25 Eylül 2012 Salı

Heykeli Dikilecek Adamlar

Şu güzide ligimizde en saygı duyduğum teknik direktör Şenol Güneş. Her sezon öncesi takımı dağılır. Yeni takıma yeni bir ‘modern’ sistem bulur, adapte eder ve başarılı olur. Herşeye rağmen işini yapan, mızmızlanmak ve onu bunu suçlamak yerine kalitesine uygun yaşayanlar en yüksek saygıya (ve maaşa!) layıklar. 2010-2011 Trabzonspor’u Barselona esanslıydı. 34 lig maçının 27’sinde rakipten daha fazla topla oynamış, hücum yapmış ve seyir zevki en yüksek futbolu bize sunmuşlardı. O takımın pas bakanları  Jaja, Engin Baytar, Egemen Korkmaz, Ceyhun Gülselam ve başbakan Selcuk Inan kabineden ayrılınca 2011-2012 Trabzonspor’u InterMilan tarzını benimsedi. Asker disiplininde bir alan savunması, bıkkınlık veren bir sabır, bireysel sihirler, ve rakip savunmanın  konsantrasyon kaybına dayanan Bordo-Mavi umutlar Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmaya 1 direk kadar yaklaşmıştı. Bu sezon Şenol Güneş yüzünü yeniden Ispanya’ya çevirdi. Bu kez model Real Madrid. Kendi 30 metresinde iyi daralan, top çalma ve sprinter forvetlerinin önündeki boş alanlara hızlıca oynayarak 3-4 saniyede golü hedefleyen bir düşünce sistemi .  Çoğu yorumcuya gore Trabzonspor %40 topla oynama oranına sahipmiş. Ne gam… Her 1.5 dakikada Fenerbahce’nin 1 topunu çaldılar ve hücuma dönüştürmeleri 2 saniyeyi geçmedi. Bu bağlamda Xabi Alonso kılığındaki Sapara ile gayet etkili oluyorlar. Sapara’nın 11 kilometre ile Trabzonspor’un en çok koşan oyuncusu olmasının yanı sıra en isabetli pas oranına da sahip olması o görev icin ‘mükemmel’ olduğunu gösteriyor. Mesut Ozil görevindeki Alanzinho da çok sırıtmıyor aslında. Sorun Olcan-Halil bloğunda. Olcan kafasını kaldırsa da hala Trabzonspor’da oynar ancak -dün gece de dahil- daha fazla gol ve asiste sahip olur. Sapara’nın derin pasları daha onlarca kez önüne gelecek ve buna hazır olması lazım. Olcan’dan Di Maria, Halil’den Higuain olur mu? Şenol Güneş söz konusuyken olur. Avni Aker’in yanında O’nun bir heykelini görmek isterim doğrusu.
Dün gece belki ellinci kez daha gördük. Yayıncı kuruluş spikeri 'Fenerbahçe çoğalamıyor' dedi. Hayır! Fenerbahçe atak yaparken her zaman 4-5 oyuncu ceza sahası icinde ve civarındaydı. Gayet iyi çoğalıyorlardı. Ancak Sow da dahil hiçbiri Alex'in düşünce hızına yetişemiyor. Kaptan 3-4 pozisyon sonrasını hesaplarken diğerleri de bizim gibi O’nu izliyor. Diğerlerinin koşu ve sprintleri böylece anlamını yitiriyor. Alex 100 metreyi  12 saniyenin altında koşmuyor, fakat O'nun nöronlarının haberleşme hızına da diğerleri yetişemiyor. Kuyt bu yüzden önemli sari-lacivertliler için. Hücumun sadece mucadele gücünü degil IQ ortalamasını yükselterek diğerlerini daha verimli hale getiriyor.
Sergen Yalçın geçenlerde heykeli dikilen Alex’in Fenerbahçe tarihinde o kadar büyük anlamı olmadığını, heykeli dikilecek daha fazla oyuncu olduğunu belirtmişti. Ilk başta doğru geliyor. Ekonominin birinci kuralına aykırı yalnız; kıtlık-değer ilişkisi ve çağın şartları... Sergen futbola başladığında heykeli dikilesi adamlarda nüfus patlaması yaşanıyordu. Metin, Aykut, Rıdvan, Ugur, Hami, Müjdat, Rıza, Oğuz, Erhan, rahmetli Nejat Biyedic… Bugun elimizde Alex var. Sadece Alex. Fenerbahçe Avrupa’da en başarılı zamanlarını O’nun önderliğinde yasadi. Ligde ya şampiyonluk gördü, ya ikincilik. Nice derbi zaferleri bizzat O’nun kafasından ve o sihirli sol ayağından geldi. Tum çocuklar O olmak istedi ve kimler geldi geçti 1 Alex etmedi.
Futbol artık öyle bir noktaya geldi ki; 2-3 yıl toplamda 20-30 maç iyi(!) oynayanları başımıza altın taç ediyoruz. Böyle bir yoklukta hala skora isyan edebilen 35 yasında bir Alex de Souza’nin olması aslında hepimiz için bir şans. Umarım bir diğer heykeli dikilesi adam Aykut Kocaman futbolseveri ve Fenerbahçe’yi bu şanstan daha fazla mahrum bırakmaz.
 
