25 Ekim 2011 Salı

Kimlik: İnsan


Bu sütunları futbol dışına çıkmayacağım prensibiyle doldurmaya söz vermiştim. Ancak şu an futbolun içinde birşeyler yazmak zor.

Tabloya baktığımızda görüyoruz ki, aslında futbol oynamak da zor.

9 maçtan 7’sinde 2 golden fazla olmadığı ve toplam 20 golün atıldığı kısır, keyifsiz bir hafta geride kaldı.

Aslında haftayı geride bırakan sadece biz olduk. Gencecik insanlar için zaman orada durdu artık, ileri de gitmiyor, geri de gelmiyor.

Ruhen yaşadığımız bu sarsıntının altında bedenen de kaldık 3 gün sonra.

Şimdi; ölmediğini haykırdığımız evlatlarımızla, yaşadığına inandığımız insanlarımız şu an aynı toprağın altında. Hayallerimizin yeşerttiği topraklardan umutlarımızın fışkıracağına inanıyoruz. İşte bir evin enkazı altından 47 saat sonra çıkan 14 günlük bir bebek.

Azra bebeğin Türk/Kürt olmaya ya da siyasi başka bir tanıma ihtiyacı yok. Korkmuş, üşümüş, karnı acıkmış. Üzerinde kafa ve beden yormamız gereken tek ve en önemli konu bu.

Bunun yerine ne yapıyoruz?

Çatışmacı zihniyetin on yıllardır, yüz yıllardır bitmeyen/çözmeyen/değişmeyen ve değiştirmeyen papağanist vurgularının bayat reklamlarını!

Bir grup orada sadece Kürtler (yaşıyor ve) ölmüş gibi davranıyor. Bunun hemen 180 derece ötesindeki grup da hem böyle davranıyor, hem de böyle olduğuna seviniyor!

26 şehidimizin bilmem kaç tanesi Kürt’müş deniyor. Sanki Kürt ölünce daha onurlu, Türk ölünce daha kutsalmış gibi...

Aynı x-y doğrusu üzerinde 2 boyutlu bir ütopyada yaşayanlar, hayatın 3 boyutlu olduğunu yine unutuyorlar.

Nüfus yoğunluğu Türk, Kürt, Hobbit ya da Klingonlu olabilir. Şu an siz bu yazıyı okurken, yanınızdaki çayın soğumasını beklerken, onlar soğuk duvarların altında, karanlıkta yardım bekliyorlar. Amacım kendinizi suçlu hissettirmek değil.

Tek ve basit birşey anlatmaya çalışıyorum.

Yaşam; “Ol” ve “öl” arasındaki nokta farkıdır. İnsanların sırtına vurulan aidiyet eyerleri, insanı o noktanın dışına taşımıyor işte. O noktaların dışında kendimize biçtiğimiz, bize biçilen tüm ideolojik elbiselerin bir gösterişi yok. Çırılçıplağız orada ve olabildiğince eşitiz toprağın altında.
                                                                        
Sadece insanlar da ölmedi.

Akşam mahallenizi koruyan köpek öldü. Sabah işe giderken acele acele yediğiniz simitten helallik isteyen kedi de öldü. Öğleden sonra pencereden izlediğiniz kuş da öldü.

Hadi biz insanlar komple günahkârız, yanlışız; hayvanların ne suçu vardı?

“7.4 yetmedi mi” diye pankart açan hanım kızımızın ekşimiş cehaletini hatırlatayım da yüzünüz buruşsun biraz. Bir doğal afeti kendi gibi düşünmeyen, olmayan herkese, insana, hayvana, her canlıya kesilen bir ceza atfeden zihniyetin, sapkın düşüncesi ne bu dünyayı değiştirir ne de öte dünyada yankılanır.

Doğa kendince, kendi kanunlarının, varoluşunun gereğini yapıyor, görevini yapıyor. Bize de kendi mevcudiyetimizin gereğini ve görevini yapmak kalıyor.

Şehit aileleri için; http://www.sehitaileleri.org.tr/


Hani güzel futboldan bahsediyoruz ya memlekette, bunun için önce güzel insan olabilmek gerekiyor.

Hatta sadece insan olmak gerekiyor.

Hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet, insan olabilenlere sabır ve dayanışma diliyorum.

Yakup Sabri İNANKUR

21 Ekim 2011 Cuma

Herşey Bir Masal Gibi


Yaklaşık 1 yıl önce, Valeriy Lobanovski stadında Dinamo Kiev, Beşiktaş karşısında 7 net gol pozisyonuna girmişti. Bunların 3’ü altı pas üzerindendi, 1 top da direkten dönmüştü. Beşiktaş’ın kaleye 2 şutu vardı. Dinamo Kiev kazanmıştı.

