27 Ekim 2010 Çarşamba

Tedavi Sancıları

Acaba 1987'de ezeli rakibi Manchester City'den 5 yediği zaman "Nerdesin Sir Alexciler" denilmiş miydi United forumlarında? Gerçi o zaman ben 6 yaşındaydım, İngilizce bilmiyordum, internet yoktu, zaten Ferguson da "Sir" değildi.

Ama bazen rakiplerimizin forumlarında göz gezdiriyorum, hani şu sezon başında köy takımlarına elenen, bizim 2 kupamıza "biz yoktuk" diye ok atıp, geçen sene bizim olmadığımız ligde ve kupada becerip 1 kupa alamayan rakiplerimizin forumlarında. Hiç biri bizim kadar melankolik değil. Özellikle son 3-4 yılda bir "arabesklik" yerleşti Beşiktaş'a (bunun son yıllarda geç gelen şampiyonluklarla da ilgisi yok) ki aslında başlı başına bir konu bu ama uzatıp asıl konudan sapmayalım. Her fırsatta en zeki, en aklı başında topluluk diye övündüğüm Beşiktaş Taraftarı 90larda tanıdığım Fenerbahçe seyircisi kıvamında hareketlere, sözlere sapmaya başladı bu da ayrı bir konu.

Asıl konu şu;
6 yıl=5 Hoca=1 şampiyonluk.
Eminim 6 yıl sadece 1 hoca ile çalışsak, "en az" 1 şampiyonluğumuz olurdu. Buna emin olduğum kadar dün Nihat yerine Holosko oynasa "Holosko sana tahamülüm kalmadı" konusunun 90 sayfaya ulaşacağına eminim. Sakatlıktan henüz çıkmış Guti oynasa 60. dakikada tükeneceğinden ve "Onur neden oynamaz" denileceğinden eminim. Tabata-Delgado kıyaslamasının en az 3 konu başlığı altında daha yapılacağından da eminim. Yusuf ile başlasa "50 yaşına gelmiş, bu sezon hiç maça çıkmamış Yusuf neden oynar" denileceğinden de eminim.
Asıl durum şu, sene başında da yazdım bu sezon favori önce Trabzon sonra Bursa'dır. Bizim takımımız ne yazık ki yaratıcı oyuncu eksikliği çeken, pas özelliği kısıtlı olan oyunculardan kurulu ve eski oyuncularla hala başı ağrıyan yeni olmaya çalışan bir takım. Ancak Beşiktaş, 100. yılda dahil, savunma futbolu mentalitesiyle oynayan bir takımdı.

Hücum felsefesi takımın, yönetimin, camianın herkesin benimsemesini gerektirdiği bir felsefedir. Schuster in kazandırmaya çalıştığı şey 4-3-2-5-1-3 gibi tahtaya yazılıp edinilecek şeyler değildir. Schuster bir mantaliteyi öncelikle bu futbolcuların kafasına sokmaya çalışıyor. Hücum ederken savunmayı düşünebilen savunmadayken hücumda ne yapmalıyımın planlarını daha 2-3 hamle önceden kafasında yaşatabilen oyuncular yaratmaya çalışıyor. Ve bu o kadar zor birşey ki, elimizdeki oyuncuların yeterliliğini geçtim yeterli oyuncuların bile bir araya getirmesi çok uzun süreçler alabilecek bir taktik. Bu süreçten Barcelona da geçti, Real Madrid de geçti A.madrid de geçti Valencia da geçti ispanya da üst düzey takımların çoğu bu aşamaları yaşadı. Beşiktaş ta o sürecin içine girdi (Galatasaray 1996 da F.Terimle başladı ve uygun kadrolar ile yakaladı).

