5 Kasım 2010 Cuma

YENİ 'VATAN HAİNLERİ' GELİYOR!

Aşağıdaki yazı 20 Ekim 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Lobilerin taşıdığı, vatan-millet gazlarının doldurduğu kovalar, bizim değirmenleri artık döndüremezken, Don Kişot rolüne soyunan Hamit’e teşekkür ediyor, aynı başarıyı Belçika’ya ve Avusturya’ya karşı göstermesi temennisi ile kardeş Azerbaycan’ı tebrik ediyorum. Hakan Baltasıyla, Volkanıyla, Nihatıyla, Özeriyle, Oğuz Çetiniyle bir türlü ulusa yayılamayan takımımızı bırakıp Almanya’nın genç ulusal takımlarına göz atalım.
Almanya U-17 Kadrosu;
Kaleciler: Odisseas Vlachodimos, Cedric Wilmes
Savunma: Kaan Ayhan, Koray Kacinoglu
Koray Günter, Nico Perrey, Cimo Röcker
Orta Saha: Levent Aycicek, Emre Can,Timo Cecen
Fabian Schnellhardt, Mitchell Weiser,Robin Yalcin
Forvet: Maximilian Arnold,Okan Aydin,Mirco Born
Nils Quaschner, Samed Yesil
18 kişilik kadronun 8’i Türkiye kökenli. Yani Almanya U-17 kadrosunun neredeyse yarısını 4-5 sene sonra “bizim çocuklar” diye sahipleneceğimiz oyuncular oluşturuyor. Yalnız, bu kez attığı gol(ler)e sevinecek bir nesil geliyor. hâlâ “vatan hainliği” sularında kulaç atanlar bata çıka önündeki koskoca sorunlar adasını görmekten aciz kalmaya devam etsin, Mesut gibi bu çocukların da doğduğu ve doyduğu yere hürmet ederek, taşıdıkları sorumluluğun hakkını vereceklerine eminim.
Hoş, biz hâlâ “Mesut gole sevindi mi?, yüzü üzgündü, aslında Alman mı?, yok Türk mü, hatta Kürt mü?” tartışma bulamaçlarını kaşıklıyoruz. Neden, nasıl sorularının etrafında dönüyor da dönüyor, mideleri bulandırıyoruz.
Belli lobilerin ve şahısların elinde yelkenlerinin rant rüzgarına göre ayarlandığı, bir geminin karaya oturması neden şaşırtıyor, neden üzüyor anlamış değilim. Yaklaşık 1 yıl sonra yapılacak genel seçimlerin çıkaracağı (tek ya da koalisyon farketmez) sonuçların sonrasında kılıfları değişecek koltukların ne kadar futbolun içinde olduğu, ne kadar futboldan anladığı, vizyonunun ne kadar geniş olduğu sorgulanmayacak. Kılıfçıların önceden topladıkları minarelere biçtikleri fiyat ise, ligimizin süper olduğunu kulaklarımıza katan gür sesli müezzinlerin çıktığı kariyer basamakları olacak. Belki ithal mallar gelecek, kaliteli, güvenilir etiketleriyle ışıl ışıl vitrine çıkacaklar ancak bir süre sonra Onlar da eyyam imparatorluğundaki rollerini değme aktörlere taş çıkaracak şekilde gözümüzün önünde icra edecekler. Bizlerin karnı lakırdıyla dolarken, yine ulusal takımımız için “herşey henüz bitmedi” olacak, “bir futbol ekolümüz yok” denecek, üst üste 2 turnuvaya gidilemeyecek. Dünya kulübü olma yolunda emin adımlar atan kulüplerimizin ise, futbolcularının asgari ücretin biraz üzerinde kazandığı öneleme takımlarından “talihsiz goller” yiyerek elenmesi, kulübün padişahlık görevini yürütenler için daha çok transfer daha çok (kendine) borçlanma anlamından başka bir şey ifade etmeyecek.
“Ligimizin marka değeri” tanımlaması ısrarla gözümüze sokuluyor. Gelgelelim maçlar Kung-Fu tekmeleri eşliğinde başlıyor, Aikido taklaları ile sona eriyor, kallavi yorumcular ise oyuncu sakatlıklarını aşırı sekse bağlıyorlar. Ödediğimiz para belli, aldığımız hizmet belli asıl “aşırı” cinsellik burada bence.