Yakup Sabri INANKUR
  
 

19 Eylül 2012 Çarşamba

Real Futbol


Kelimelere bol keseden kifayet dağıtsak dün geceyi anlatacak şık bir kıyafet bulamazlardı kendilerine. Ne teşbihler, ne sıfatlar bu uğurda tepetaklak düşerlerdi paragraflardan.

Mourinho klasik ‘kesici-pas dağıtıcı-oyun kurucu’ üçgeninin iç açılarını değistirdi. 2 kesici 1 pas dağıtıcı ile City orta sahasını boğmayı amaçladığı açıktı. Amma ve lakin City ortasahası zaten boğulmak derdinde değildi. Barry’nin görevi oralarda boy göstermek ve partneri Toure’ye gizli forvet kontenjanında yer açmaktı. Toure'yi meşgul edecek Ozil, Modric sahada olmadığı için Fildişili at koşturdu Madrid illerinde. Ronaldo'yu kıskandıran driblinglerle hem de. Geride beklemek zorunda değildi zira. Buna Silva’nin ‘modern 10 numara’ futbolu da destek çıkınca 2-3 pasta Ispanyol kalesini görmeye başladı Ingiliz ekibi. Çok savunma yönlü oyuncu koymak, kaleyi sağlama almak demek değil. Rakibin hücum gücünü kırmak önemli olan. City’nin en etkili oyuncusu Toure. Onu geride beklemek deparlarıyla karşı karşıya gelmektir ki, öyle bir momentumu durdurmak için duvar örseniz kafi gelmez. Zaten Essien de Khedira da hücuma çıkmakta zorlanan oyuncular. Böylece Madrid’in gol umudu adaklara ve şutlara kaldi. Ozil ve Modric oyuna dahil olduktan sonra Real’in rakip kaleyi ablukaya alması elbette tesadüf değildi bu yüzden. Tam bu dakikalarda Di Maria’nın Cruijff-Baggio karışımı isyan deparları ve pasları başladı. Maçın kan dolaşımı hızlandı.
Defansif forvet kavramı bizim için olumsuzdur, Nobre sağolsun. Halbuki Tevez mükemmel bir defansif forvet örneği. Dzeko'yu boşa çıkaran O'nun presleri. Dzeko boşa çıkınca bir dünya markası Casillas bile terse yatabiliyor. Ancak futbol kısa yorgan gibi. Ayakları kapatsanız göğsünüz, göğsünüzü kapatsanız ayaklarınız açıkta kalıyor. Silva’nın oyundan çıkışı Marcelo’nun önünü açtı. 10 dakikada Mancini bu tehlikeyi sezip orayı Zabaleta ile tıkamaya çalıştı ancak nafile! Ispanyol sağ bek ısınana kadar maç bitti. Dahası Real’in açılış ve kapanış golü o bölgeden geldi.
Ronaldo %100 pas yüzdesi ile oynadı. 54 pas 54 isabet. Son dakikada golü atıp maçı aldı. Insan 1.5 saat yerinde otursa hata yapar. Insan diyorum tabii. Mactan sonra Mourinho ‘Sahada hayvanlar gibi mücadele ettik’ derken kesinlikle haklıydı.
22 ‘hayvan’ 1 topun peşinde hercümerc ederken hatalarıyla, sevaplarıyla, mücadelesiyle ve burun farkıyla gerçek futbolu iliklerine kadar yaşamak da insana kendini kral gibi hissettiriyor.
Yakup Sabri İNANKUR

12 Eylül 2012 Çarşamba

İnanmak İstiyorum



Dünya Kupası kadrosu açıklandığında İspanya’da harikulade bir performans göstermiş olan Tayfun Korkut yoktu. Şenol Hoca itirazları “Burası İspanya değil” şeklinde (hala saçma olduğunu düşündüğüm) bir açıklamayla yumuşatmaya çalışmış ve pektabii kamuoyunun gönlüne su serpememişti. Yine de 2002’nin o kurak yaz mevsiminde Şenol Güneş böğrüne böğrüne saplanan eleştiri mızraklarına aldırmadan dünya kupasının en yüksek 3. burcuna Türkiye bayrağını dikmişti. 

4 gün once de dünya kupası yoluna 10 yıl öncekine paralel bir tartışmayla başladık. Selçuk İnan’ın olmaması hakikaten büyük bir şok ve ardından öfkeye sebep oldu. Mağlubiyet de afilli bir perçin attı bu duruma, Estonya maçı hayati bir önem kazandı. Biz bu maça; “Selçuk oynayacak mı, Avcı inat mı ediyor, Avcı kötü hoca mı, Avcı gitsin mi” moral ve motivasyonuyla hazırlandık.  