Schuster in istediği futbolu uygulayabilmek ve kalıcı olmasını sağlayabilmek için öncelikle çok ama çok sabırlı olmak, medyadaki ve camiadaki bazı örümcek kafalara prim vermemek gerekmektedir. Öncelikle de transferde ; zamanlama hatası yapmayan, geniş alanda oynamaya alışkın, alan savunmasını ezberlemiş, geniş alanda oynamayı becerebilen, mümkünse La Liga dan iki iyi stoper almalı. Galatasaray'ın UEFA'yı aldığı yıllarda Bülent, Popescu, Emre gibi az hata bile oynayan stoperleri ve onların önünde hücümu da, defansı da yapabilen ortasaha oyuncuları vardı. Bizim orta sahamız belki de daha iyi ama maalesef stoperlerimiz sadece adam markajında etkili olan, tuttukları adamlar yer değiştirince de en basit organizasyonlarda pozisyon veren adamlar. Ayrıca ; Üzülmez'den başka ters kademe bilen bek yok ama Hilbert her geçen gün ısınıyor, Rıdvan gelene kadar idare eder. Rıdvan; tam schuster in sisteminde yıldız olacak bir oyuncu,motorik özelliklere sahip bir bek.
Kısacası bu yıl hiç mızlanmadan ,sonuçlara bakmadan bu değişime sabretmeliyiz. Hocamız bu işi biliyor ve iki hokkabazın baskısı ile vazgeçecek çapsızlıkta da değil. Bazılarının dediği gibi "Rijkard " hiç değil.
Yeterki bizler ve yönetim arkasında dursun. Üstelik bu sistemi uygulamada belkide Avrupa da'ki en iyi 1-2 saha içi liderinden birisi de bizim takımımızda..

Değişim sancıları karnımızda dayanılmaz ağrılar yapıyorsa bunun nedeni doktor değildir. Daha önce yediğimiz hurmalardır. Öyle "2" hapla da geçecek bir ağrı olmadığı gibi 9 yerimizde de tahmin edilenin dışında başka hastalıklar çıktı. Bunlar da olabilir.

Milne'nin tedavisi 3 sene, Sir Alex'in tedavisi 6 sene sürdü.

Bizim kaç ay tahammülümüz olmalı?

Not: İtalik yazı ile yazılan sözler besiktasforum.net'ten İrfan Bey'e aittir.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Bağımsız Fenerbahçe:0, Bağımlı Galatasaray:0, Kazanan Fenerbahçe

Fenerbahçe maçı ne olur?

“Bunu oyunculara sorun” Frank Rijkaard, Galatasaray eski Teknik Direktörü

Futbolcuya dayalı düzeni en güzel ve kibar şekliyle yüzümüze vurup gitti Hollandalı. Derbilerimizin ya da futbolumuzun çapının başına böbürlene böbürlene eklediğimiz “dünya” teknik direktör, sistem, altyapı gibi konularda istikrar sahibi olanların önderliğinde ilerlerken, ülke futbolumuz istikrarı başkan ve futbolcuya dayalı düzen konusunda arıyor. Beni şaşırtan durum ise Galatasaray Futbol Takımı'na bu düzeni en sağlam çivilerle tutturanların bizzat Galatasaray Taraftarı tarafından kurtarıcılığa aday gösterilmesi. Fenerbahçe Brezilyalılardan kurtulma yolunda hızla ilerlerken, Galatasaray’ın aynı oranda mevcut yapıyı koruduğu ortadayken bu maçın sonucu ya da sezonun sonucu çok da önemli değil. Daha 6 gün önce ayağı topa gitmeyenlerin, Fenerbahçe önündeki cansiperane savunması “derbi motivasyonu” kavramının içinde eritilemez. Lucescu’nun korkak, Feldkamp’ın bunak, Gerets’in fazla atak olduğu için gitmesini gerektiren değirmen, öğüttüklerini taraftar, yazar, yönetim fırınına göndererek krallığını çoktan ilan etmiş oyunculara yeni ekmekler sunacaktır. İstikrar Hagi ve halefleri ile devam edecektir. Adnan Polat’ın 3 yıl önce başlattığı devrim denemesi şu an için karavana gözüküyor.

Devrimciliğin diğer yakasında ise Aykut Kocaman önderliğinde taraftar-başkan-medya birliğini de gerçekleştirebilmiş bir Fenerbahçe var. Emre Belözoğlu, Mehmet Topuz ile İngiliz orta sahasına, Dia-Stoch-Niang ile Fransız hücum hattına sahip olarak Brezilya krallığından özerkliğini kazanabilmiş bu Fenerbahçe daha bir güzel sanki. Özer’in sakatlığı bağımsızlık bildirisi planlarında değişiklik yapar mı, ya da herşeye rağmen devrime devam edilir mi bunu lider Aykut Kocaman anlatacak. Belki o zaman sistem konusunda da daha net fikir sahibi olabileceğiz.