Dün akşam Valeriy Lobanovski stadında Dinamo Kiev, Beşiktaş karşısında 7 net gol pozisyonuna girdi. Bunların 3’ü altı pas üzerindendi, 1 top da direkten döndü. Beşiktaş’ın kaleye 2 şutu vardı. Dinamo Kiev kazandı.

Rahmetli dedem akşam yemeğinden sonra çayını önüne beni kucağına alır ve “Az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, bir de dönmüş bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmiş” derdi.

Masala böyle başlardı.

O masallar bana gerçekmiş gibi gelirdi. O kadar yol yürüyüp, bir arpa boyu ilerleme olabileceğine inanırdım.

Oysa ki gerçek hayat farklı. Bilimsel kanunların emrettiği olur illâ ki.

Mesela fizik bilimi der ki; hareket yoksa yapılan iş 0(sıfır)dır

Ekonomi bilimi der ki; yapılan iş 0(sıfır)sa, gelir/gider 0(sıfır)dır.

Valeriy Lobanovski stadında geçen seneki Beşiktaş ile bu seneki Beşiktaş aynı. Bir kıpırdanma yok. Öte yandan bu süre zarfında Beşiktaş 120 milyon TL zarar açıkladı.

Beşiktaş’ın bir arpa boyu yol almak için 120 milyon TL zarar etmesini Stephen Hawking açıklasın. Bütçede karadelik olduğunu düşünüyorum.

Tabii Beşiktaş’ın bu sefer 3 gol daha az yemesini bir ilerleme olarak önümüze sunanlar olabilir. O zaman bizim bakkal, 1 senede 1 gol daha az yemenin 40 milyon TL’ye mal olacağını hesaplar, hesap makinesini çevirir önünüze koyar.

Kiev karşısında bir futbol göremediğimiz için Beşiktaş’ın nasıl oynadığına dair yazacak kelimelerimiz güdük kalıyor.

Biz de saha dışına bakıyoruz.

Geçtiğimiz hafta; borçlar, Mendes ve yönetim ile ilgili “kaygıları” olan her Beşiktaşlı’nın davet edildiği bir organizasyon düzenlendi. Hani statta protesto edince takımın ahengi bozuluyor, takımı kötü etkiliyordu ya, arkadaşlarımız da takıma zarar vermemek için stadın dışında toplanmayı akıl etmişlerdi. 357 milyonluk borcu, Jorge Mendes’in kulüple olan ilişkisini sorguluyorlar, gidişatı protesto ediyorlardı.

Yaklaşık 150 kişi toplanabildi sanırım.
Bu 150 asi ruh, yağmurun altında soğukta “kendimden önce Beşiktaş” duygusuyla ısınıyorlar ve Beşiktaş’ın ruhunu yavaş yavaş boğan kötü ruhları yakmak istiyorlardı.

Maçka Park’ındaki romantik isyanın sebebi siyah-beyazlı takımın aldığı sonuçlar değil, kulübün Demirören ailesine bağımlı hale getirilmesiydi.

Fakat nüfusları ve Beşiktaş medyasından aldığı desteğe bakarsak, Beşiktaşlılar’ın çoğu onlarla aynı fikirde değil. 2 senedir (Denizlispor maçından sonra) yönetim aleyhine statta çıt çıkmıyor. Beşiktaş medyasının hatr-ı sayılır, taraftarı avcunda tutan isimlerinin çoğu da harıl harıl şiir yazmakla, Beşiktaş’ın ne kadar ağır bir taş olduğunu tartmakla meşguller.

Demek ki herkes durumdan memnun. Asi olmayı gerektirecek koşullar mevcut değil. Olsaydı o protesto onbinlerce katılımcıyla devam ederdi. Vaktinde Süleyman Seba kulübü batma noktasına getirdiğinde müdahale edilmişti.

Demek ki Beşiktaş dünya kulübü olma yolunda sert ve emin adımlarla yola devam ediyor. Alınan kötü sonuçlar neticesinde Carvalhal yakın zamanda kovulur, 8. yıldaki 9. hoca tüm yaralara merhem olur. Yıldız takviyesi de yapılır (Elbette bu Mendes takviyeli olur) arada bir de dış basında en muhteşem taraftarın Beşiktaş olduğu vurgusu yapılır ve herkes mutlu olur.

150 çatlak ses, dünya kulübü olma yolundaki Beşiktaş’ı durduramaz.

