24 Mart 2011 Perşembe

Cantonalaşmak İyidir Bazen

Türkiye’de kaliteli futbolcu, kaliteli hoca, kaliteli yönetici, kaliteli yazar, kaliteli futbol programlarının sayısı; kaliteli taraftar sayısı ile doğru orantılıdır. Talebi karşılayacak kadar arz vardır, buna ekmek-köfte dengesi de diyebiliriz…Alex; Türk Futbol tarihine efsane olarak geçti, bunu herkes kabul ediyor. Fenerbahçe tarihinde ise bir Lefter bir Can Bartu kadar sayfa kaplayacak, bunu da hakediyor. Öte yandan herkesin Alex’in futbol yapısını beğenmesi için kanun hükmünde kararname yok. Barcelona’nın futbolu da (BENCE) belli bir süre sonra sıkıyor, ancak bu Onların şu an dünyanın en iyi takımı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Beğenmek ve hakkını vermek; bizim için Xavi-Iniesta, Raul-Morientes, Nesta-Cannavaro etkisinde. Ayrılmamalı diye düşünüyoruz. Oysa hakkını vermek için Sezar’ı beğenmek zorunluluk değil. Sırf beğeniyoruz diye, Spartaküs’ün imparator olduğunu iddia edemeyeceğimiz gibi...

Hoşa gitmek, beğeniye, beğeni, sevgiye, sevgi, taraf olmaya, aşka, nihayetinde bağlanmaya dönüştüğünde; bağlanan, bağlanılan önünde kayıtsız şartsız egemenliğini kaybediyor.

(Ne yazık ki halk arasında bu “kör bağlanma”, aslında farklı ve daha güzel olan “taraf olmak” yerine dile yapıştığı için, bundan sonraki tüm cümlelerde çaktırmadan vurduğum, inceden de maytap geçtiğim karakter kör bağlanmadır aslında… )

Tarafa (kör bağlanmaya) kaydığınızda bonus aksesuar olarak at gözlüğü verirler, zevkle takarsınız. Yorumlarınız da görebildiğiniz açının dar koridorundan yankı yapar. Tuttuğunuz takımın, ideolojinin, kişinin hatalarının aslında hata olmadığı konusunda kendinizi hipnotize ederken, karşıt olduklarınızın doğruları bile affedilmez ve unutulmaz yanlışlardır. Kendi kapınızın önündeki çöp dağları görüşünüzü, taraf olmak gözünüzü kapattığında, şikayet ettiğiniz koku da komşunun kapısının önünden gelmektedir zaten...

Amma ve lakin futbol; her rengi, inancı, ideolojiyi, cinsiyeti; 6 gün boyunca çatışan herkesi; 7. gün kucaklaştıran dev bir kültürdür. İnsanların tepindiği herhangi bir stadın yarısının ıslıkladığını, diğer yarısı alkışlayabilir. Ne ıslıkçıları, ne şakşakçıları tahakküm
altına alacak güç yoktur. Bu nedenle dünyada (adaletin olmadığı iddia edilen) futboldaki kadar ileri demokrasiyi hiç bir yerde bulamazsınız.

Tarafsız Radyo ve Televizyon Kurumlarının milyonluk cümleleri; futbolcunun başarı-metresini Televolesel yaşam tarzıyla ölçerek, kendi ideolojisinin emrettiği fiillerle bitirmemeli. Güzelim nöronlarını futbolun ileri demokrasisinin elektriğiyle harcamalı. Sarf ettiği her nefeste, sevmediği yahut karşıtı olduğu milyonlarca “taraf”ın da terinin ve parasının kokusu olduğunu bilmeli. Hele de ülkenin geniş vizyonlu genç yöneticilere ihtiyacı varken...


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcuları listesinin başına yazacağımız Maradona, Best, Cruijff, Pele en az sahada büyüleri kadar, gece hayatları ve dağınık yaşamlarıyla da manşetlerin değişmez yakışıklıları olmuşlardır.

Şu an Google görsele Cristiano Ronaldo yazsanız, karizmatik pozlar, yanık bir ten ve bikinili kadınları görürsünüz.

Bu isimlerin, gece hayatı her ne kadar sizin tarafınıza uygun olmasa da, dünya futboluna yön verdikleri gerçeğini değiştiremezsiniz.

Yabancıları şeytan yerlileri melek terazisinde tartmak çok adaletli olmadığı gibi, gerçekçi de olmaz. Gökmen Özdenak, Yusuf Tunaoğlu, Ziya Şengül, Cemil Turan, Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen, Tümer Metin ve Sergen Yalçın gibi Türk Futbolu’nun sihirbazları zaman zaman gece hayatlarıyla gündem olmuşlardır.

"E birader sen de hep kötü örnekleri veriyorsun!” diye savunma kalkanlarını kaldırmayın hemen. Kaka, Maldini, Baggio, Rijkaard, Raul, Giggs, Hakan Ünsal, Rüştü Reçber, Bülent Korkmaz, Aykut Kocaman ve nicelerinden oluşan efendi listesini de “ahlaksız” listesi kadar uzatırım.

Meselenin ana konusu; bu işin matematiğinin “bu” olmadığıdır. Öyle olsa; Türkiye’de, başta kendisi olmak üzere çoğu kimsenin gelmiş geçmiş en büyük golcü, efendilik, ahlak konusunda eksikliği değil, fazlası olduğuna inandığı Hakan Şükür; Torino, Inter, Parma, Blackburn gibi batının önde gelen camialarında da “Kral” olurdu.

Bence bir spor adamı ve ülke yönetimine talip bir insanın kafa yorması gereken ilk konu, yozlaşmış batıda yaşayan 4 milyondan Mesut Özil çıkarken, burada yaşayan 70 milyon mutaassıptan neden pubisli Arda’nın çıktığıdır.

Bence bir futbol adamının kafasını yorması gereken ilk konu; batının altyapısında çocuğun akşam 9’da yatağa girmesi, sabah 7’de yataktan çıkması, derslerinde başarılı olmadığı takdirde takımdan atılması gibi bir disiplinin, ülkemizdeki uygulanabilirliğidir. Bu disiplinle yaşken eğilen (eğitilen) Sneijder’in, barlardan çıkmamasına rağmen yılda 60 üst düzey maç oynamasını analiz edip, neden mutaassıp bir ailede büyüyen Batuhan’ın sol gözünün bar kavgasında morardığının cevabını bulmaktır.

Futbolsever; sahada Del Piero kadar Romario’yu, Van Hooijdonk kadar Nouma’yı, Alex kadar Guti’yi, Arda kadar Selçuk İnan’ı, Kaka kadar Ronaldo’yu görmek ister. Bazılarının sihirleri ailelerinden, bazılarının çekiciliği aykırılıklarından gelir.

Türk Futbolu’nun yabancı “sorunu” daha fazla Hagi, Quaresma, Cernat, Anelka, Kuntz, Simoviç, Şota getirmekle çözülür.

Aile hayatı ne kadar düzgün olursa olsun Schildenfeldt, Lukunku, De Haine, Iorfa, Oulare familyasına ve transferlerinde emeği geçenlere Cantona uçan tekme atsın..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...