İstisnasız bütün takımlarımızda istikrar ya da sabır gibi kavramlar oturmuş değil. Ancak 5 büyük arasında oyuncuların etkin şekilde hoca gönderdiği, hatta transfere aktif olarak karıştığı en çok vuku bulan iki takımın maçı Rijkaard’ın başta yazılan cümleleriyle galibi ve mağlubu çoktan belirledi. Zaman devrimi gerçekleştirenin, sistemini oturtabilenin lehinde ilerler. Her ne kadar bugün için “başarılı” bir sonuç alan ve bu “beraberliği” kutlayanlar olsa da, kazanan bağımsız Fenerbahçe olmuştur.

22 Ekim 2010 Cuma

Edward Norton Halt Etmiş!

Kolları sıvamış bol taktik anlayışlı, eleştiri soslu bir yazıya hazırlanıyordum ki Porto’nun genç hocası Andre Villas Boas’ın açıklamasındaki tek bir cümlenin tüm paragraflara bedel olduğunu farkettim. Boas “Çok kaliteli oyuncularımızla fark yaratıp maçı kazandık ve iyi bir galibiyet elde ettik.'' demiş ve olayı bitirmiş. Yan top, üst top, depar kulvarı,4-1-3-1-1...v.s bir yere kadar, gerçek şu ki; üst düzey maçlarda alnımız, kaliteli oyuncuların imzalarıyla kırışır, ama sevinçten, ama üzüntüden...

Beşiktaş’ın çok kaliteli oyuncuları kim?

Guti, Quaresma, Sivok, Ferrari ve Nihat.

Neredeler bunlar?

4’ü revirde, 1’ini hala bulamıyoruz.

Futbol nasıl oyundur?

Basit bir oyundur. Korner penaltı noktası üzerindeki oyuncunun kafasına atılır, O da köşeye vurur. Bek uzun top yapar, forvet o uzun topa koşu yapar. Oyun kurucu -ne hızlı ne yumuşak şiddette pas ile- araya oynar forvet buna da koşu yapar.

Peki zor olan nedir?

Kaleci için, bıkmadan usanmadan boşa çıkmaktır. Stoper için, bıkmadan usanmadan önünde sekecek olan topa sekmeden müdahale etmemek ya da sekeceğini anladığında geriye koşuya başlamamaktır. Orta saha için, bıkmadan usanmadan takım arkadaşına pası ses hızı limitlerinde atarak O’nun topu kontrol edememesini sağlamaktır. Forvet için, bıkmadan usanmadan kenardan yapılan 15 adet penaltı noktası üzerine gelen ortaya zinhar kafa vuramamaktır.

Ayrıca ne kadar yıldız oyuncusu varsa hepsinin muhtelif karşılaşmaların 30. dakikasında arka baldırını tuta tuta, boştaki elini kulübeye çevirip işaret parmağı döndürmesi, zordur. Bütün bu adale sakatlıklarına rağmen basın sözcüsü dahi genel cerrahi Profesörü olan bir kulüpte “Hayırdır, antremanda siz ne yapıyorsunuz?” denilmemesi zordur.

Bunları yapmak gerçekten zordur.

Porto basit oyunu ve “çok kaliteli” oyuncularıyla kazanmıştır. Gerçi Porto’nunkiler de kaliteli oyuncudan çok “süper kahraman” klasmanında yarışıyor, bu da ayrı mesele. Edward Norton halt etmiş!


Add Image

20 Ekim 2010 Çarşamba

Git Kendini Daha Fazla Sevdirmeden

İçime oturmasının sebebi, Hiddink, Löw, Del Bosque, Tigana serisinin bu devam filminin aynı sonla bitmesi.

İçime oturmasının sebebi, artık acı eşiğinin aşılması ve şimdiden Schuster için aklıma gelen ağıtların yankısı.

Gelmesin böyle adamlar. Biz, Daum-Fatih Terim-Yılmaz Vural ile mutluyuz. Kasaplar çarşısına dönmüş ligimize “çok sert ligimiz var” diye yalandan ekoller uyduruyoruz. En alçakça, en sıkıcı, en futbolsuz şekilde bile olsa maçı kazanınca Şampiyonlar Ligi Finali’ni 5-0 kazanmış gibi seviniyoruz.