Onların anlattıkları masal.

Ama inanasım geliyor bazen.

Dedim ya;
Masallar bana bu yaşımda bile gerçekmiş gibi gelir hala...

Beşiktaş'ın yaşadıkları bir masal gibi zira...

19 Ekim 2011 Çarşamba

Öldürmeyen Tokat Akıllandırır


İsa Hocamın kulakları çınlasın, benim genç ve sorumsuz yanağımdan sağ avucunun içi vasıtasıyla çıkarttığı desibel tüm takımın susup bize dönmesine neden olmuştu. “Takım hücuma çıkarken topu kaptırmayacaksın Yakup Sabri! Sıkışırsan taca at, olmadı havaya dik, gerekirse dağa vur, fezaya gönder ama o topu kaptırmayacaksın. Kaptırdıysan da uç, ışınlan git geri al!”

Pozisyonu anlatmama gerek yok sanırım.

Kulağımın hemen altında biten o gül, biraz yukarı çıkıp küpe oldu sonra. Cümbür cemaat hücuma yeltendiğinde kaptırdığın her top, takıma inen gol tokadı oluyordu zira. Kum sahada kasaplararası slalom turlarında da böyleydi bu, Devler Ligi’nin son model suni çimlerinde de.

Bırakın taktiği, fizik-kondisyonu, oyun anlayışını, hücum organizasyonunu…
Hepsini bırakın bir kenara.

Trabzonspor 3 gol yedi, 3’ü de hücuma kalkarken kaptırdıkları topun yüzü suyu hürmetine. Hiç haketmediği şamaroğlanı skorunu gördük tabelada böylece.

Biraz önce kenara bıraktığımız oyun anlayışına, taktiğe dönersek Trabzonspor’un maçı kazanamamasına üzülüyoruz. Sadece Colman’ın yaptığı isabetli pas sayısı (64) CSKA Moskova takımının tümünün ancak 60. Dakikada ulaşabildiği bir sayı. %60 topla oynayan, 8 korner kullanan, 14 şut atan Trabzonspor’un işlediği 3 günah tabelayı cehenneme çevirdi.

Kolay değildir, hatta mümkün değildir ilmek ilmek işlediğin yapı yıkıldıktan sonra eskiye dönmek. 3 ay önce omurgasını kaybetmiş bir takımdan bahsediyoruz. Kalecisi sakat, stoperi ve orta sahasının beyni İstanbul’un 2 büyüğüne tav olmuş elinde sadece Burak Yılmaz kalmış. Dün gece O da yok.

O’nun alternatifi olarak düşündüğün Vittek de sakat ki O Vittek idi Inter maçını çeviren.

Kadro darlığı Halil Altıntop’a mahkum etti Trabzonspor’u. Adrian’ın aklı ile Altıntop’un hırsı aynı frekansta buluşamadılar. Alanzinho sonunu düşünmeden attığı çalımlarla kahramanlık denemeye bu maçta da devam etti. Hücum elemanları yeteneklerini birleştiremeyince gol de doğmadı haliyle.

Rağmenlerle değil nasıllarla uğraşan bir akıl var Trabzonspor’un başında. Şenol Güneş Hoca bahane değil futbol adamı. Bu yüzden bütün rağmenlere rağmen, soğukkanlı, olgun ve doğru bir oyun var sahada.

Ama işte, 3 yanlış bütün doğruları götürdü maalesef.

Burak Yılmaz’ın dönüşü, Giray-Glowacki’nin (ki şu an takımın yumuşak karnı bu bölge) birbirine giderek alışması, Adrian’ın Halil’i anlaması, Halil’in Adrian’a uyması ve önümüzdeki zaman Trabzonspor’un kalan 3 maçta yenilmeyeceğini düşünmeme yol açıyor.



Birbirine yakın takımların bulunduğu gruplar, nüansların, anların attığı fırça darbeleriyle net bir resim haline gelir. Böyle gruplarda favoriyi mağlup etmek, hele de deplasmanda mağlup etmek, bu resme kendi rengini en koyusundan dahil etmektir.

Trabzonspor’un bu gruptan çıkacağına inanıyorum.

Yeter ki yediği tokatlar kulaklara küpe olsun.

Yakup Sabri İNANKUR

18 Ekim 2011 Salı

Akdeniz’de Başka Bir Akşam


Ligin ilk yarısı bittiğinde tablonun tam ortasında, 9. sırada, kendi halinde tantunisini yiyen, miskin miskin oturan bir Çukurova delikanlısıydı Mersin İdman Yurdu. Nurullah Sağlam’ın tokadıyla bir anda tepesi attı ve ligin 2. yarısını en tepede bitirdi.

