran, yöneten ve Beşiktaş’ın değerlerine uymayanlardır. Tablonun siyahı onlarındır, beyazı futbolcuların. Tüm siyah-beyaz ise taraftarın: ruhunu rantla ehlileştirmeyen Beşiktaşlılarındır. 

Yakup Sabri İNANKUR

10 Mayıs 2012 Perşembe

Dev Çocuklar


Taksiye havaalanından binerseniz taksimetrenin kırmızı rakamları Vlad Tepeş’in kazıkları kadar büyük ve sivridir. Geri kalan herşey ucuzdur. Güzel şehirdir Bükreş. Doğunun Paris’i denir. Batının Paris’ini görmediğimden bu kıyaslama için yorumum yok. Ancak Paris’te bu kadar güzel kadın olmadığına eminim. Tabii en güzeliyle evli olduğum (ve Türkçe bildiği, burayı da okuduğu için) bu konu çok da ilgimi çekmiyor.

Tuna nehri akmam diye bağırır kışın. Bükreş’e belinden dolanan kolu Dâmboviţa da bu emre uyar. Buzların üstünde kayak yapan, sortiler atan martıları izlerken yaslandığınız yahut oturduğunuz köprünün duvarında göreceğiniz “Beşiktaş” yazısı eksi 20 dereceye isyan edip içinizi ısıtabilir yine de…

Odeon Tiyatrosu’nun önünde Atatürk ile karşılaşmak kasvetinizi alır. Büstün hemen altında Rumence “Yurtta barış dünyada barış”ı telaffuz etmeye çalışırsınız, Türkçesi’ni görünceye kadar.

Şehir koca bir denizmiş gibi, gökyüzünün tüm griliğini bedenine yansıtır. Bu gri denizin dalgaları insanı yutan ama şaşırtıcı şekilde boğmayan dev binalardır. Bükreş’te herşey devdir: Yollar, meydanlar, parlemento binası, yoksulluk, eğlence, Türk Şehitliği, saygı, parklar, ağaçlar, ıslak köpekler, müzeler, hayaller, Arena Naţională Stadyumu ve dün gece Radamel Falcao.

 


Bitiricilik; golün bittiği noktada başlıyor. Golü başlatan ise soğukkanlılık, pozisyon zekası, çeviklik ve katil içgüdüsü. Geçenlerde verdiği bir röportajda şöyle diyordu bu karizmatik isimli Kolombiyalı: “Babam her zaman uzak köşeye nişan almamı söylerdi. Bunu ilk kez yaptığımda çok mutlu olmuştu. Şimdi her zaman onu mutlu etmeye çalışıyorum”

İnsanın ruhuna çocukken atılan imzalar, ömür boyu sürecek sözleşmelerin garantisidir. Büyüdükçe ve çetinleştikçe; karakter / alışkanlık / refleks olarak kendi eserine acı, tuzlu bazen de tatlı estetikler katar. Falcao da kendi hikayesini ayağıyla yazanlardan. Azınlığın sahip olduğu doğru bir babanın güzel imzasını taşıyarak devleşen şanslı çocuklardan. 


Madrid öne geçtiğinde tehlikeli takım. Geriye çekiliyorlar ve kontra atak silahını durduramıyorsunuz. Rakip savunmanın en dengesiz yerini eşeliyor ve gollerini oluğa akıtıyorlar. Beşiktaş’ın da (aynı skorla) tecrübe ettiği gibi. Beşiktaş’ın sol tarafındaydı bu delik. Bilbao ise göbekte zayıf kaldı. Hücumda, Suseata ve Muniain’in delici koşuları Gabi gümrüğünü geçmekte zaman zaman başarılı oldularsa da top bir şekilde Marcos’un ya da Llorente’nin istediği noktada durmadı. Top kontrolünde çıkan bu santimlik uygunsuzluğu Madridliler affetmedi. Boşlukları kapattılar ve çoğunlukla vuruş açısı vermediler. Bask ulusunun hayalleri sağolsun. Bu sezonun sempati şampiyonu oldular. Dolayısıyla futbolseverin empatileri de onlarlaydı. Gencecik Muniain çimlere yatıp ağlarken hepimizin içi burkuldu. Tribünde ve San Mames’deki binler de oyunculara katıldı. Futbolu ve takımını sevenler tribünde ağlayanlardır. 2 hafta sonra Kral Kupası’nda gönlüm onlarla. Real Madrid ve Barselona ile birlikte ligden hiç düşmemiş 3 takımda biri olan bu gururlu ve kadim takım bu sezon bir kupayı hakediyor.