Gelmesin bu adamlar, gidişleri hüzünlü oluyor.


19 Ekim 2010 Salı

Numero Tre

Kocaman masmavi gözleri ile “poz veren” bu bebek, hayatı boyunca fotoğraf makineleri ile dost kalacak. Çocukluğunda yaptığı kumdan kaleleri deniz alıp götürse de yeşil sahalarda savunduğu kaleler tarihten silinmeyecek.


15 yaşında Sport Week’in kapak konusu olacak. Zaten takriben 1 yıl sonra yaşıtları belki ilk kez traş köpüğü ile erkek adam olmanın denemelerini yaparken, O babasından kalan formayı sırtına geçirecek. Tam 24 yıl da çıkarmayacak. 887 kez giydiği o forma müzeye kaldırılacak. O kadar forvet varken, Şampiyonlar Ligi Finali'nin en erken golü O'na nasip olacak.

Saygılar Milan’ın ebedi 3 numarası Paolo Maldini’ye...


18 Ekim 2010 Pazartesi

Hayatın Tekrarları

Geleceğe Dönüş serilerini, Tosun Paşa’yı, en az 50 kez izlemişimdir. Her izlediğimde de zevk alırım, gülerim, eğlenirim. 2-3 senede bir Sherlock Holmes serilerini okumaya mutlaka başlarım, keyif alırım. Hala Michael Jackson dinlerim döndüre döndüre, oradan Barış Manço’ya geçerim mutlu olurum. Bursaspor-Kalsruhe maçını, Kamerun-İngiltere çeyrek Finalini, Milan-Barcelona 1994 finalini, Baggio’nun kaçırdığını penaltı anını, Prekazi’nin Monaco’yu yıkışını, Sergen’in Cudicini’yi zıplatmasını nerede görsem sanki ilk defa yaşıyormuş gibi heyecanlanırım.

Üstteki paragraftaki fiilleri bu paragrafa aktaralım; “zevk almak, gülmek, eğlenmek, keyif almak, mutlu olmak ve heyecanlanmak”. Bu fiiler sabittir, çünkü olaylar sabittir. Cudicini sürekli zıplamakta, Savicevic sihirli sol ayağının içiyle tuvale son fırçayı vurmaktadır. Marty McFly ise geleceğini daha iyi yazabilmek için hayalini sıkça kurduğumuz şekilde geçmişinde ince ayar yapmak üzere tam gaz gitmektedir. Peki bu fiilleri Fatih Terim, Christoph Daum yeniden vizyona girdiğinde hissedebilir misiniz? Bu ülkede İmparator Fatih Terim, Ekselansları Christoph Daum veya Arşidük Yılmaz Vural’dan başka hoca yok mudur? Ya da her seferinde felaketi durdurabilecek tek süper kahraman edasıyla çağrılan bu isimlerin yine aynı çığlıklar tarafından felaketlerin tek sorumlusu olarak gönderilmesi hala kulüp yöneticileri ve/veya başkanlarının rotalarına nasıl yön verir? Taş ile suyun savaşını, en sonunda suyun kazancağının en popüler örneği Alex Ferguson’dan sürekli olarak bahsedilen bir ortamda, sabreden derviş muradına ermiş kültürünün yanına virgülü koyup “nah ermiş çatlayıp da gebermiş” tümcesi konduranlar 100 küsür yıllık kulüplerin geleceğinde söz sahibi olduğu sürece aynı filmlerin ikinci, üçüncü serilerini izlemeye mahkumuz. Ama çoğunlukla olduğu gibi “gişe amacıyla talep üzerine çekilen” devam filmleri aynı heyecanı, tadı vermez, aynı derecede başarılı da olmaz .

Biten bir ilişkiden daha mutsuz, daha iç karartıcı, daha yaralayıcı olan şey aynı ilişkinin yeniden başlayıp bir kez daha bitmesidir. Üstelik ilk seferin sonundaki hüzün ve beraberindeki saygı, çoğu kez yeniden filizlenen bu ikinci filmin bir “Eşkıya” sonu darbesiyle yerle bir olması ve ortada kan kaybından ölen bir sevgi cesedi bırakmaksıyla sonuçlanır.

