7 Eylül 2011 Çarşamba

7 Eylül Kokusu


Çoğu zaman sözler duygularımızın ağır yükü altında ezilir. Söyleyecek ya da yazacak doğru kelime bir türlü çıkmaz. Kalbinizi sanki tornavidayla deliyorlarmış gibi hissedersiniz. Hissettiklerini anlatamanın acısı, duyduğunuz acıdan daha ağrılı bir hale gelir.

Kaçacak yer bulamazsınız sokaklar çok dardır, sığınacak yer bulamazsınız ev kocaman gelir.

Çehrenizdeki ağlamakla tiksinmek arasındaki ifade, çürümeye başlayan anıların ekşimiş kokusu yüzündendir.

Beyniniz kurtlanmıştır.

Böyle anlarda hemen kapılarımı kapatır kafamın içine saklanırım. Hem kendimi korumak, hem de temizlik yapmak için. Temizlik sonrasında elimde bir avuç kelime kalır, atmaya kıyamam.

Kimsenin bilmediği gizli deftere dökerim onları.

Unutulmuş bir alfabeyle yazarım.
Unutulsun diye.

Son temizlik sonrası, 25 sene içinden geçip ne yaptığımı, ne yaşadığımı, ne hissettiğimi umursamadığım bir tarih buldum bugün. Ayrı uçlarda yaşatan tanımlamaları aynı cümle içine koyabildiğim bir gün. Aynı gün, aynı olay, aynı kişiler; aynı tarih için en şölen, aynı zamanda en yaslı günüm olabiliyor(muş).

Farklı bir zamanda, farklı bir yerde, farklı bir insan olarak, farklı bir kişiye bakmanın farkı bu(ymuş).

Sermet Erkin’in boş şapkadan çıkardığı yoktan tavşanlar öldü, benim içimdeki kerata ısrarla ölmedi. Hala yoktan var olabileceğine inanırım. Varın da hep var olacağını sanırım. Halbuki yokun var olacağına inanıyorsun da, varın yok olacağına neden inanmıyorsun? Üstelik bunu bana binlerce kez söylemişlerdi, ben masal sanıyordum. Bir varmış-bir yokmuş derken, meğer hayatı anlatıyorlarmış.

5 buçuk ay daha nefes almaya (ve vermeye) devam edersem hayatın bana soktuğu yıl sayısı 31 olacak. Kendisine saygılarımı sunarım. Benim de onu ara sıra dürtmüşlüğüm var. Ezildim ama yenilmedim! Sadece yaşadığımız dönemde adamlık kaybettiği için, ben de yenilmiş sayıldım.

Boynuma bağlı ağır hatalarım yoktu ki başım eğilsin. Bordo defterde yaşayan imzalara, mühürlere değil kendime güveniyordum.  Zaten mürekkebin kuruması için de 4 yıl yeterliymiş. Sen üstüne gözyaşını koysan da yeniden ıslanmıyor o imzalar.

Savaşmadım. Savaş mağlup ve galip belirler. Mağlup ölmüştür. Galip ise muzaffer değil kazanandır. Onun da yara bereleri çoktur çünkü. Hatta bazen ölümcüldür bu yaralar.

Bu yüzden ben; mücadele ettim. Kırmadan dökmeden yaralamadan yağmalamadan dağlamadan. Herkesin kazanması ve yola devam etmek daha erdemli geldi bana.

Yalnızken daha uzağa, daha hızlı koşabilir insan. Ayağı takıldığında düşüşü daha sert olur bu yüzden. Hele de onu düşüren yanında koşan partnerlerinin çelmesiyse, o zaman fena işte! Tutunacak güven bulamayıp düşmek mi daha kötü, yoksa düştüğünde kaldıracak el bulamamak mı ? En kötüsü, arkada bıraktığın elin sıcaklığını hatırlamak olur galiba. Garip bir sıcaklık, garip bir dans, garip bir bakıştaki o ilk şaşkınlığa geri dönersin.Tam o an kanayan yerlerinin sızısını hissetmezsin. Acıyı da umursamazsın. Kafandaki tek düşünce ellerinin ne kadar soğuk olduğudur. Sıcağa ihtiyacın olduğunu anlarsın.  Sıcaklık, soğukluğa her zaman muzafferdir. Soğukta yaşayanlara bunu ancak yüzündeki çizgiler söyleyebilir. O zaman sen de içindekileri çıkartacak kelimelerin arayışında ağrılı saatler geçirirsin. Bir tarihin olur belki. O tarih bugün olur belki..?

Hem bilirsin;

Akdeniz’de yazlar sıcak ve kuraktır.

En iyi zafer ise savaşmadan kazanılandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...