Madrid’in en çalışkan isimlerinden biri de dün gece Arda Turan’dı. Simeone 93. dakikada onu kenara alırken taraftarına alkışlatma onurunu bahşetti ona. Bütün sezonu 3.5 top çalma, 2.2 pas kesme gibi iyi bir savunma ortalamasıyla bitiren Turan hücumda maç başına 35 pas ile oynuyor. Bunlardan 1’i (key pass) takımını gol pozisyonuna sokuyor. Dün 34. dakikada Falcao’ya olduğu gibi. Bütün bu sayıları biriktirdi Arda ve çocukluk hayalini gerçekleştirdi. Hagi gibi aşırtma yaptı, Bülent gibi kanadı ve UEFA Kupası’nı kazandı. Pubisiyle, Galatasaraylılığıyla, sevgilisiyle uğraşanlara karşı devrilmedi, işini yaptı rakiplerini devirdi ve devleşti.

Yakup Sabri İNANKUR

7 Mayıs 2012 Pazartesi

4-4-2, Pektemek, Dakika 65, Riera, Quaresma


20 Kasım 2011 saat 19.00’da Şeref Bey’in çimlerini Beşiktaşlı ve Galatasaraylı oyuncular ezmekteydi. Düşüncede 4-3-3 ama uygulamada 4-5-1 olan dizilişle sahaya yayılmışlardı. Sıkıcı, yeknesak bir orta saha mücadelesinde debeleniyordu futbol. Carvalhal de, Terim de “orta yuvarlağın etrafında dönen debdebeyi kazanan maçı kazanır” düşüncesinde merkez oyuncularını tazelediler. Ayhan’ın yerine Sabri, Veli’nin yerine Necip deparlarla, canavar gibi sahaya çıktılar, 10 dakika sonra sedyelerle sahadan çıktılar. Aynı anda gelen bu 2 “ilahi” sakatlık 65. dakikada 2 teknik direktöre Pektemek ve Baroş değişikliğini mecbur etti. Kenar forvet Quaresma kanada geçti, taç çizgisine bitişti. 2 takım 4-4-2 oynamaya başladı. 1 saat 5 dakika boyunca kaleyi bulan toplam 3 şut dışında “-seydi, -saydı” hayal ekleriyle dahi gol olduramayan bizler son 24 dakikada 8 isabetli şut, 3’er gollük atak izledik. Quaresma son yarım saat oyuna ağırlığını koydu, maçın adamı oldu.

26 Şubat 2012 saat 19.00’da Ali Sami Yen Spor Kompleksi TTArena’nın çimlerinİ Galatasaraylı ve Beşiktaşlı oyuncular ezmekteydi. Galatasaray düşüncede ve uygulamada 4-4-2 olarak sahaya yayılmışken, misafir Beşiktaş “klasik” 4-3-3 dizilişiyle sahaya çıkmış, 4-5-1 klasiğinde yayılmıştı. Galatasaray maça harika başladı. Hemen öne geçti. Melo ve Selçuk rakip savunmaya pres yapıyor, böylece Beşiktaş çıkamıyor, oyun kuramıyordu. Galatasaray öndeyken 65.dakikada Fatih Terim Necati Ateş’i çıkardı Albert Riera’yı aldı, 4-3-3’e döndü. Beşiktaş’ta oyuna Mustafa Pektemek girdi, Almeida’ya partner oldu. Kenar forvet Quaresma kanada geçti, taç çizgisine bitişti. Veli ve Ernst hücum prese başladılar. Beşiktaş atakları bardaktan boşandı. Bir kanat organizasyonu sonunda Semih Kaya kendi kalesine attı. Baroş oyuna girdi Galatasaray 4-4-2’ye döndü. Beşiktaş savunmasının adam markajında yaptığı bir hata sonucu burun farkıyla kazandı. Quaresma son yarım saat oyuna ağırlığını koydu, maçın adamı oldu.