16 Ekim 2010 Cumartesi

A.C. Milan San Paolo Junior Camp 201/2011

Her ne kadar yaşı 30'un üzerindeki oyuncuların ideal takımı olsa da A.C. Milan, San Paolo'da yeni Kaka'lar arıyor.

San Paolo Milan Junior Kampı;











14 Ekim 2010 Perşembe

23 Yaşında Bir Delikanlı, 61 Yaşında Bir Delikansız

23 yaşında bir delikanlı.

Baba parasıyla uyuşmuş bir halde, felekten ödünç aldığı geceleri ile sabahları etmeyebilir.

Ya da

4 (belki daha fazla) sene boyunca ulaşmaya çalıştığı sıfatı belgeleyen kağıdı henüz almış, kravat ve postal arasında kalmış, düşüncelere dalmış olabilir.

Ya da

Doğar doğmaz, yukarıdaki arkadaşa cömert davranan aynı felekle, bilmediği (sorgulayamayacağı) bir nedenden dolayı ters düşmüş, hayatın sillelerinden çokça payını almış, çocukluğunu yaşamamış, geleceği ise yaşanmamış olabilir.

Ya da

Milyonda bir ihtimalle, yukarıdaki arkadaşlardan tümüyle farklı bir durumda, 23 yaşında bir delikanlı, sahip olduğu yetenekleri işe çevirebilmesinin sonucu paraya, şöhrete ve elele tutuştuğu güzeller güzeli bir kız arkadaşına sahip olabilir. Hayatın kendisine kiraladığı bu ışıltıların bizim gözlerimizi alması da normaldir. Bu durumun milyonların çenesine jimnastik yaptırması da normaldir.

Bütün bunlardan sonra özelindeki bu fazlalığın, güzelliklerin ve hızın, iş hayatına olumsuz bir darbe vurması da normaldir.

Ancak anormal olan, abilik, babalık, büyüklük sıfatlarına çoktan haiz olması gereken 61 yaşındaki bir adamın, birebirde “sevgili kardeşim, oğlum, evladım, o işin fazlası sakatlığında etkili olabilir, dikkat edesin” diye kulağına babacan nasihatları katmak yerine Televole krallığının baş soytarılığını yapmasıdır. Delikanlının özelini ve mahremiyetini gazete sayfalarında kahvehane ahalisinin sırıtışlarına sunmasıdır.

61 yaşındaki adamın , delikanlının kadınına sahip çıkma psikolojisini ve erkekliğini ezip geçmesi anormaldir.

23 yaşındaki bir delikanlıyı ağlatan, güzeller güzeli sevgilisinin bıyık altlarına sakız olması düşüncesinin iğrençliğidir. İsyan etmesi normaldir.

Çünkü O, ne olursa olsun, nelere sahip olursa olsun, 23 yaşında bir delikanlıdır.


İlginç Formalar, Heerenveen 2006/2007

2006/2007 sezonu Heerenveen forması ve evet üzerinde kalpler var. (Değişik yorumlar, yorumcuyu bağlar)

O sezon Heerenveen 60 gol atıp 43 gol yiyerek ligi 5. bitirmiş ve (playoff sonunda) UEFA Kupası’na bilet almış. Çok kalpleri fetheden bir başarı gibi gözükmese de Heerenveen Taraftarları “sevinmek için sevmedik” diyorlardır belki de.


13 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Vatan Hainleri Geliyor!

Lobilerin taşıdığı, vatan-millet gazlarının doldurduğu kovalar, bizim değirmenleri artık döndüremezken, Don Kişot rolüne soyunan Hamit’e teşekkür ediyor “Tek millet 2 devlet”in diğer yarısı Azerbaycan’ı tebrik ediyorum. Hakan Baltasıyla, Volkanıyla, Nihatıyla, Özeriyle, Oğuz Çetiniyle bir türlü milli olamayan takımımızı bırakıp Almanya’nın genç “Milli” Takımlarına göz atalım.