O sıradan takımı, “süper” yapan isimlerden sadece; Joseph Boum, Erman Özgür ve Nduka kaldı yadigâr. Çünkü geçtiğimiz sezon, Sağlam’ın İdman Yurdu’na yapıştırdığı hüviyetin resmi bilgileri uzuuuun toplar, imzası da kontra atak futboldu. Süper Lig uzaklardaydı çünkü.

O mesafe aşılınca, saha içindeki mesafeleri de kısaltmaya çalışıyor Nurullah Sağlam. Ayağa pas ve topa hakimiyet Mersin’in yeni kimlik bilgileri. Tabii kimliğin değiştirilmesi parmak şıklatması kadar ani olabilirken, karakterin değişmesi adına zaman denen büyücünün kızılcık değneğiyle mümkün. Sebat etmez de işleri ona bırakmazsanız, o değnekle kafanıza vuruyor. Bu nedenle Mersin, (geçtiğimiz sezondaki gibi) hala deplasman puanlarıyla reyting yaparken, Akdeniz’in bir başka akşamlarında puan yapamıyor.

Daha çok topla oynayan, daha çok hücum pası yapan, daha çok topla buluşan, daha çok korner kullanan takım Mersin’di. Ama bütün bunların üzerini 90 dakikada çizecek fiyakalı bir kalem var; daha çok gol atan olmak.

Un, hamur, şeker, hatta meyveler olsa da mutfağınızda, pastanın tadı kremadadır.

Fenerbahçe’de; un, hamur, şeker, hatta meyveler yoktu (Volkan yok, Gökhan Gönül yok, Mehmet Topuz yok, Serdar Kesimal yok) (Niang yok, Andre Santos yok) (Aziz Yıldırım yok?). Bütün bu sert adamların olmadığı bir maçta ligin en çok faul yapan takımına karşı oynamak yeterince dezavantaj oluşturmuyormuş gibi, bir de üzerine Mersin musonu yemek tatsız. Ama Fenerbahçe’de krema var (Özer var, Bienvenu var). Özgüven var. Bir de Reto Ziegler var! Her yerde var. Her topta, her pozisyonda var.

Türk futbolsever yıldız isimleri sever fakat bazen isim büyüdükçe, etkinlik azalır. Fenerbahçe’nin sol tarafına gelen tarihteki en büyük isim Roberto Carlos’tu ancak Santos kadar başarılı değildi. Santos ise Ziegler’den 2 gömlek daha kaliteli bir oyuncu ama Ziegler kadar etkin olamadı.

Toplum olarak kendi içimizdeki olaylarda hatayı aramaya, kötüyü görmeye bayılırız. Dün geceki harikulade golün lezzetinden ziyade Hakan Arıkan’ın hatasını konuşuyoruz.  9 yıl önce 3.sü olduğumuz dünya kupasında Ronaldinho’nun golünün klaslığından bahseder dururuz ama. Nasıl avlamıştı Seaman’ı! Ronaldinho’nun orta mı yaptığı, şut mu çektiği belli olmayan o golü “Seaman’ın hatası” olarak değerlendiren bir yorumcu, yazar, kıraathane müdavimi, berber ve taksici tanımadım henüz. Bırakalım Hakan Arıkan asmaca oynamayı da 40 metreden 90’ı kaşıyan Özer’e hakkını verelim. Tabii ki Özer bir Ronaldinho değil. Zaten konu Özer de değil, Özer’in golü. O gol bu maçın, hatıralarımıza matbu olmasını sağlayan klasik bir şaheserdir.

Bu golü Özer’in futbol zekasına yazıyorum.

Bütün bunları ise Aykut Kocaman’ın hanesine yazıyorum.

Fenerbahçe kupadan elenmiş, ligde sallanıyorken Kocaman'ın yapmak istediklerini bu yazıda belirtmiş ve ihtiyacı olduğu tek şeyin zaman olduğunu yazmıştım. Bu, Kocaman’a özel bir durum değil. Standart bir teknik direktörün bir “şeyler” yapabilmesi için en az 2 sezona ihtiyaç vardır. Böyle bir kriz döneminde Aykut Kocaman takımını taktiksel, fiziksel hem de mental anlamda iyi hazırladı.
 
Aykut Kocaman diyince aklıma hakem geldi. (Bilinçaltı böyle ilginçtir işte, halbuki ne ilgisi var!)