6 Mayıs 2012 saat 19.00’da Ali Sami Yen Spor Kompleksi TTArena’nın çimlerinİ Galatasaraylı ve Beşiktaşlı oyuncular ezmekteydi. Galatasaray düşüncede ve uygulamada 4-4-2 olarak sahaya yayılmışken, misafir Beşiktaş “klasik” 4-3-3 dizilişiyle sahaya çıkmış, 4-5-1 klasiğinde yayılmıştı. Galatasaray maça harika başladı. Hemen öne geçti. Melo ve Selçuk rakip savunmaya pres yapıyor, böylece Beşiktaş çıkamıyor, oyun kuramıyordu. Beşiktaş savunmasının adam markajında yaptığı hatalar sonucu 2 yan toptan 2 gol buldu. Devre arasında oyuna Mustafa Pektemek girdi, Almeida’ya partner oldu. Kenar forvet Quaresma kanada geçti, taç çizgisine bitişti. Veli ve Ernst hücum prese başladılar. 65.dakikada Fatih Terim Baroş'u çıkardı Albert Riera’yı aldı, 4-3-3’e döndü. Beşiktaş eşek sudan gelinceye kadar atak yaptı. Bir kanat organizasyonu sonunda Tomas Ujfalusi kendi kalesine attı. Quaresma son yarım saat oyuna ağırlığını koydu, maçın adamı oldu.


Batının Mantığını Alalım, Dizilişini Değil!

Süper Lig’de tüm takımlar 4-3-3 (aslında 4-5-1) oynuyor. Ligimiz zaten sert iken bir de üzerine göbekte 2 hatta 3 takoz barındıran takımların sayısı bir hayli fazla. Orta yuvarlağa sığışmaya çalışan 6 kişinin mücadelesi futboldan çıkıp kör dövüşüne dönüyor ve maçlar bu yüzden çoğu zaman ruhumuzu sıkıntı kıskaçlarıyla esir alıyor.

Eğer hakkını verebilseler sahaya hakim olma ve topla daha fazla oynamak için tasarlanan 4-3-3 gözümüzü okşayan bir futbolu önümüze koyar. Bunun için ilk şart 2 adet kenar forvet!

Riera, Simao ve özünde Engin, Quaresma kanat oyuncuları. Bildiğimiz eski model, hızlı, teknik, taç çizgisine bitişen, önündeki bekin belini kırıp penaltı noktasına orta yapan sınıf. Leonardo, Giggs, Ginola, Zenden bu sınıfın son aristokratları. Elimizde Giggs kaldı yadigâr. Modern futbol bu tarz oyunculara yeni bir misyon yükledi ve altyapı eğitimleri bu misyonla evrildi. Yeni göreve “kenar forvet” ismi yakıştı. Kenar forvetler (genelde) ters ayaklarıyla kanatlara yerleşiyorlar. Solaksa sağ kanada, sağaksa sol kanada... Çünkü görevleri rakip savunmanın göbeğine dalmak. İleri 3’lü bir mızrak başı gibi daralan üçgen bir yapıda, rakip savunmanın karnını yarmakla / yıpratmakla görevli. Mızrağın sapını, arkadan şok prese gelen orta saha oyuncuları oluşturuyor. Onların görevi 3’lünün deldiği boşluklara saldırmak ve kaptırılan topları çabucak geri kazanıp akına (savunmayı delmeye ve yarmaya) devam etmek.

Elimizdekiler (Stoch, Ambarat gibi azınlık hariç) kanat oyuncuları olduğu için hedef santraforlar yalnız kaldığı gibi, orta sahada da bir tatsız tutsuz (zaman zaman ruhsuz) bir tango izliyoruz. 

Galatasaray-Beşiktaş maçlarını dilerim teknik adamlar iyi etüd ederler ve bize / futbol tarzımıza en uygun olan 90’ların, 2000’lerin o güzel iki forvetli, kanat akınlı, çift yönlü orta sahalarının dikine pres yapabildiği futbola döneriz. 

Yakup Sabri İNANKUR

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Guardiola&Mourinho

Baş rolde siyah saçlı Mourinho ve saçlı Guardiola. Fonda Aerosmith. Her gün sabah dünya yeniden kurulur çünkü gece fırtınalıdır. Dostları karşı kıyıya fırlatır. Bir sonraki sabah nelere gebedir?