Almanya U-17 Kadrosu;

Kaleciler

Odisseas Vlachodimos

Cedric Wilmes


Savunma

Kaan Ayhan

Koray Kacinoglu

Koray Günter

Nico Perrey

Cimo Röcker


Orta Saha

Levent Aycicek

Emre Can

Timo Cecen

Fabian Schnellhardt

Mitchell Weiser

Robin Yalcin


Forvet

Maximilian Arnold

Okan Aydin

Mirco Born

Nils Quaschner

Samed Yesil

18 kişilik kadronun 8’i Türk asıllı. Yani Almanya U-17 kadrosunun neredeyse yarısını 4-5 sene sonra “bizim çocuklar” diye sahipleneceğimiz oyuncular oluşturuyor. Yalnız, bu kez attığı gol(ler)e sevinecek bir nesil geliyor. Hala “vatan hainliği” sularında kulaç atanlar bata çıka önündeki koskoca sorunlar adasını görmekten aciz kalmaya devam etsin, bu çocukların da Mesut gibi yediği kaba pislemeyeceklerine, taşıdıkları sorumluluğun hakkını vereceklerine eminim.


Hoş, biz hala “Mesut gole sevindi mi?, yüzü üzgündü, aslında Alman mı?, yok Türk mü, hatta Kürt mü?” tartışma bulamaçlarını kaşıklıyoruz. Neden, nasıl sorularının etrafında dönüyor da dönüyor, mideleri bulandırıyoruz.

Belli lobilerin ve şahısların elinde yelkenlerinin rant rüzgarına göre ayarlandığı bir geminin karaya oturması neden şaşırtıyor, neden üzüyor anlamış değilim. “Ligimizin marka değeri” tanımlaması ısrarla gözümüze sokuluyor. Gelgelelim maçlar Kung-Fu tekmeleri eşliğinde başlıyor, Aikido taklaları ile sona eriyor, kallavi yorumcular ise oyuncu sakatlıklarını aşırı sekse bağlıyorlar. Ödediğimiz para belli, aldığımız hizmet belli asıl “aşırı” cinsellik burada bence.

Neden 4 milyonluk Türk nüfusundan Real Madrid virtüözü çıkıyor da 70 milyondan en fazla Arda çıkıyor diye sorgulamayalım, ya da neden “bizim çocuklar” bize “Nein!” diyor bunun çözümü aramayalım. Nasıl olsa, 4 yıl sonra “Dünya Kupası’na dokunan ilk Türk oyuncu” diye kendi kendimize pembe gözlükler takacağız. Futbolumuzun her anlamda siyahlaştığı bir ortamda gözümüze giren gerçeklerden nasıl kaçacağız, onu da “Luis Suarez de iyi topçuymuş” diyen gelecek dünya kupası yorumcularımıza bırakalım (mı?)


Not: Fotoğraftakiler U-18 takımından, Murat Bildirici ve Özkan Yıldırım


12 Ekim 2010 Salı

Karım da haklı, George Best de, Maradona da!

George (the) Best, O’nun için “Sol ayağı ile şut çekemiyor, kafa vuruşu yapamıyor, çalım atamıyor, rakipten top kapamıyor çok da fazla gol atmıyor. Bunlar haricinde fena değil…” dedi.

Diego Armando Maradona, O’nun için “Futbolcudan çok kadına benziyor” dedi.

Futbola Mona Lisa darbeleri vuran beyinlere karşı çıkmak haddim değil. Kaldı ki bu sözleri ilk duyduğumda üniversite kantininde bolca Beckham’ın iyi bir reklam olduğu konusunda ikna edici tartışmalar da yaşamıştık.

Amma ve lakin ( ve ne yazık ki)...

Gözardı edilemeyecek 2 nokta var.

1) Hangi babayiğidin CV’sinde Manchester United, Real Madrid ve Milan yazıyor?

2) Karım O’na bayılıyor ki hak vermemek elde değil. Biblo gibi adam.

Gol Sanatçısı ve Kalem Sanatçısı


"Tanrı beni 24 yıldır ağlayan Brezilya’ya gol, şeref ve sevinç kazandırmam için yarattı. Beni bu işle görevlendiren Tanrı eğer karar verir de benimle birlikte sahaya inerse, o gün süper oynarım. Tanrı o gün sahada yoksa, ben de yokum." Romário De Souza Faria

"Futbolculuk, büyük oyunculuk, biraz büyü biraz sihir, bazen derunilik, ilahilik ve de tanrısallıktır." İslam Çupi

9 Ekim 2010 Cumartesi

Litvanya'nın Şansı > Türkiye'nin Şansı

Matematik Mühendisleri, İstatistikçiler, bu işin bilimi ile uğraşanlar 3 gün önce bize durumu açıklamışlar. Oturmuşlar, hesaplamışlar İspanya-Litvanya maçı için İspanya'ya 1.45 vermişler.

