25 Haziran 2012 Pazartesi

En İyilerin En İyisi


Euro2012 çeyrek finali, son 4 turnuvada birbirleriyle final oynayan takımların toplandığı bir er meydanı oldu: Çek Cumhuriyeti-Almanya 1996,  Fransa-İtalya 2000, Portekiz-Yunanistan 2004, İspanya-Almanya 2008 kapışmalarının tarafları sanki kendi aralarında bir “best of the bests” turnuvası düzenleyip son 16 yılın Avrupa futbol kralını bulmak için bu seneyi seçtiler. Bu G-7 zirvesine dışarıdan katılan tek takım İngiltere’ydi. İngilizlerin en büyük başarısı 1968’de ve 1996’da (kendi evlerinde) elde ettikleri üçüncülükten ibaret. Neredeyse yarım asırdır ulusal düzeyde alabildiğine hayal kırıklığı yaşıyorlar. Beklentileri çoğu zaman dünya çapında, elde ettikleri her zaman Britanya kadar. 

Beklentinin sürekli yüksek olması aslında biraz da İngiliz basınından kaynaklanıyor. Her turnuva öncesi Premier Lig’in dünyanın en iyi ligi olduğuna vurgu yapılır. İngiltere'nin futbolun beşiği olduğu hatırlatılır. Hele bir de turnuvanın yapılacağı sene (bu sene olduğu gibi) bir İngiliz takımı uluslararası bir kupaya dokunmuşsa, NOS etkisi artar. 

Belki Premier Lig dünyanın en iyi ligi ama bu payenin asıl sahiplerinin çoğu İngiliz pasaportlu değil. Bugün takımın dünyaca ünlü yıldızları Terry’nin, Cole’un, Gerrard’ın ve Rooney’nin yerine alternatif de üretemeyen bir yapı var. Futbol orada doğdu, bugün de orada büyüyor ama kesinlikle oralı değil artık.

Hodgson bu sorunun farkındaydı elbette ve klasik yapıyla bir çıkış yolu aradı. İngiliz gelenek ve görenekleri ölçüsünde 4-4-2 dizildiler ama bir sorun vardı, uzun top atamıyorlardı. Orta saha merkez oyuncuları geriye gelerek geçici çözüm üretiyorlar, bu sefer de hücum hattı çok uzakta kalıyordu. Gerrard’ın sihirleriyle 3 gol bulabildiler. 

Turnuvanın en iyi teknik direktörü Prandelli de bu sorunun farkındaydı. Turnuvada 2 forvetle sahaya çıkan 2 takımdan biri elinde, diğeri karşısındaydı. 3’lü savunma yerine 4’lü savunmaya dönerek Rooney-Welbeck ikilisini adam-adama marke etmeyi düşündü. Riskliydi ama beklere ihtiyacı vardı. İngiltere ataklarının %40’ı sağ kanattan Gerrard önderliğinde geliyordu ve atılan 5 golün 4’ü sağdan yapılan orta neticesinde gelmişti. Balzaretti sürekli hücuma çıkıp Milner’ı oyalarken, De Rossi, Gerrard’ı yormakla meşguldü. İtalyanlar orta sahada her zaman oynadığı; merkezde 2 çift yönlü, 1 oyun kurucudan oluşan 5’li düz yapı yerine, merkezde önlü arkalı 2 oyun kurucu ile baklava dilimi şeklinde dizildi. Böylece İngiliz savunması ile hücumu arasındaki alan iyice genişledi. Marchisio-De Rossi, Gerrard-Parker’ın peşini bırakmadığı için İngilizler topu şişirmeye, İtalyanlar da toplamaya başladı. Montolivo-Pirlo kapılan topları bırakmama amacıyla birliktelerdi ve herşey Prandelli’nin istediği gibi gidiyordu. Carroll oyuna girdikten sonra İngiltere’nin etkinliği arttı çünkü havaya şişirilen toplar yere indiğinde beyaz çoraplı ayaklarda görünmeye başladı. Hodgson bundan cesaret alıp, Walcott ile sağdan yeni bir delme hareketine giriştiyse de Prandelli orayı hemen Nocerino ile kapattı. 

Kanatları kopmuş, orta sahası yorulmuş bir İngiltere’nin penaltılardan başka şansı yoktu. İtalyan oyuncular da olacakların farkında gibi oynadılar. Maç sonunda Pirlo, "Maçı domine edebileceğimizi biliyorduk. İngilizler savunma yaptı. Beklediğimizden daha fazla enerji harcadık. Ama işin sonunda maçı kazanmayı da başardık.” dediğinde 15.2 km koşmuş, 117 pas yapmış ve hiç faul yapmadan 120 dakikayı tamamlayan 33 yaşındaki bir oyuncuydu. İtalya takım halinde 815 pas yaptı, bunların 59’u 20 metre ve üzerindeydi. Pas istatistiklerini; Barzagli-Bonucci-Pirlo arasındaki paslaşmalardan ziyade Bonucci-Cassano, Pirlo-Balotelli, Bonucci-Montolivo arasındaki telepatik uyum yazıyordu. İleri ve dikine oynadılar ki bu da asıl eğlenceli ve güzel olan bana göre.

Buffon maçtan once Hart için “Böyle giderse dünyanın en iyisi olacak” demişti. Dünyanın en iyisi nasıl olunur dersini de maçtan sonra uygulamalı gösterdi.

İtalya skor olarak hiç geri düşmediği, sadece 1 galibiyet aldığı bir turnuvada hakederek yarı finale çıktı. İngiltere hiç yenilmediği bir turnuvada hakederek elendi. 

Tarihin –en azından kendi izlediğim 24 yıllık döneminde- en iyi şampiyonası olduğunu söyleyebilirim. Kupayı kazanacak takım hakikaten “best of the bests” payesiyle Avrupa Futbol Tahtı’na oturacak. 

Yakup Sabri İNANKUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...