3 Mayıs 2012 Perşembe

4 Gün Önce ve Şimdi



4 gün önce normal sezonun iç saha 6.sı Trabzonspor ile dış daha 1.si Galatasaray oynuyordu, bu kez iç saha ikincisi Galatasaray ile dış saha ikincisi Trabzonspor karşı karşıya geldi. 4 gün önce Galatasaray’ın karşısına ışıklı bir 4 rakamı konduran +4 kuvvet, bu kez eksi yüklüydü, böylece sahada nötr bir durum ortaya çıktı. Burak Yılmaz (ve omuzladığı Jaja hayaleti) geri döndü, cayır cayır futbol yanan Selçuk İnan’ı Zokora söndürdü ve Galatasaray 1 adamlık daha fazla ter akıtamadı.

Trabzonspor geçen yıldan bu yana ülkenin en ideal ve doğru 4-2-3-1 takımı. Kaygan bir hücum 4’lüsüne sahipler. Bununla birlikte arka 3’lünün ortasında (4 gün önce olduğu gibi) Adrian olduğunda Trabzonspor hücumu (4 gün önce olduğu gibi) durağanlaşıyor. Topa belki daha fazla sahip oluyorlar ancak daha az gol pozisyonu üretiyorlar. Tüm sezon 0 gol, 2 asist ile oynayan Adrian yüzünden bu böyle oluyor, bu böyle olduğu için Adrian 0 gol, 2 asist ile oynuyor. Öte yandan Alanzinholu Trabzon hücumu Şenol Güneş’in arzuladığı akışkanlığa sahip oluyor. Sürekli yer ve görev değiştiren 4’lü, rakip savunmayı hataya zorluyor. Bu sezon bolca övdüğümüz Semih Kaya da biraz tecrübesizlik, biraz şanssızlık sonucu Burak Yılmaz’ın önünü 2 kez açtı ancak golcü oyuncu sabah yatağın gol atmama tarafından kalkmıştı galiba…

Galatasaray’ın golcüsü Elmander ise yine her zamanki gibi takımına akıl katmaktaydı ama her aklın başına gelen bahtsızlığı yaşıyordu. Anlaşılamamak. 

18. dakikada Engin Baytar sağdan ceza sahasına yaklaştı, topu sola çekti ve ayağının üstüyle sert bir vuruş yaptı. Top bir hobbit karışı üstten süzüldü gitti. Elmander önce Engin’i alkışladı sonra gülerek hafif içe büktüğü eliyle aşağıdan yukarı doğru bir yay çizdi. Anlamı “topun dibine girseydin keşke” idi. Engin kötü mü vurdu, yoo, şut tercihi mi yanlıştı, hayır. Elmander’in gülerek istediği şey estetikti. Yaptığı işten keyif alan ve izleyene zevk vermeye çalışan bir düşünce kıvılcımının anlık ışıltısı... 

İsveçli’nin saha içindeki bu pozitif hali bazen maçı bırakıp salt O’nu izlememe sebep oluyor. Engin’in pozisyonundan 2 dakika sonra havadan gelen topa doğru hareketlenmedi. Ofsayt olacaktı çünkü. Halbuki top Trabzonsporlu oyunculara geliyordu ve hani şansını denemek için atılsa olurdu. Öyle yapsa bayrak kalkacak ve oyun duracak, Galatasaray kendi sahasına dönmek zorunda kalacaktı. Oysa o durumda top Galatasaray’da olmasa bile alan Galatasaray’daydı, tabii yeni hücum şansı da. İnce ama hayati bir ayrıntı. Eğer Aydın Yılmaz, Elmander gibi düşünebilse 80. dakikada arkasından gelen Engin’i gördüğü anda topun üstünden atlar. Golü, belki de şampiyonluğu ofsayt bataklığında boğmazdı. Zaten hücumdaki partnerleri O’nu anlayabilse, mesela Necati “ne oluyor” diye atarlanıp olduğu yerde “ısrarla” durmak yerine Elmander’in işaret edeceği yere koşsa, tabeladaki sıfırlar 1.5 saatlik sıkıcı bir komşuluk yapmazlardı.

Galatasaray’ın puan stoklarını önce sistem sonra kendi yedi ve bu akşam Beşiktaşlılardan bile daha fazla umut besliyorlar Beşiktaş’a. 4 gün önce Galatasaray’ın şampiyonluğu kesindi, şimdi ise ne olacağı belli değil. Sanırım Galatasaraylılar da bunun farkında ki TTArena’ya gelmemişler. Ya şampiyonluğa inanmıyorlar ya lige...

Yakup Sabri İNANKUR
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...