Aynı insanlar aynı düşünce yapısı, aynı hesap yöntemleriyle hesaplamışlar Almanya-Türkiye maçını, Almanya galibiyetine 1.40 vermişler.

İspanya'da hiç bir bağı bulunmayan, uluslararası hiç bir başarısı olmayan Litvanya'nın önünde, dünya şampiyonu, dünyanın en iyi takımı, dünyanın en iyi kulüpleri ünvanlarının hepsinin İspanyol olduğu bir dönemde, İspanya'nın şansı 1.45

Stadın yarısının Türk olacağı, Almanya'nın havasını, suyunu, futbolunu, disiplini bilen oyuncuların olduğu, Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası üçüncülükleri bulunan Türkiye'nin önünde, son Dünya Kupası üçüncüsü Almanya'nın şansı 1.40

Matematik bize, Litvanya'nın İspanya önündeki şansının, Türkiye'nin Almanya önündeki şansından daha fazla olduğunu anlatmaya çalışmış. Nitekim İspanya maçının ilk yarısı 0-0, sonucu 3-1 biterken, bizim maç malum 3-0 bitmiş. Yani oradaki 0.5 fark ilk yarı dayanma gücü ve 1 gol.

Biz oturup taktik, diziliş, Mesut...v.s tartışırken meğerse sayılar bize bu takımın şansının bu kadar olduğunu söylemiş.

Meğerse Schuster 3 gün önce, bu takımla Almanya önünde "ne elde edeceğimizi" anlatmaya çalışmış.

8 Ekim 2010 Cuma

Devre Arası

"Uzun boylu" stoperin görevi nedir? Penaltı noktasına havadan gelen toplara sahip olmak.
"Hızlı" bekin görev nedir? Ters kademeye girmek ve rakibin kanatlara inen toplarına kanat oyunculardan önce müdahale etmek.
Bu ikisi aksayınca ne olur?
Sağ taraftan gelen ortaya penaltı noktası üzerinde kafa vurulur, yetmezse forvet boş bir şekilde topu kaleye "dürter".

Almanya-Türkiye devre arasında bir sinirle oturup yazmadım. 10. dakikadan beri kafamda yazmaktaydım. Esas konu , ne Sabri, ne Servet, ne sakatlanan Aurelio, ne Stoke City yedeği Tuncay ne de topu elinden, ayağından her şekilde kaçırmayı başaran Volkan değil. Son derece eminim ki taşıdıkları formanın hakkını vermek için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar.

Esas konuyu Sinan Bolat “Ülkemi çok seviyorum ama Oğuz Çetin olduğu sürece milli takıma hizmet etmem çok zor. Ben burada her hafta en iyi 11’deyim. Ama Milli Takım’da 4’üncü kaleci bile olamadım” diyerek özetledi.

Naçizane uzun versiyonunu da şu şekilde yazmıştım.


Kanatları Kırılan Kaybeder


2 yıl önce, önde basarak pas yüzdesi düşük Alman stoperlerini hataya zorlamış ve kapılan topları kanatlara (daha çok sağ kanada) gönderip Sabri-Hamit dinamizminin içeri tehlikeli bölgeye gönderdiği ortalarla sonuç almıştık. Bugün de Hiddink’in aynı yolu izleyeceğini düşünüyorum. Sürekli arkaya sarkan kanatlar, stoperlerin top yapmasına izin vermemek için 3. bölgeye yakın, pres yapan bir orta saha ile rakip savunmayı kendi kalesinin önünde boğmak. Tabi bunu yaparken Müller, Podolski’nin bizim beklerin arkasına sarkması da tersi sonucu meydana çıkarır ki, 2008′de de bu olmuştu. Bununla birlikte Mesut da maçın belli bölümlerinde Müller'le yer değiştirerek sağ taraftan içeriyi zorluyor.

