1 Ağustos 2011 Pazartesi

Deli

Spor salonundan çıktım. Göğsüm kollarım 1 saat boyunca kaldırdıklarım yüzünden sızlıyor. Yarın sabaha geçer. Kalbim 6 aydır kaldırmaya çalıştıklarım yüzünden sızlıyor. Bir sabah o da geçecek. Sağolsun çalışkan belediyemiz yolları yine kazmış. Bu sene 5. kez oluyor. Önce asfaltı düzeltmek için kazmışlardı, 2 ay sonra su borularını tamir etmek için kazdılar. Bundan 2 ay sonra elektrik kablolarını mı ne kontrol edeceklermiş. Bundan 3 ay sonra doğal gaz gelecek diye deldiler. Bu seferkinin nedenini henüz öğrenemedim. Tabii ki vatandaşı mağdur etmemek için her kazıdan sonra kapatıyorlar. Ve tabii ki ihaleyi alan şirket bu yaptığı hizmetlerin karşılığında para kazanıyor. Ve de tabii ki bu parayı hizmeti alan vergi mükellefleri ödüyor…

Vinçler ve silindirler arasında yeni yürümeyi öğrenmiş bebek gibi ilerliyordum.

Parkın hemen girişinde, sol tarafta, uzun gri sakallı bir adam sanki bana konuşuyor, elleriyle birşeyler yapıyordu. Yaklaştım, evet bana konuşuyordu. Kocaman dudakları vardı. Konuştukça kılların içinden fırlayordu dudakları. Kaşları garip biçimde gözlerine doğru sarkıyordu.

Kulaklıklarımı çıkartıp Mozart ile olan birlikteliğime son verdim ve adama nasıl yardımcı olabileceğimi sordum.

Baş parmağını gösterdi. Daha önce çok başparmak gördüğüm için garipsemedim. Genelde orta ve işaret parmağı arasında görürdüm keratayı. Yaptığı işaret “tamam, herşey yolunda, ok” anlamına gelen Amerikan tarzı 4 parmak kapalı başparmağın yukarı gösterdiği olandı.

Ben de ona herşeyin yolunda olduğunu söyledim, ama o bana “yıldızlar” dedi. Yukarı baktım, sonra adama baktım. Dudaklar sakallardan dışarı taştı:

“Yıldızların hepsini senin olsa ne olur?”

Eh, deliyle deli olmak lazım; “Bir şey olmaz, onları tutup eve götüremem çok sıcaklar” dedim.

“Götür demiyorum sana, hepsi senin olsa ne olur?”

“Satarım”

“Nah satarsın!”

Hah şimdi o başparmak tanıdığım yerden bana el sallıyordu. Türk tarzına geçmişti sevgili deli.

Parka doğru yürüyüp, onu, dudaklarını ve başparmağını geride bıraktım. Düşünmeye başladım. Son 1 aydır Türk Futbolu’nun giydiği deli gömleğini düşündüm. Sonuçları bildiğini söyleyen savcılar, buna rağmen tescil edilen bir lig. Sezon içinde sürekli şikeden bahsedip, galeyana adam toplayan ama şike ortaya çıkınca saygınlığını koruyan!, hatta birlik olmaktan sözeden yöneticiler. 1 ay önce transfer olup daha forma giymeden üstelik kâr bırakıp giden oyuncular. Hatta şike için fetva alan bir oyuncu var. Din ve şike işleri birbirinden ayrılmalı bence. Şu sıcak ramazan günü, İbrahim Akın’ın danıştığı o hocayı arayasım geliyor. 1 bardak buzlu suyun orucumu bozmayacağını duymak mutlu edebilir beni.

Takım elbiseliler bize yıldızları verdiler. Karşılığında takımların ruhunu aldılar. Şeytanla işbirliği yapmak bu aslında. Biz istedik bunu. Yıldızlar bizim olsun istedik.

Tribünde derbileri izlediğimiz arkadaşımızı yanımızdan alıp, kafes içine hapsettiler. Sesimizi çıkarmadık.

Taraftarlığımızı tanımladılar, forma alan tribüne gelen gerçek taraftar, evinde olan değil dediler. Sonra bu da yetmedi, gerçek taraftarlık için kongre üyesi olmak lazım dediler. Yıldız geldi, sevindik.

Takımı için orada olan futbolseverler önce forumlardan, sonra tribünlerden yavaş yavaş çekilirken, yerini rakibe zarar vermek için heryerde olan futbolsevmezler aldı. Yönetimlerin yeniçerileri, “yıldız isteruk” diye bazen baş kaldırıyordu, yıldız gelince iniyordu başlar.

Yayıncı kuruluşu etkilemeye çalıştık. Bunu yapmamamızın sebebi, yayıncı kuruluşun saha içi sonuçlara etki edebilecek gücü olduğunu düşünmemizdi. Medyanın motivasyon gücünü bilmemizdi. Bu gücü de kendi lehimize kullanmak istedik. Çünkü güzel futbol ve adalet değil, kazanmak para getiriyordu. Para demek yıldız demekti.

Bütün bunlar olurken, tribünlerde deli gibi aşkımızı haykırıyor ve unutuyorduk, biliyorduk ve düşünmüyorduk, hissediyor ve söyleyemiyorduk.

Rakibin şike yapıyorsa yıldızların hepsi senin olsa ne olur?

Sen şike yapıyorsan yıldızların hepsi senin olsa ne anlamı olur?

Şimdi takımlarımızın ruhunu çamurdan korumaya çalışıyoruz. Bunu şimdi yapıyoruz ama.

Gel de deli olma.


Yakup Sabri İNANKUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...