10 Mayıs 2011 Salı

Pasaport: Alman Akademisi

Marty McFly’dan 2 dakikalığına DeLorraine’in anahtarını istedim, kırmadı sağolsun. 5 Eylül 1988 tarihine ayarladığım zaman makinesiniyle, Lüdenscheid’da doğan Nuri isimli bebeği beşiğinden aldım. ve yerine 30 Ocak 1987’de Bayrampaşa’dan aldğım Arda isimli bebeği bıraktım. 10 Mayıs 2011’e döndüm, plütonyumu fulleyip Marty’e teşekkür ederek anahtarı verdim. Bu deneyin sonucunda Lüdenscheid’ta bıraktığım Nuri isimli bebeğin (gerçek ismi Arda aslında) Real Madrid’e transfer olduğunu ve Arda isimli bebeğin (aslında Nuri olan) Galatasaray’dan transfer olup olamayacağının belli olmadığını gördüm. Tarihin akışı değişmedi, olaylar değişmedi, konular değişmedi. Sadece başroldeki 2 insanın kaderi değişti.

Böyle gaddarca bir deney aslında bize acımasız bir (alternatif) gerçeklik sundu. Oyuncularımızın sorunu yetenek değil, eğitim. Madrid’de oynayanlardan kabiliyet eksiği olmadığına inandığım Gökhan Gönül’ü, Necip Uysal’ı, Arda Turan’ı beyazlar içinde gördüğümüz zaman, bizim de bahsedebileceğimiz bir Türk masalı olacak..

Transfer kadar, konuşulacak ilk konunun “pasaport” olacağını da bekliyorduk...

25-30 yıl önce ligimizde sihir beklediğimiz pasaport sahipleri ya Yugoslav emeklileri ya da Avrupa’da kimsenin yüzüne bakmadığı alt liglerinin oyuncularından ibaretti. Takımlarımız eylül ayında 2 maçlık “zorunlu” Avrupa görevini tamamlayıp lige dönüyordu. Vatanla, milletle, Sakarya’yla doyurduğumuz oyuncular büyük bir hırsla çıktıkları maçlardan “talihsiz” goller yiyerek dönüyordu. Avrupa ayak seslerimizi duysa da, gerisini bir türlü göremiyordu.

38 gol atan Avrupa Altın Ayakkabı ödüllü golcümüz Tanju Çolak bile Avrupa’ya değil Kadıköy’e gidebiliyordu.

Böyle bir dönemde Orhan Ayhan “Avrupa’dan Futbol” u sunarken, maç özetlerinde Kubilay Türkyılmaz ismini telafûz ettiğinde, yaşadığımız ulusal gururu tasavvur edin. Bu, esmer adam arada sırada Bologna formasıyla gol attığında ana haberlere dahi konu oluyor tüm ülke (topu boş kaleye de yuvarlasa) bunu zevkle izliyorduk. Bologna’nın küme düşmemeye oynaması önemli değildi. Yılmayan Türk’tü O! Bununla birlikte, Kubi’nin pasaportunda “hilal” değil “artı” vardı. Ama bu da önemli değildi, konuşmuyorduk bile, taşıdığı “yıldız” sıfatı bizimdi çünkü.


Bugün farklı bir dünyada, farklı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ancak değişen / gelişen rüyalarımızın yanında, saplanıp kaldığımız tartışmaların kökeni hala aynı.

Mesut’un yanına Nuri’yi ekleyen ulusalcı cephe ile Mesut’u dışlayıp Nuri’yi kucaklayan milliyetçi cephe tatlı tatlı atışmaya başladı. Biraraya geldiklerinde (daha düne kadar Mesut’la gurur duyanlar bile, O’na dudak büküp) Nuri Şahin’i göklere çıkardılar. Zira o “gerçek” Türk’tü.

Bu konudaki açlığımızı yenmemiz kolay değil. Çünkü bu, çeyrek asırlık bir konu değil esasında. Tanzimat fermanından bu yana “bizden birşey olmaz, biz yapamayız” düşüncesiyle soykırıma uğruyor / uğratılıyor beyinlerimiz. Halbuki iyi ya da kötü (durduğun konuma göre aşağı ya da yukarı) olmak nerede doğduğun ya da neye inandığınla değil, ne ürettiğin, ne kadar ürettiğinle ilgilidir. Üreten, geliştiren öne geçer. Satın alan, dışa bağımlı olan geride kalır. Birinin bu doğa kanununu önce Florentino Perez’e anlatması gerekiyor, ardından Yıldırım Demirören’e, Aziz Yıldırım’a, en sonra da bize ve 200 yıllık kompleksimize...

Nuri’yi sahiplenelim, gurur duyalım, sevelim ama adrenalimiz düştüğünde irdelememiz gereken konu; 4 milyonun içinden 2 (belki 3) Real Madridli çıkarken, 75 milyondan hiç çıkmaması, yakın dönem itibariyle çıkacak gibi de görünmemesidir.

Nuri Şahin pasaportuyla gurur duyabilir (duyuyordur da) bizim de O’nu sahiplenmemiz doğrudur, ama gerçekçi değildir. Türk Milli takımından bir oyuncunun Real Madrid’e transferi gelişmedir, ama devrim değildir. Koca bir Avrupa Şampiyonasını ıskalamış, yıllık milli maç ortalaması 4 (6 yılda, 26 maç) olan bir oyuncunun -hangi takıma transfer olursa olsun- transferinde ulusal formanın (artı ya da eksi yönlü) bir katkısından bahsedemeyiz. Nuri Şahin Uganda Milli Takımı Forması’nı giyse de bugün Real Madrid’in futbolcusu olacaktı.

Bu transferin bizim için, ulusal takım için en olumlu tarafı, kariyer basamağının en tepesine Real Madrid forması koyan Almanyalı oyunculara Ay-yıldızlı formanın “ayak bağı” olmayacağı mesajıdır. Demek ki Real Madrid’de oynamak Kırmızı-beyazla da mümkün oluyor.

Bunun dışında Bernabeu’da kaçan gollerden sonra 2 (belki 3) ayrı küfür duyacak olmamız, değişik bir haz verecek bize.

Yakup Sabri İNANKUR

2 yorum:

  1. Affına sığınarak konu dışında bir şey yazacağım. Nuri'nin fotoğraftaki sevinci lütfen bitsin artık. Yemin ederim görünce içim kalkıyor:)Almeida'yı da tez zamanda uyaralım.

    Ege

    YanıtlaSil
  2. :))Son kalp yapan oyuncu resmi olsun.

    Almeida'nın kupa törenindeki dansı efsane ama:))

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...