Bazı oyuncular vardır, amiyane tabirle, halı sahaya çağırmam dersiniz. Dün akşam sahadaki 22 oyuncuyu da (emekli olduktan sonra) halı saha takımımda görmek isterim. Ancak (emekli olsun olmasın), o maça Halis Özkâhyayı davet etmem. O’nun adalet dağıttığı akşamlar sadece Akdeniz’de değil, Türkiye genelinde bir başka oluyor.

Yakup Sabri İNANKUR

17 Ekim 2011 Pazartesi

İyi, Kötü, Çirkin

Cristiano Ronaldo’yu diğer futbolculardan farklılaştıran özellikleri için Madrid’de bir laboratuar kurulmuş. Wolverine misali sayısız deney geçmiş CR7’nin üzerinden. Muasır medeniyetlerde futbolu (aslında sanatı, eğitimi hatta hayatı dahi) “–se, -sa”lara bırakmamak için bilim, sarılabilecek en güvenilir dosttur. Hakikatte ne olduğunuzu ve (bu haliyle) nereye kadar yol alabileceğiniz dürüstçe gösterir.E dost da acı söyler zaten  

Ronaldo, İspanya’nın 100 metredeki en hızlı adamı Angel David Rodriguez ile önce 25 metre düz bir mesafede kapışıyor. Ardından zikzaklı bir koşu yolunda yeniden kapışıyorlar. Sonuçlar şaşırtıcı! Ronaldo’yu zıplatıyorlar ve ortalama bir NBA oyuncusundan daha yükseğe zıpladığını, bu sırada da bir astronotun maruz kaldığı çekim gücüne denk bir kuvvet yediğini öğreniyorlar, öğreniyoruz! Elbette çalımları da teste tabi tutuluyor. Benim bu deneyde dikkatimi cezbeden, Ronaldo’nun tam çalımı atacağı esnada (karar verme anının yarım saniye öncesi) savunma oyuncusunun destek ayağına bakması ve bu sayede onu dengesiz yakalayamaya çalışması. Buna videoyu hazırlayanların dikkat etmemiş olması da ilginç. (Onlara göre Ronaldo boşluklara bakıyor).

Haftanın “iyi, kötü, çirkin” değerlemesinde “iyi” için dünyanın en iyi oyuncularından birinin bilimsel açıklamasını seçtim. İspanya 3. Lig ekibi Alondras’ın hakkının yenmesi “kötü”yü, Hübschmann ise “çirkin”i oluşturdu.  

İYİ


Cristiano Ronaldo Yetenek ve Güç Testi

KÖTÜ

Alondras F.C.'nin Filelerle Buluşmayan Golü

ÇİRKİN

Tomas Hübschman

16 Ekim 2011 Pazar

Futbol Enteresan, Sonuç Olağan


Ömer Üründül’e Allah uzun ömürler versin, futbol hakikaten enteresan. Geçen sezon çektirip gitmesi koro halinde kendisine tebliğ edilen Holosko alkışlarla (mesih olması umulurak) oyuna girerken, aynı sezon omuzlarda getirilen (mesih olması umulan) Guti ıslıklarla oyundan çıkıyordu.

“Ev alma Fernandes al” da ıslıklanıyordu. Atletico Madrid’in kaptanı da.

Seyircinin bu durumu mu daha enteresan, yoksa bu kadar yıldızın sahayı bir ampul kadar bile aydınlatamaması mı, bilemem. 
Ancak;

Halayla, türkülerle karşılanan onca oyuncu dururken; Rico Paşa’ya uçan tekme atan Fenerbahçeli Mehmet Aurelio, Beşiktaş soyunma odasına parmak sallayan Bursasporlu Egemen Korkmaz  ve vaka-i terlik olayının yardımcı aktörü İbrahim Toraman’dan başka Beşiktaş’a kalp masajı yapan oyuncu olmamasının enteresan olduğunu biliyorum.

Bir takımın tüm maçı hiç pres yapmadan tamamlaması yeterince ilginçken, üzerine 2 sakat vermesinin daha ilginç olduğunu biliyorum.

Seba’ya yürümekten nasır tutmuş ayakların, Demirören’e karşı yaşadığı akıl tutulmasının enteresanlığına acıyarak bakan “eski” Beşiktaşlıların olduğunu biliyorum. Üzülüyor Metin-Ali-Feyyazlılar.

Yahut galiba sadece enteresan olan Beşiktaş. Teleskobumuzu dünya kulübü Beşiktaş’ın yıldızlarından Türkiye dağı Erciyes’in eteklerine çevirdiğimizde bir total futbol zerafeti görüyoruz.

