4 Mart 2011 Cuma

Necipgiller

Serpil Hamdi Tüzün, Beşiktaş Altyapısı’nda yaşıtlarının çok üstünde bir futbol zekasına sahip 12 yaşındaki çocuğu dikkatle izlemektedir. Belli bir süre sonra, O’nu kendisinden büyüklerin arasına koyar. Zaman geçtikçe büyüklerin arasında ufak tefek kalsa da futbol olarak 2 beden fazla gelen bu küçük solağın, Maradona’yı andıran bir tekniğe ve pozisyon zekasına sahip olduğunu anlar.

Bir antremandan sonra küçük Maradona’yı yanına çağırır.

-“Futbol oynamayı seviyor musun?” diye sorar.

-“Çok seviyorum”

-“O zaman sana ödev veriyorum, bir futbol ödevi. Hergün 10 tane gol senaryosu yazacaksın. Atak seninle başlayacak ve gol vuruşu seninle bitecek. Neden böyle yaptığını, rakip oyuncuların nasıl ve nerelere hareket edeceğini de yazacaksın”

Sergen belki sevdiğinden, belki okuldaki ödevden kaçmak için anneye babaya bir bahane bulduğundan ses çıkarmaz. Ancak hergün eve gidince 10 pozisyonu kafasında golle sonuçlandırmak, kağıda yazmak, hatta bazen çizerek anlatmak standart bir futbolcu için bile çok zor. Böyle bir durumda her öğrenci gibi Sergen de tekrarlara kaçar. Daha önce hocasına teslim ettiği pozisyonları tekrar yazmaya başlar. Serpil Hoca farkındadır elbette ama ses etmez. Zaman geçtikçe kendinden kopya çeken Sergen görür ki; aynı pozisyon da olsa farklı seçenekler mevcuttur. Rakipler aynı yerdedir, top aynı hızdadır, ama Sergen bu sefer oraya değil de, öbür tarafa oynar kafasında. Sonu golle biten birçok farklı sonuç olabileceğini, top ayağındayken 4-5 pozisyon sonrasını düşünebileceğini ve her zaman seçeneklerin birden fazla olabileceğini öğrenir Sergen. Daha doğru bir deyişle; Serpil Hamdi Tüzün öğretir.


Altyapının görevi sadece yetenek bulmak değil, yeteneği işlemektir. Hiçbir kuyumcunun vitrininde külçe altın göremezsiniz. Beğeni ve zerafet; kuyum sanatının becerikli ellerden çıkan ürünlerinedir. Satılabilen de odur. Bu nedenle eşinize, kız arkadaşınıza 20 gram altın hediye etmezsiniz. İşe yarayan güzel bir kolyedir.

Dünyanın en iyi buz patencisi Evgeni Pluşenko’ya nasıl herzaman bu kadar hazır olduğu sorulduğunda “1 gün çalışmazsam ben farkediyorum, 2 gün çalışmazsam antrenörüm farkediyor, 3 gün çalışmazsam seyirciler farkediyor. Ben de hergün çalışıyorum” diye cevap veriyor. Fransa Bisiklet Turu’nu 7 kez kazanan Lance Armstrong’a boş vakitlerinde ne yaptığını sorduklarında bisiklete bindiğini söylüyor. Noel’de ne yapacağını sorduklarında bisiklete bineceğini cevabını veriyor.

Çalışmayı vurgulasa da derinde daha önemli bir konu var bu cümlelerde. Bunun; yani çalışmazsa gerileyeceğinin “farkında olmak”. Bu iç disipline sahip olmak...Buna mentalite diyoruz.

İşte bu mentaliteyi, bu disiplini, bu çalışma arzusunu vermek önemli. Ağacın yaşken eğildiğini bilen bir kültürün bunu uygulamada sıkıntı yaşaması nedeniyle 4 milyonluk Türk nüfusundan Hamit Altıntop, Serdar Taşçı, Mesut Özil, Nuri Şahin, İlkay Gündoğan çıkarken, 70 milyondan bu kalitede –yetenekte demiyorum- futbolcu çıkmıyor. Arda Turan, Tuncay Şanlı, Serdar Özkan, İbrahim Akın, Aydın Yılmaz’ın yetenek olarak yukarıdaki isimlerden eksiği olduğuna inanmıyorum. Altyapıda mental eğitim eksikliğinden dolayı iş disiplinleri, çalışma arzuları eksik ya da hatalı. Farkı doğuran da bu.

Furkan Şeker, Atınç Nukan, Muhammet Demirci ve Doğukan Pala; Beşiktaş Altyapı geleneğinin son, Beşiktaş’ın geleceğinin ilk ürünleri olarak dün sahne aldılar.

En çok Doğukan’ı beğendim. İlk farkedilen özelliği özgüveni, sonra hızı. Ancak kontrolsüz hızın hız olmadığı bilincinde olacak ki; ivmelenirken, top kontrolünü kaybetmiyor. Nihat Kahveci’nin ve Tuncay Şanlı’nın kronik sorunu buydu mesela. Nihat İspanya’da bunu düzeltti, Tuncay hala aynı dertten muzdarip. Doğukan’ın bu yaşta bu dengede olması yaptığı (isabetsiz değil ama) yanlış ortalardan ya da heyecanlı bindirmelerden daha önemli.

Furkan gayet sağlam oynuyor, pas almak için boşa kaçmaktan çekinmiyor. Gerektiğinde ileri çıkışlar yapıp, ara pasları denemekten de vageçmiyor. Hatta bir ara orta saha pas alışverişlerinde yönetimi öyle ele aldı ki “Muhammet sağ ayağını iyi kullanıyormuş” dediğim oldu. Yıllardır Sergen aramaktan pas tutmuş gözlerimiz, her olumlu hareketi Muhammet’e yordu tabii...Halbuki Fernandesle uyumu yakalayan Furkan’dı.

Muhammet ise gol fırsatı yakaladığında bize de tarihe tanıklık etme fırsatı verdi. Böyle bir yeteneğin ilk maçında, ilk golünü görmek nasip olmadı. Gerçi Muhammet’in ilk profesyonel adımlarını görmek de nasip olmadı. Maçın ilk 30 dakikasının sol köşesini izleyemediğimize şikayet ederken, son 15 dakikayı hiç göremedik! TRT’nin hangi profesyonel yayıncılık şartnamesinde böyle bir yayın mantığı yazıyor merak ediyorum. Bu sırada spiker Digitürk kameralarını övmekle meşgul olurken, bizler maçı tam izlemek için illa bloglardan kaçak yayın mı bulmalıydık!

Atınç çizgi savunma oynamayı biliyor. Ama O’nun da anlık hamlede doğru tepkiyi vermek için zamana –ve oynamaya- ihtiyacı var. Bir kaç pozisyonda kontrolündeki topa müdahale etmekte karar sıkıntısı yaşayınca topu kaptırdı. Doğukan ve Furkanla uyumu iyiydi. Soğukkanlı oyun kurma çabaları tebriği haketti.

4 tane pırıl pırıl Beşiktaşlı, Rıza’nın, Gökhan’ın, Ziya’nın, Feyyaz’ın eskittiği yollarda yürümeye başladılar. Umarım arkalarında en az takip ettikleri kadar derin izler bırakırlar. Tüm yollar İnönü’ye çıkar. Yeter ki; çalışmaktan yorulmasınlar ve en önemlisi mental eğitimleri eksik kalmasın.

Zira aynı altyapıdan Batuhan da çıkabiliyor. Ama biz Necipgilleri görmek istiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...