Hergün okuduğum, fikirlerine ve tarafsızlığına saygı duyduğum insanların da eleştiri volümlerini en yıkıcı perdeden ayarlamaları beni bir hayli şaşırttı. Bir tekme de onların vurduğunu gördüm idam sehpalarına. Hem futbolcuya dayalı düzen olmasın diyoruz hem de bir elimizde tef ağzımızda ise bitmeyen bir Alex, Quaresma, Selçuk kantosu. Biz hocaların, futbolcuların, yönetimlerin çelişkisiyle satırlar imal ederken, bizlerin bu çelişkisi hakkında her hangi bir teknik direktörün bir cümle dahi yazdığı yok. 

Maç başladı. Önce; gol kralı 10 metreden altıpası tutturamadı, ardından, kaleci düzgün bir pasla topu rakip forvete teslim etti. Konsantrasyon eksikliği bas bas bağırmaktaydı. Zaten ilk golden sonra gördüğüm Abdullah Avcı portresi yaşanan baskının çerçevesini belirtiyordu. Hocanın yüzündeki çizgiler mutluluk sınırlarını gösterirken gözlerindeki ifadeyi gerilim rötuşlamıştı. Milli takım hocalığı zordur. Kulüp takımlarının teknik direktörlüğünü taraftar, ulusal takımın teknik direktörlüğü herkes yapar çünkü. Herkesin tam saha pres yaptığı bölgedir orası. Buna son 10 yılda celâllenen kulüp faşizanlığını da ekleyin; tabii yayın gelirleri ve reytinge sırtını veren futbol ulemâsının derin baskılarını da… 


Hepimizin sahipleneceği bir ulusal takım olamadı. Trabzonsporlu ve Beşiktaşlılar zaten ilk küsenler oldular. En iyi dönemlerinde dahi bu takımlarımızın yıldızları çoğu zaman taç çizgisinde ısınarak geçirdi milli kariyerlerini. Fenerbahçe stadında Galatasaraylılar, Galatasaray stadında Fenerbahçeliler ıslıklandı. Ligden gelen kinleri ne turkuaz ne de bayrak kırmızısı forma soğutabildi. Gün geçtikçe değişen, hızla gelişen ve aynı ölçüde iğrençleşen “yeni futbol düzeni” milli formayı öyle transparan hale getirdi ki sahaya çıkanların üzerindeki ay-yıldızı değil altındaki Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe formalarını görüyoruz. Reaksiyon da ona gore oluyor. Selçuk’un herkesçe desteklenmesi iyi futbolculuğu yanında iyi ahlakının da bir ödülü. Bununla birlikte zaman ilerledikçe Selçuk için de Galatasaray-Fenerbahçe bölünmesi yaşayacağız yakında. Futbol kamuoyumuz bu tür işleri seviyor çünkü. Özneler değişik başlık aynı: Kahramanlar ve onları yerin dibine sokma.

Mourinho’nun milenyuma armağanı yüksek prese dayalı kontratak futbolunu, elindeki imkân ve şerait dahilinde en iyi kullanan hoca Abdullah Avcı idi. Ay-yıldızlı takımda uygulamak istediği de bu. Yüksek top çalma (daha doğrusu ribaund alma) yüzdesini ve derin paslarla forvet oyuncularının fulelerini parlatmayı baz alan, keskin, ani ve soğukkanlı bir yapı. Portekiz’e 3 atarken de, Hollanda’ya yenilirken de, Estonya’yı dize getirirken de aynı düşünce yapısı ve futbolu oynadık. Anlatması 2 cümle uygulatması 2 ay, oturması 20 maç. Merak ettiğim konu; ülkenin en iyi oyuncusu Selçuk İnan üzerinde ve etrafında bir yapı kurulması plan dahilinde değil mi? Değilse olması gerekmez mi? Zira ne kadar Emre’nin Gazzavari oyununu sevsem de 2014 yılında, yolun yarısına gelen yaşının haddinden emekli olacağına hemen hemen eminim. 

Şu açık ki Emre; Gökhan’ın, Hasan Ali’nin, Burak’ın, Volkan’ın, Hamit; Sercan’ın, Tunay’ın, Nuri’nin, Ömer’in kaptanı. Hemen dezavantaj olarak algılanmasın bu durum. Güzel harmoni de çıkar bu takımdan, yeter ki orkestra şefi doğru müdahaleleri yapsın ve kafası rahat olsun. Kafasını rahat bırakma kısmı bize, yönetme kısmı ona ait. Formayı adaletle dağıttığı sürece her oyuncu saygı duyacaktır. 

Kararları ve seçimleri için çeşitli renk ve büyüklüklerde soru işaretleri saklıyorum. Zaman zaman ince ince de satırlara dağıtacağım. Ancak herşeyden once kadro seçiminde elinden geldiğince adaletli davrandığını düşünüyorum. Yani en azından bir önceki dönemle kıyasladığımda kendi takımında dahi tartışılan isimleri görmüyoruz artık. Oynatmak istediği tarza ve kurduğu yapıya inanıyorum. Çünkü sizi bilmem ama ben o en son 2002’de hissettiğim milli takım heyecanını yeniden yaşamak istiyorum. Hatta daha ötesinde bu kez Brezilya’ya Brezilya’da gol atmak istiyorum. 

Yakup Sabri İNANKUR


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...