25 Nisan 2011 Pazartesi

Sonunu Bilmediğimiz Hikâye

İçinde yoğun duygular ihtiva eden her kavramda, hikâyeler sonuçlardan daha önemlidir. Çünkü sonuçları önemli yapan, hatta olduğundan daha önemli gösteren, hikâyenin yoğunluğudur. Bakış açımıza göre iyi ya da kötü etiketi yapıştırıp dosyalayacağımız her son, anı arşivlerimizin tozlu dolaplarından her çıktığında, hikâyenin yoğunluğu kadar acı ya da mutluluk verir.

Her sene, her hafta, hatta hergün 22 adamın 1 topu paylaşamaması bizim için kalp çarpıntısı, çene jimnastiği ve stres olmasına rağmen, bir sonraki sefere, aynı heyecan, umut ve yine stresle, tribünde, televizyon karşısında, geçmişte radyo başında, hayatımızın 90 dakikasını “değerlendirmemizin” sebebi budur. Çimlerin üzerindeki hikâyelerin parçası olmak...

Atatürk Stadı’nda bir sezonun sonunda anlatacak birçok hikâye gördük. Bir Anadolu takımının 9 kişiyi ceza sahasının önüne yığıp tekme tokat savunmadan da bir büyüğe 3 gol atıp –neredeyse- yenebileceğini gördük. 10 dakikada (belki) giden bir şampiyonluğun, bir sonraki 10 dakikada (belki) geldiğini gördük. Maçın 3’te 2‘sinin kahramanı Abdülkadir iken, 3’te 1’inde sahneye çıkan Alex De Souza’nın maçın tümünün kahramanı olabileceğini gördük. Alex'in attığı 3.golü yemeyen takım kalmadığını gördük. Genç Semih’in sol ayağıyla Alex kadar iyi asist yapabileceğini gördük. Uzuuuun boylu Ediz Bahtiyaroğlu’nun yanlamasına durursa savunmada daha az boşluk bırakarak daha yararlı olabileceğini düşündük. Telepati olduğunu zira Ediz’in bizi duyup ciddiye aldığını, ama bu seferde penaltıya neden olup (takımına) yine yararlı olamadığını gördük. Emre Belözoğlu’nun neden Türkiye’nin en iyi orta saha (ama en sevilmeyen) oyuncusu olduğunu gördük. Gökhan Gönül’ün neden Türkiye’nin en iyi (ve en sevilen) oyuncusu olduğunu gördük. Tip olarak Nobre, tarz olarak Kenan Evren’e benzeyebilen bir hakem olabileceğini gördük.

Ve gözyaşları gördük.

Gözyaşlarına, tribünden bayrağıyla atlayan taraftarın sarılışını gördük.

Bir futbol takımı sadece zaferlerin üzerine sevilmez, sevilmemeli. Bu yüzden mağlubiyetlerin, başarısızlıkların üzerine de red edilmez, edilmemeli. Alkmaar maçında Fenerbahçe 3-1 mağlupken, oyundan çıkan Alex De Souza’yı yuhalayan elli bine karşı ayakta alkışlayan bir başkan bunu en iyi bilendir. Daha sonra kendi oyuncusunu yuhalamak gafletine bir daha düşmeyen taraftar da bunu en iyi anlayandır.

Dün Güiza’nın gözyaşlarının etkilemesi için illâ Fenerbahçeli olmak gerekmezdi.

Önce İspanyol kumaşı gol kralı markalı yaldızlı ceketinin üzerine “madara” nişanı yapıştırdılar. Daha sonra o ceket, çamur güreşleriyle televizyonlarda şov yapan eski karısının sıçrattığı çamurlarla da iyice kirlendi. Kendine olan güveni fersah fersah batarken, ceza sahası denizlerinde sarılacağı goller kaçtı. Geçen sezonun şampiyonluk yükü bir 90 dakikaya sığabilirken, O, 90 dakikaya bir gol sığdıramadığı için baş sorumlu oldu. Koskoca bir sezonda arkadaşları rakip takımları tek tek devirirken, o sadece sakatlıkla mücadele etti.

Ve nihayet dün akşam İzmir’de sahaya çıktı.

Bir forvet için ekstra bir hareket yapmadı. Savunma arkasına koşu, düzgün bir vuruş...

Pas harikulade, vuruş zor, pozisyon basit. Futbol basit oyundur, ama hikâyeleri ve etkileri muazzamdır, ağlatır bazen...

Bu hikâyelerin hüzün veya sevinçle biten alternatif sonlarını Fenerbahçe ya da Trabzonspor paylaşacak. Ne olursa olsun bu sezonun, Burak Yılmaz ve Alex’in kahramanlık destanlarını çoktan yazdığı bir sezon olduğu gerçeği değişmeyecek.

Kazablanka filminin o ünlü sahnesinde yakışıklı Humphrey Bogart sert bir ifadeyle Ingrid Bergman’a sabitler gözlerini ve sorar;

"- Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikaye anlatayım mı?"

" - Evet."

" -Seni Seviyorum."

4 hafta kaldı ve 2 takımı birbirinden ayıran tek bir gol var. Bu hikâyenin sonu ne olur bilmiyoruz.

Ama futbolu ve takımlarımızı seviyoruz.

Sonunu düşünmediğimizde kahraman olabilir miyiz bilemiyorum ama seviyorsak sonunu düşünmememiz gerektiğini biliyorum.


Not: Bu yazıyı yazarken, muhabbetleriyle bana katkı yapan Ege (http://sairlerparki.blogspot.com/) ve Kaan’a (http://klasikfutbol.blogspot.com/) çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...