30 Mart 2011 Çarşamba

Makas Elimizde

Öyle bir gruptayız ki 1.lik büyük başarı, 3.lük büyük başarısızlık, 2.lik ise övgünün de yerginin de hakkını veremeyen standart, rutin bir sonuç.

Bu akmaz kokmaz grup kurada 4. torbadan Belçika’yı bünyesine dahil edince işler biraz karıştı. Belçika gerek torbası, gerek grup için iyi bir takımdı. Buna Azerbaycan’da yaşadığımız kaza da eklenince Avusturya önüne kendine güveni az, ama kazanmaya aç bir takım olarak çıktık.

İlk 10 dakikadaki iştahın nedeni buydu.

Ama dikkatimi çeken, çok hoşuma giden ve tüm maç “umarım Rıdvan Dilmen bunu da söylemez ve ben de yazarım” dediğim düşünce, Hamit’in Kaptan, Mehmet Ekici’nin 10 numara olmasaydı. Mesut Özil’in her golü kaçırdığında göreceğimiz, duyacağımız şekilde gönül “koyması” yeterince canımızı acıtırken, geçen hafta Samed ve Levent’in attığı golle Almanya U-17’nin Türkiye U-17’yi 2-0 yenmesi ülke futboluna atılan dost tokadı oldu. “Bizim” çocukların “bizim” formayı giymesi için vatan, millet ve Sakarya’dan daha fazlasını vermemiz gerektiğini anladığımızı düşünüyorum. 10 numarasına rağmen Yıldırılan Baştürk’ten sonra Ekici’nin 10 numarasını bu kez iyi değerlendiririz, umarım... Elini kolunu tribünlere değil rakiple mücadelede kullanan Hamit’ten de çıkmaz o bant, umarım...

Avusturya’nın geride bekleyip Maierhofer isimli kuleye top şişirmek üzerine kurduğu “felsefe” kendi yarı sahalarında telaşsız koşular yapmalarını anlamlı kıldı. Biz ise yetenekli ama fiziksel gücü düşük oyuncu kalabalığıyla karambolü, uzaktan şutları hedefliyorduk. Bu nedenle top enlemesine yaptığı gezintilerde sorun çıkarmadı. Fakat kale yanlarda değil, karşıda olduğu için ortada “gol” sorunu vardı.

Yağmur da vardı.

Neyse ki; Ekrem Dağ’ın Gökhan Zan ile beraber geçirdiği 1 sene, taçtan gol olarak bize geri döndü.

Gıdısız ve fubissiz Arda’nın kafası Emre abisi gibi olmak yerine biraz daha topta olsa atacağı 2 kafa golü vardı. O’nun futbolu sevdiği kadar, biz de O’nu seviyoruz. Attığı zeka dolu golü herkesin yazdığına, yazacağına eminim. Yüzündeki gülümsemenin kaybolması; 66 numaralı o keratayı kendisinin de özlediğini anlatıyor.

66’yı “forma” numarası olarak Arda’da sevdiğim kadar, milli takımın önde olduğu maçlarda “dakika” olarak sevmiyorum. O dakikada geri çekilmeye başlıyoruz. Bunun taktiksel değil, psikolojik olduğunu düşünüyorum. Yine dün gece tam 66. dakikada 11 oyuncumuz kendi yarı sahamızın ortasında yan pas yapan Avusturya’yı karşılıyordu. Savunma yapmak; geri çekilmek değildir. Savunma yapmak rakibin hücum etkinliğini azaltmaktır. Geri çekilmek, geri çekilmektir. Maçın 3’te 2’sinde Maierhofer’in kafasını arayan rakip, geri çekildiğimizi görünce “hücum” yapmaya başladı. Dahası umutlanmaya başladı.

O anda Hiddink’in hamlesi geldi.


Son 4 senenin Türk Pasaportlu en iyi forveti Semih Şentürk. Golcülüğünü sayılar (oynadığı dakika/attığı goller) anlatıyor. Sayıların açıklamakta sıkıntı çektiği konu O’nun orta sahadaki etkinliği. Semih gerçekten çok zeki bir oyuncu. Oyunu nasıl açacağını, nereye oynayacağını çok iyi biliyor. Yaptığı koşular ya kendine ya yamacındakine gol boşlukları veriyor. Yansın, kül olsun o yedek kulübesi de durmasın artık orada...

Maçta pek sesi soluğu çıkmayan Nuri Şahin, Mehmet Topuz’un oyuna girişiyle Westfallen’deki mevkisine geçti. Sadece 20 dakikada savunma arasına yaptığı koşu, 2 gol pozisyonu etti. Hiddink, Nuri’yi Emre Belözoğlu gibi kullanmak istiyor. Stoperlerimizin kısıtlı pas yeteneği savunmaya yaklaşıp top çıkaran bir adam olmasını şart koşuyor. Nuri’nin (bildiğimiz, beklediğimiz) etkisini göremeyişimizin sebebi bu.

Lampard olmuş Selçuk İnan ve Dani Alves’ten daha iyi olduğuna inandığım Gökhan Gönül için ise hem kendilerinin, hem Türk Futbolu’nun iyiliği adına gitme vakti geldi. Artık Spor Toto Süper Lig’in bu iki oyuncuya yapacak bir katkısı yok. Hasan Şaş böyle bir patlama anında evde kalmış, en nihayetinde elde kalmıştı. Bir sonraki basamak için La Liga ya da Premier League’e tutunmaları gerekiyor.


Şimdi;

Belçika ve Avusturya deplasmanından kaybetmeden dönersek standardı yakalar grup 2.si oluruz. Hedefimiz bu. Şu anda kendi göbeğimize makas tutan el bizim.

3 haziranda Belçika’ya mağlup olursak makası Azerbaycan’a, hatta Almanya’ya teslim ediyoruz. Belçika’nın puan kaybını beklerken, Avusturya’yı deplasmanda, Almanya’yı içeride mutlaka yenmemiz lazım.

4 yorum:

  1. Milli takım ile ilgili hayallerimden biri Nuri, Selçuk İnan ve Necip'in aynı takıma transfer olup önümüzdeki 2 seneyi beraber geçirmesi, ve kupaya oynayan büyük takımların vazgeçilmezi olan 1. sınıf ortasahayı oluşturmaları..

    YanıtlaSil
  2. Gökhan'ın da elinden tutup Sir'ün hizmetine girsinler, kardeş kardeş oynasınlar...

    YanıtlaSil
  3. O dediğin olsa, o 4 futbolcu 5 sene Ferguson'un elinde yoğrulsa işte o zaman bu ülke futbolunda yeni bir çağ başlar..

    YanıtlaSil
  4. Ha bir de Semih gitsin. Unutmuşum Semih'i. Semih-Forlan takas olsun.

    Yalnız bizim futbolcular bu konuda biraz yukarıdan bakıyorlar meseleye. Yani şöyle bir Bolton'a burun kıvırırlar. Halbuki şu etapta düşünmeleri gereken takım (ya da o takımın tabeladaki yeri) değil.

    Eğer ben o kalitede bir futbolcu olsam, Liverpool hayallerimi bir kenar koyar Everton'ı seçerdim. Orada bir David Moyes var. Dalglish'in ilerisi belli değil. Gelecek olan hoca ne yapar ne eder... Bana birşeyler katacak hocanın yanına giderdim.

    Bu konuda en acı örnek ise Quaresma-Ronaldo kaderi. Ronaldo'ya yeni Quaresma diyorlardı. Ronaldo Sir gördü. CR7 oldu...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...