Kısa ve öz, bu maç kanatları daha verimli kullananın yanına kalır. Çok da karamsar olunacak bir tablo yok

6 Ekim 2010 Çarşamba

En İçimizi Kaldıran 17 Sakatlık

Dün omzumu Aikido antremanında bırakmam, 1-2 saat sonra da Arda Turan’ın sezonu kapattığını öğrenmem böyle bir konuyu yazmamda etkili oldu. Aslında sakatlıkların hikayelerini de yazmaya başlamıştım ama içim kaldırmadı. Sadece mağdurların ismini ve maçları yazmayı uygun buldum.


David Busst, Manchester United-Coventry, 1996


Eduardo Da Silva, Birmingham-Arsenal, 2008


Ewald Lienen, 1981

Marcin Wasilevski, Anderlecht-Standart Liege, 2009

Rıdvan Şimşek, Beşiktaş-Manisaspor, 2009

Jacob Olesen, 2006

Oupa Ngubule, Mpumalanga Black Aces FC-Carara Kicks, 2009

Paul Vaudequin, Galway United-Finn Harps

Luciano Almeyda, Botafogo-Flamengo, 2007

Alan Smith, Manchester United-Liverpool, 2006

Kieron Dyer, West Ham-Bristol, 2007

Edgar Andrade, Cruz Azul-Tecos, 2007

Djibril Cisse, Fransa-Çin, 2006

Djibril Cisse, Liverpool-Blackburn, 2004

Luc Nilis, Aston Villa-İpswich, 2000

Francesco Totti, Roma-Empoli, 2006

Vatan, Millet ve Arda

Yerden göğe sakat olan Arda neden milli takımda?

Savunmayı duyar gibiyim; “Robben, Kaka bunlar da sakat sakat gitti”. Türkiye’nin tüm kurumlarında, sadece futbol ya da spor birimlerini kastetmiyorum bilim, siyaset, sanat..v.s, hatayı bir diğerinin paralel konudaki benzer hatasını göstererek kapatma eğilimi vardır.

Oysaki hata, hatadır. Başkasının da yapması bu hatayı gidermez, Evet Kaka da, Robben de gittiler oynadılar iyi mi oldu peki? Kaka’yı en son tribünde çekirdek çitlerken, Robben’i de yanında Kate Perry, Milla Jovovich üzerinde Alman Milli Takım forması ile bir eğlence programında televizyonda gördüm. Arda’yı da Almanya maçında tribünde çekirdeğiyle görürüz!

Doç.Burak Kunduracıoğlu'nun “oynayamaz” raporu verdiği Arda’yı 4 ay oynayamaz hale getiren bir zihniyetin tazminat ödemesi makul bir uygulama olabilir. Bu durumun kanundaki varlığı, yeri hukukçuların işidir. Bizim konumuz şimdilik bu değil. Bizim konumuz. Rijkaard’ın "Benim doktorum, milli takım doktoruyla görüşmeli" açıklamasıdır. Kurumlararası ilişkilerin ne kadar kopuk ve işleyisişinin ne kadar yanlış olduğunu bizlere anlatan bir açıklamadır bu. Galatasaray kulübü ya da Arda Turan’ın kendisi (raporlu, belgeli) sakatlığı dolayısıyla Milli Takım’dan af istese vatan, millet ekseninde ne yorumlar çıkar. –ki yazıldı da bunlar- işi hainliğe kadar götürürlerdi. Şüphesiz söz konusu vatan olan durumlarda bazen bilimin ve mantığın sınırlarına çıkılabilir, ancak savaştan sonra Gazi Seyit Onbaşı 250 kg.lik mermiyi bir daha kaldıramamıştır.

Bilimin oynayamaz dediği bir sporcuyu mantık dışı şekilde arenaya sürmenin faturasını “birkez daha” ülke futbolu olarak ödemiş durumdayız. Ne vatanın, ne milletin ne de Sakarya’nın sezonu kapatan Arda’yı, Türkiye’ye ve Galatasaray’a daha yararlı olacağı sahalara döndüreceğini sanmıyorum.

Not: Bahsi geçen Çanakkale Kahramanımız Edremitli Gazi Seyit Onbaşı’nı rahmetle anıyorum. Savaştan sonra köyüne dönmüş, çiftçilik ve ormancılık yaparak hayatına devam etmiştir. 1939 yılında, akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle hayata veda etmiştir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...