30 Ocak 2012 Pazartesi

Fenerbahçe’nin Güneşi; Alex


Sırtında 3 temmuzun çarmıhını taşıyan Fenerbahçe artık iyiden iyiye yorulmaya başladı. Transfere konu olan oyuncular dahi paradan önce takımın düşüp düşmeyeceğini sorguluyor. Yöneticilerden, teknik direktörden garanti bekliyor. Gelecek, çamurlu bir göl kadar belirgin ve ilerledikçe su berraklaşacak mı, yoksa bataklığa mı dönecek kimse bilmiyor.

Böyle bir psikoloji içinde teknik heyet ve oyuncular başta olmak üzere camianın konsantre olması hayli zor. Maçın içinde sadece belli bir bölümde etkili olabilmeleri bu konsantrasyon medcezirlerinin bir sonucu.

Yine de takım kalitesi yüksek olunca bu 15-20 dakikalar ya da tek devreler kazanmak için –en azından bugüne kadar- yeterli geldi.

Saraçoğlu’nda perdeleri, geçen sezonun Fenerbahçesi’nden bir esinti açtı. Şok presle başladılar ve hemen golü buldurlar.

Maçtan önce “Fenerbahçe önünde top oynayacağımız boşlukları bulacağız” diyen Nurullah Sağlam topun kontrolüne sahip olmayı, alışalagelmiş Mersin hızına tercih etti. Aykut Kocaman ise savunmayı önde kurarak Mersin’in top oynamayı umduğu boşlukları kapattı. Buradan kapılacak topları ise kullanabilecek, aynı zamanda ribaundları toplayacak temposu yüksek oyuncularıyla (Mehmet, Cristian, Özer, ve sırf bu nedenle orta sahada görevlendirilen Gökhan) Mersin kalesini kuşatma altına aldı. Fenerbahçe böylece önce Mersin hücumu ile orta sahasını koparttı, sonra savunma ile orta saha arasındaki kuvvetli bağı çözdü, hem de orta sahada aktif pres yapmadan! Sadece topun önünde alan savunmasının standart pozisyonlarında durdular. Mersin yavaşlığıyla sağdaki-soldaki boşlukları katedemedi, zaten pas da yapamıyorlardı, orta sahanın burçlarında Fenerbahçe bayrağı dalgalanmaya başladı.

Kısaca hava şartları (ve Fenerbahçe şartları malumken)  Nurullah Hoca’nın bu kadar yavaş bir takımla sahaya çıkması, beklediği pasların yerine pas tutmaya başlayan bir takım görüntüsüne neden oldu.

2. yarı kar / yağmur azaldı, Nurullah Sağlam (önce) Nduka (sonra Beto) ile Mersin’i hızlandırdı, savunmayı da öne aldı, blokları bağladı.

İki takım da top yapan bir orta saha ve hızlı bir hücum hattından oluşmaktaydı. İki takım da savunmayı önde kurmaktaydı. İki takımın da savunma çizgisini, 1 adet hızlı ve top kesen, 1 adet ağır ve top yapan stoper belirlemekteydi.

Birbirine geçen bu kaotik yapıyı ayırmak büyük bir zekanın işi olabilirdi.

Tüm bu hengâmenin ortasında (yine) Alex vardı ve ipler (yine) O’nun elindeydi. Büyük Alex yüksek çekim kuvvetiyle takımı sağa-sola, ileri-geri yönlendiriyor. Gerçek anlamıyla bir yıldız gibi. Çok hareket etmesi (koşması) gerekmiyor. O kendi ekseninde işler yaparken, çevresindekiler O’nun yörüngesinde düzen içinde dönüyor. Fenerbahçe sisteminin yaşam kaynağı. Sarı bir güneş...

Moritz ise Alex’e kıyasla bir kırmızı cüce* kaldı.

Neticede; lacivert ortak paydasında buluşan 2 takımdan sorunları, ismi ve yıldızı büyük olanın payına galibiyet düşüyor haliyle...

Genelde bayat bir Amerikan filmi repliğidir. Ölen birinin ardından “Şu anda bizi yukarıdan bir yerden seyrediyor” konuşması yapılır. Öte dünyada böyle bir HD yayın var mı bilemiyorum. Ancak sevdiklerimizin, biz sevdiklerinin ne durumda olduğunu hissettiğine eminim. Fenerbahçe’sini Alex’e emanet ettiği için huzurludur büyük Lefter. Ve eminim Beşiktaş’ını hissedemeyen, neler olduğunu da anlamlandıramayan Baba Hakkı’yı teselli etmekle geçiyordur cennetteki günleri…


*Kırmızı cüce: Güneşin yarısından daha az kütleye sahip, daha düşük sıcaklığa ve ışığa sahip olan yıldızlara verilen isim.


Yakup Sabri İNANKUR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...