Kayserispor yönetiminin ticari zekasının ve 5 yıllık planlı bir çalışmasının ayak seslerini duyuyoruz.
Şota Arveladze, 2 yıl boyunca yanında not defteri tuttuğu Luis Van Gaal’in hayır duasını alıp Kayseri’ye geldi. Dolayısıyla Şota’yı (ve Kayserispor’u) anlamak için Van Gaal’i anlamak lazım.

Futbol kariyeri olmayan her teknik direktör gibi (Mourinho, Villas-Boas…vs.) Van Gaal de futbolun bilimsel yanına kafasını yorup, taktiksel açıdan ustalaşmış bir hocadır. Antremanlarda futbol sahasını 32 kareye böler ve top hangi karedeyken hangi oyuncunun nasıl davranması gerektiğini tek tek anlatır. Oyuncularının kıvrak bilekli makinelerden fazlası olduklarını anlamalarını ister.

Ambarat’ın, Furkan Özçal’ın, Riveros’un, Hasan Ali’nin etkinliğinin temeli budur. Dün akşam en çok driblingi (5) Ambarat yaptı. En çok isabetli pası (42) Hasan Ali verdi. En çok Riveros (6) top çaldı. En çok gol pozisyonuna Furkan girdi ve golünü de attı.

Öne geçtikten sonra, zamana ve futbola tecavüz etmediler. Beşiktaş’a gol şansı vermemek için futbol oynamayı tercih ettiler. Cruijff “Top bendeyken sen gol atamazsın” demişti, Kayserisporlular’ın çalıştığı ders kitabında da bu cümle yazıyordu muhakkak. Bir ara %60’lara varan topa sahip olma oranı sahanın 32 karesinde de ne yaptığını bilen bir ustanın matematiğiydi.

Mağlup da olabilirler, galip de gelebilirler ama kafalarını kullanmaya devam ettikçe, sadece ayaklardan ibaret olanları yenmeye devam edecekler.

Sistemin / bilimin, salt yeteneği yenebildiği binlerce örnekten birini izledik.

Futbol enteresan ama Kayserispor olağan.

Yakup Sabri İNANKUR

12 Ekim 2011 Çarşamba

Carles Puyol Röportajı, Bölüm 2

Dün kaldığımız yerden devam edelim.

*******

-Dizin nasıl?

CP: İyi! İyileştiğimi hissediyorum. Her geçen gün daha iyiye gidiyorum ve artık acı hissetmiyorum. Oldukça memnunum.

-Son birkaç ay senin için zor geçmiş olmalı

CP: Son 8 ay! En zor dönemleri de ilk 3 aydı, zira antremanlara da çıkıyordum. Aslında gayet iyi giderken, sakatlığım nüksetti. ŞL Yarı finalinde Madrid ile oynadığımız maçtan önce ameliyat gerektiğini biliyordum. Ancak 1 ay daha dişimi sıktım.

-Ameliyat olmak için çok uzun bir süre beklemişsin. Peki neden?

CP: Ağrı henüz tam geçmemişken Real Madrid karşısına çıkmak zorundaydık ve takımda stoper yoktu. O dönem farklı bir yerden sakatlık geçirmiş hatta Kral Kupası finalinde forma giyememiştim. ŞL Yarıfinalinde sahaya çıkmaya karar verdim. Benim kararımdı çünkü takımın bana ihtiyacı vardı.

-Bu kararını destekleyenler kimdi?

CP: Herkes! Tüm takım! Juanjo Brau (Barselona fizyoterapisti) bu 8 ay boyunca yanımdan ayrılmadı diyebilirim. Ayrıca çok iyi arkadaşlarım var ve sakatlığımı atlatmamda büyük destek oldular. Sakatken çok tahammül edilebilir bir insan değilimdir.

-Şampiyonlar Ligi Finali’nde ilk 11 başlamadın. Bu durumu nasıl karşıladın (neler hissettin)?

Oynamaya hazırdım ancak arkadaşlarım benden daha iyi durumdaydı.

-Fedakarlığa değer miydi?

CP: Elbette değerdi. Vicdanımın sesini dinlemeye çalıştım. ŞL yarı finalleri arasında ameliyat olmayı düşünüyordum çünkü acı içindeydim ve kendimi iyi hissetmiyordum. Ama takımımı yalnız bırakamayacağımı düşündüm, orada onlarla birlikte olmalıydım. Bir yandan da korkuyordum çünkü böylesine büyük maçlarda hata yapabilirdim. En iyi formumda değildim.
-Görünen o ki; geçmişte olduğu kadar ciddiye almıyorsun herşeyi. Yenilgi yahut oynamamak senin için çok dert değil. Biraz kendini sahnenin gerisine mi çekmeye başladın?