Konudan biraz uzaklaştık gibi görünse de aslında konunun tam içindeyiz. Anılarım De Toekomst* öğrencisi Mustafa Yücadağ’ın İzlanda deplasmanında direkte patlayan topu ile başlarken, 17 yaşında Bayern Münih’in ilk 11’inde harikalar yaratan Berkant Göktan, Premier League’de yıllarca pas dağıtan Muzzy İzzet, bir türlü ulusal takım’a harmanlayamadığımız Yıldıray Baştürk bir anda peşpeşe aklıma geliyor. Bu oyuncular, en iyi oynadıkları dönemde dahi mevkilerini, yetenekleri ve formları kendilerinin 2 gömlek altındaki oyunculara bıraktılar. Ulusal takımı evden, en iyi ihtimalle kulübeden izlediler. Bu durum, mevcudiyetini koruyarak bugüne kadar geldi. Özellikle son 5-6 senedir, yedek kulübesi ve revir arasında antreman fırsatı bulabilen isimlerin ısrarla ulusal takımın değişmezi olmasının “takım kimliği” kavramının içine sığdırılmaya çalışılması hem futbol, hem mantık dışıdır. Son 6 yılda 4 değişik hoca ile çalışmış bir takım var. 4 değişik hoca, 4 değişik mentalite demek. Ulusal takımda nasıl bir değişmez mentalite nasıl bir klasikleşmiş ekol var da kulüplerindeki pozisyonları tartışılan oyuncular rotasyona uğramıyor. Bunu hangi futbol kavramı açıklıyor? Sapına kadar sol bek Malik Fathi’nin “Türk olduğunu bilmiyorduk” diyen bir zihniyetin üzerine Berlin’de Sabri’yi sol bek oynatan zihniyet gelmiş olamaz. Bu bir tesadüf değildir. Yoksa siyasetin penceresinden el sallayanların (geçmişte, şimdi ya da gelecekte) takım seçimini etkilemediğini düşünememek gibi bir saflığın içinde mi olalım? Yoksa aynı isimlerin, ciğerlerinde gurbet havası olan oyuncuların aykırı nefeslerine karşı olmadığını düşünmemiz için sebepler mi arayalım? Bugün Veli Kavlak’ın Avusturya seçimini “Türkiye’yi seçenin adını duymuyoruz. Bunun dışındaki sebepleri ise konuşmaya gerek yok” dediği sebepleri nasıl düşünelim? Sinan Bolat’ın isyanını neye yoralım? Oyun kurucu Nuri Şahin’in Westfalen’de arz-ı endam ettiği futbol sanatına rağmen hâlâ ulusal takımda soru işaretleri sunan “önlibero” oynamasını nasıl anlatalım?
Eminim futbolseverlerin yüzde 90’ı yazının ana konusu 8 tane gencin Türkiye’ye gelmesi ve/veya ulusal takım tercihinin Türkiye olması halinde bu çocuklardan hiçbirşey olmayacağını düşünüyordur. Artık Onlar da bunu biliyor. Bunu bildikleri için zaten bize “Nein!” diyorlar. Vatan-millet-Sakarya şekerlemelerine de kanmıyorlar artık. Gerçekten Mesut Özilgillere ulusal takım forması giydirmek istiyorsak Onlara “gelecek” sunmalıyız. Bu insanlar futbolcu. Her futbolcu gibi Real Madrid gibi bir devin içinde parlamak, Dünya Kupası’nı kaldırmak istiyorlar ve onlara bu hayali gerçekleştirebilecek yolların, bu hayali verebilecek şartların peşinden koşuyorlar.
4 milyonluk nüfustan 1 tane Real Madrid virtüözü çıkıyorsa, 75 milyondan en az 18 tane çıkmasını gerektiren matematik bilimi, torpil çarklarının dişlilerine sıkışmış altyapı seçmelerinin kaç Mesut öğüttüğü problemi karşısında çaresiz kalıyor. 3 kuruşluk oyunculara ürik asit yarışması uğruna 10 kuruşu hak gören yöneticilerin bu konuya ilişkin planları, projeleri olduğunu düşünmüyorum.
Ancak seçim sizin sevgili futbolseverler, yazarlar, yöneticiler, Federasyon ve siyasiler. Dilerseniz bütün bunlara boşverebilir, Almanya, Avusturya, Belçika..v.s formalarıyla Türkiye’ye karşı oynayan, gol atan, asist yapan “bizim çocuklara” hain damgası yapıştırır geçer gidersiniz.
Nasıl olsa, 4 yıl sonra genç Almanya kadrosu bu kez işin sonuna kadar giderse “Dünya Kupası’na dokunan ilk Türk oyuncu” diye kendi kendimize pembe gözlükler takacağız. Futbolumuzun her anlamda siyahlaştığı bir ortamda gözümüze giren gerçeklerden nasıl kaçacağız, onu da “Luis Suarez de iyi topçuymuş” diyen gelecek dünya kupası yorumcularımıza bırakalım (mı?)
• De Toekomst: (Flemenkçe) “Gelecek, gelecekte” anlamında. AFC Ajax’ın altyapı akademisine verdiği isim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...