5 Nisan 2011 Salı

FUTBOL FİTBOL İKEN...

İçinde olduğumuz anın, hayatımızdaki en mutlusu olduğunu anlamamız yıllar alır, çoğu zaman. Bunu anladığımızda kızarız kendimize hatta, o anın tadını yeterince çıkaramadığımıza kızarız. Gözümüzün önünden geçen film, çocukluğumuzun kareleriyle doludur, genelde...

Böyle anlarda kalp dolmaya başlar. Neşeyle dolar, kederle dolar, aşkla dolar ama mutlaka dolar. Artık taşıyamaz hale gelir, taşırmaya başlar. Taşan duygular kalemin ucundan dökülür, ya da klavyeden çıtır çıtır ses getirir.

Beşiktaşla dolu bir kalp taşmaktadır, bugün...

Voleybol takımı küme düşen bir dünya kulübü var mı bilmiyorum ama sokakta görsem tanıyamayacağım voleybol takımının oyuncularına kafa göz dalan insanlarla dünya kulübü olunamayacağını biliyorum. Beşiktaş’ın “bu” olmadığını bildiğim gibi.

Hikayeler insanlardan daha çok yaşarlar. O yüzden ben kendi hikayemi anlatayım, bugün...

Standart bir gün “Yakup kooooş, maç vaaaaar” bağırtısıyla başlardı. Anında dışarı çıkardım. Arkamdan yağlı-ballı ekmekle annem koşarken, benim en büyük derdim sağ burnu delik spor ayakkabımın flasterlerini “X” şeklinde yapıştırmak olurdu. Öylesi havalıydı çünkü. Bundan sonrası ise en önemli safhaydı. Takım arkadaşlarıma elimle geliyorum işareti yaparken (bağırmak ayıptı çünkü) alttaki avluya inerdim. Çok eskiden oda sayılan o zamanlarda kömürlük muamelesi gören karanlık yerden tırstığım için, oraya gözüm kapalı girer elime gelen kömür parçasını alır, hemen “fıyardım”. (Abilerimiz orada ruh gördüklerini söylemişlerdi, onlara bakınca taş oluyormuşsun.) Ama o kömürü almak şarttı. Üzerimdeki beyaz fanilayı çıkarır elimi çoktan karartmış kömürle fanilanın arkasına “11” yazardım. Sonra önüne özüne bezene “BEKO”yu da kondurunca, fanila forma, ben Metin olurdum.

Tabii maç esnasında, terden o kömür akardı ve her tarafıma bulaşırdı. Akşam eve geldiğimde, annem tası kafama vura vura yıkardı beni. Ben ise maçtaki pozisyonlarımı düşünür, ertesi maçta daha iyi olacağıma kendi kendime söz verirdim. Metin olmak kolay değildi!


1 2 3 golün yetmediği 4 5 6 hatta 10 olduğu zamanlar Beşiktaş dünya kulübü değildi. Kadrosunda Zeki, Recep, Ali, Metin gibi isimsiz isimler vardı. Taraftarı dünya çapında değildi. Kötü oyuna desibel yükselterek inat eden, mağlubiyeti “Aldırma Kartal” diye karşılayan, kendi oyuncusuna “öf” bile demeyen bir tribün vardı. Rakipleri zekasıyla döverdi taraftar. Rakipler gibi sahayı küfürle sulamanın aczine düşmezdi.

Futbolu doğru telafüz eden bir başkanı yoktu. Zengin yöneticileri de yoktu.

Zamanın değiştiği, dünyanın değiştiği gerçeğine gözüm kapalı değil. Değişim; çevreye uyum sağlamak amacıyla, özünü koruyarak daha iyi, daha güçlü, daha hızlı olmaktır. Beşiktaş’ın şu an yaşadığı değişim değil dönüşümdür. Olduğundan farklı birşey olmaktır. Bir sabah yatağından kalktığında kendini hamamböceği olarak bulan Gregor Samsa’nın durumudur. O nedenle amacım o zamanla bu zamanı kıyaslamak değil. Zira kıyas için benzer konular, kişiler, fikirler ele alınır.

Başınıza gelen en güzel şeyle, en kötü şey arasında geçen zamana aşk denir. Eğer o en kötü şeyden hemen sonraki an yaptığınız omuz silkmezse, orada aşk yoktur, sadece şehvet ya da tutku vardır. Karşılığını da almıştır, ya da zaten alamadığı için bitmiştir. O en kötü zamandan sonra hala en iyi zamanların anısı dolduruyorsa kalbinizi, yüzüne bakıp gülümseyebiliyorsanız, işte orada gerçekten aşk vardır. Hayatını mübadeleye dayandıran bir birey için bu 3 harfli bir sözcüktür sadece. O birey maça gittiğinda sahaya çıkana değil, tabeladaki rakamlara heyecanlıdır. Pazartesi okulda, işyerinde hava atmaktır, arkadaşını kızdırmaktır O’nun derdi. O, rakamlar istediği gibi olmazsa döner arkasını gider “ekmeğimi, suyumu vermiyor ya” der.

Bugün Beşiktaş’ın sorunu kupa, hücum futbolu, 4-2-6-3-4 değildir.

Beşiktaş’ın sorunu sürekli “Beşiktaşlı Duruşu”nun telafûzudür.
Halbuki Sn. Süleyman Seba hiç duruş lafı etmezdi.
Sadece dururdu!
O duruş karşısında ceket iliklerlerdi, rakip kulüplerin başkanları...
Beşiktaş, diğerlerinin ikinci takımıydı.
En mutlu anlarım onlarmış. Beşiktaş’ın da en mutlu anları onlardı.
Ve bu güzel anların mimarı Sn. Süleyman Seba’ydı.

İyi doğdun Başkanım. Futbolumuza, Beşiktaş’a ve bana kattığın değerler nice hayatların toplamından daha fazla ömür etti.
Bugün futbolu doğru telafüz eden bir çok zengin adam, eğri işler yaparak Beşiktaş’ı başka bir “şeye” dönüştürüyor.

Halbuki futbol fitbol iken; Beşiktaş Beşiktaş’tı!

“Beşiktaş’a hizmet etmek istiyorsanız, kimsenin adamı olmayacaksınız!” Süleyman Seba




1 yorum:

  1. Kardeşim ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş. Büyük başkanın ruhu şad olsun tekrar...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...