CP: Evet doğru, bugünlerde artık bu tür şeylerden etkilenmemeye çalışıyorum.

-Değişmeyi nasıl başardın?

CP: Hayat böyle. Kişisel anlamda, bazı zor zamanlarımda fazlasıyla acı çektim ve bu beni düşünmeye sevketti. 7/24 futbola kilitli kalamazdım, hayatta daha önemli şeyler vardı. Sanırım Avrupa Şampiyonası-2008 dönüşü bunları ilk kez oturup düşündüm ve bu değişimi yaşadım.

-Kendini rahatlamış hissediyor musun?

CP: Eskiden takıntılıydım ve (anladım ki) bu kötü birşey. Etrafımdaki insanlara da zarar veriyordum.

-Yani (önceden) futbolda acı çekerken, şimdi tadını çıkardığını söyleyebilir miyiz?

CP: Evet, evde otururken düşündüğümde hala unutamadığım acılar yaşadığımı farkederim kimi zaman. O yüzden anlamaya başladım şimdi takım bu kadar harika oynuyor ve tüm kupaları topluyorken bundan zevk almasam kafayı yerdim!!

-Futbolla bağlarını kopardığında ne yapmayı düşünüyorsun?

CP: Arkadaşlarımla takılırım. Öyle ilginçliklerimiz yoktur, sıradanız. Kendime ve etrafımdaki insanlara da şu ana değin yaptığım gibi iyi bakmaya devam ederim.

-Dedikodulara rağmen Ulusal Takım’da oynamaya devam ediyorsun? Ne zamana kadar peki?

CP: Bilmiyorum. Sakatlandığımda Ulusal Takım’ı bırakmanın zamanının geldiğine ikna etmiştim kendimi. Doğrusu futbolu, Barça’yı, bilirsiniz herşeyi bırakacaktım. Ama şimdi 8 ay sonra kendimi çok güçlü hissediyorum ve büyük konuşmamayı tercih ediyorum.

-Kafanda ne zamana kadar oynamak var?


CP: Hmmm 40... ya da 45 (gülüyor). Enerji doluyum ve önümdeki adıma bakıyorum. İlerleyebileceğim yere kadar gideceğim. Şu an için 8 aylık sakatlıktan henüz çıktım ve kendimi çok güçlü hissediyorum.

-Sonsuza kadar Barça’da mı kalacaksın, yoksa seni başka takımlarda görecek miyiz?


CP: Bilmiyorum, futbolu bırakana kadar burada kalacağımın garantisini veremem size. Şu an takım için önemli (bir parça) olduğumu hissediyorum ve bu bana ilham veriyor. Geçtiğimiz aylarda, takımı oturup izlemek heyecan vericiydi fakat şimdi yeniden onlarla birlikte olmak istiyorum. Oyuncuların sahada olmadıklarında da takım için önemli olabileceklerini biliyorum ama artık savaşmak istiyorum! Eğer birgün burası için bir önemim kalmadığımı hissedersem...O zaman neler olacağını görürüz.

Yakup Sabri İNANKUR

11 Ekim 2011 Salı

Carles Puyol Röportajı, Bölüm 1

Röportajın orjinali burdaBaşlığı ise “ABİ LEVANTALA TU” meali “ABİ, KUPAYI SEN KALDIRACAKSIN” Garip bir başlık gibi gelmemesi için ilk kelimedeki “A” harfini kısa okuyun, “aa” şeklinde değil.

Özellikle Messi ile ilgili açıklamaları bana ilginç geldi. “Messi mi Ronaldo mu” aklı başında her futbolsever için soru olmaktan dahi çıktı zaten. “Messi mi Maradona mı” sorusuna (bence) üstü kapalı yanıt veriyor Barselona Kaptan'ı.

*******

-Abidal’in ŞL kupasını kaptanlık pazubandı kolundayken kaldırması Barselona tarihine geçti. Bunu nasıl ve ne zaman planladın?

CP: Takdir edilesi bir andı, ama en önemlisi hakedilmiş bir takdirdi. Yine yapardım. Finalden 2 hafta önce böyle bir fikir oluştu kafamda, ancak Wembley’deki final gününe kadar kararımı vermemiştim. Önce bandı Xavi’ye verdim, kupayı kaldırması için. Fakat Xavi reddetti ve “sen kaldırmalısın” dedi bana. Sonra ben 2 hafta önce yapmak istediğim şeyi hatırladım.

-Abidal ne yaptı?

CP: Ben Abidal’e döndüm “Abi, kupayı sen kaldıracaksın” dedim. “Emin misin” diye sordu. “Tabii ki, git kaldır” dedim ve pazubandını koluna geçirdim.
-Xavi’den bahsetmişken; takımın kötü bir çizgide ilerlediği zamanları hatırlıyor musunuz? Hisleriniz neydi o zaman?

CP: Evet, bazen Xavi ile konuşuyoruz. 5 uzun (zor) yıl geçirdik ve şimdiki muhteşem anların tadını çıkarıyoruz. Futbol bize 2 farklı yüzünü de gösterdi.

-Bu sezona odaklanırsak, ne hissediyorsun (sakatlığın düzeldi mi)?

CP: Harika hissediyorum! Açığımı kapatıyorum ama en önemlisi, bir sonraki maç için kendimi iyi hissediyorum.

-Şu anda Mascherano savunmada görev yapıyor ve gayet iyi bir iş çıkarıyor. Bu da, bazen yedek kalacağın anlamına geliyor...

CP: (Konuşmayı keserek) Burada yedek oyuncu, ilk 11 oyuncusu diye bir kavram yok. Her an (herşey için) hazır olmalıyız. Mascherano muhteşem bir oyun çıkarıyor. ŞL Finalinde oynamayı hakediyor ve şu an formunun zirvesinde.

-Fakat bu 3-4-3 formasyonu, en iyi savunma çiftini, yani seninle beraber Pique’yi de dışarıda bırakıyor.

CP: İkimiz de sakattık ve diğerlerinin şans bulacağını biliyordum. Ayrıca 3-4-3 iyi bir sistem, iyi işliyor. Sorun yok.

-Bu yılki takım, geçen yılkinden iyi mi?

CP:Gerçekten iyi oyuncular kadroya dahil oldu. Bu sezon takımda daha fazla kalite var ve bu da rekabeti körüklüyor, ama 2 sezonu kıyaslayamayız. Bekleyip, görmeliyiz. Geçtiğimiz sezon önemli başarılar elde ettik. Bu sezon önümüzde yeni hedefler var.

-Peki Real Madrid’in geçen sezondan daha iyi durumda olduğunu düşüüyor musun?

CP: Bu sezon birbirlerini biraz daha iyi tanıyorlar. Bir yıldır birbirleriyle oynamaya alıştılar ve bence şu an Avrupa’nın en iyi takımlarından biriler.

-Mourinho’yu biliyorsun. Tito Vilanova’ya bunu (gözüne parmağını sokmasını) yapmasını nasıl açıklıyorsun?

CP: Oyun ne kadar gergin olursa olsun, böyle bir davranışın izahati yok! Ancak her halükarda bunu unutmamız, takıma ve performansımıza konsantre olmamız bizim için daha iyi.

-Hakemlerin Messi’ye ceza sahası içinde yapılan faullere penaltı çalması için daha ne gerekiyor? (!)

CP: Açıkçası bilemiyorum, ancak kendini hiç atmayan (hakemi kandırmayan) bir oyuncu varsa o da Messi’dir. Hakemlerin de işi zor. Sahada oyuncular da biraz yardımcı olmak zorunda.
-Messi için (daha) ne söylenebilir?

CP: Tarihin en iyi oyuncusu. Ondan daha iyisini hatırlamıyorum ya da tahayyül edemiyorum. Düşüncelerim tarafsız değil, farkındayım. Futbol tarihine baktığımızda çok iyi oyuncuların olduğunu görüyoruz. Ancak ben izlemedim. Kimse Messi ile kıyaslanamaz, O başka bir gezegenden.

-Ama sen aynı cümleleri eski takım arkadaşların Ronaldinho, Rivaldo ve Eto’o için de kurmuştun...

CP: Leo herşeyi çok kolay yapıyor... ve kişiliği, kazanma arzusu O’nun en iyi özelliği. Her zaman topu istiyor (sorumluluktan kaçmıyor), hırslı ve kazanan bir oyuncu O.

-Seni en çok etkileyen özelliği?

CP: Alçak gönüllüğü elbette. Sıradan bir adam aslında, hatta utangaç. Ama (sahaya çıktığında) bunun üstesinden geliyor. Futbola aşık. Kim olduğu ve neleri temsil ettiği, O’nu farklı davranışlara sevk edebilirdi, ama O sadece kendisi oluyor. Bu da O’nu (daha) büyük yapıyor.


Röportajın 2. bölümü burada






Yakup Sabri İNANKUR

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...