Bu konuda biraz geç kaldığımı itiraf etmeliyim. Fútbolita.com’da gördüğüm şu resim beni
tekrar o geceye götürdü. 3-5 yüksek pikselli artistik resim, ya da ışıkların
dans ettiği anların videolarından çok daha fazlası vardı o geceyi anlatacak. Ve
ben unutmuştum! “Nasıl atladım” pişmanlığı, “neden atladım” mantıklı arayışına
döndü. Parmaklarımdan kelâm dökecek takatin kalmadığı günlere denk geldiğini
hatırladım. Sızlanmayı bırakıp telafiye oturdum.
Seul 88, Euro 96 ve Pekin 2008 en çok etkilendiğim açılışlardı.
Onların etkileyici olması normaldi, çünkü onlar uluslararası dev
organizasyonlardı.
Danslar, akrobatik gösteriler, şarkıcılar (sopranolar), sunumdaki
şiirsellik ve diğer vesaireler, bir açılışın standartları zaten. Onları farklı
kılan nedir ki? Seul’u unutamamamın ve Juventus’un stad açılışında aklıma getirmenin
mantıklı bir izahı olmalı.
Varsayalımcılığımı bizdeki bir stad açılışına götürdüm. O
stadın sahibi takımın, kendini göstereceği tek yer, kadın bir pop şarkıcısının
üzerine giydiği bir beden küçük forma olabilirdi. Bu konseptte de gösterilmek
istenen ve görülenin forma olmadığı açıktı. Kısaca bizim organizasyonlarımızda
takımlarımız etken değil, edilgendi.
Sonra asıl odak noktasını yakaladım. Juventus’un da
uluslararası bir organizasyon olduğu gerçeği işleniyordu yavaş yavaş. İnce
anlamlarla veriliyordu bu mesaj, sinsice alttan beyin yıkayarak değil. Tarihsel
gurur vardı içinde. Gelenek ve gelecek yaklaştırılıyordu birbirine. Bütün bu
kucaklaşmanın ortasında ise Juventus vardı. Tek sebep O’ydu. Orada olmamızın
sebebi, olacak olmamızın sebebi...
Ben bunları düşünürken, ortalık karardı. İnternette sorun olacağını düşünürek doğruldum. Fareye elimi
atıp beklerken sağ alt köşede ufak noktalar belirdiğini gördüm. Sırtım koltuğa değmeden
tüm ekranı gökyüzündeki yıldızlar gibi titrek ışıklar kapladı. Siyah gökyüzünde
beyaz yıldızlar...
Büyük bir “şey” geliyordu ve koltuklarında oturan her
taraftar (her koltukta 1 taraftar vardı) gösteriye dahil olmuştu.
4 ışık hüzmesi sahanın 4 köşesinden merkezine doğru
koşuşturmaya başladı. Beyaz çemberlerin kavuştuğu yerde Del Piero ve karizması,
yaşlı bir amcayla eski bir bankta oturuyordu. Hani şu emekliler parkında çevresinde
güvercinlerin volta attığı terkedilmişlik abidesi.
Anonsçu “bana” yaşlı amcanın Giampiero Boniperti olduğunu
söylediğinde 41.000 koltuk sanki bir anda huysuzlanıp sahiplerini üzerinden
attı. Çoğu Platini’yi, hatta Baggio’yu bile izleyememiş olan yeni nesil
Juventuslu ellerinden ve boğazlarından gelen tüm sesleri nur içinde ayakta
duran kahramanlarına gönderiyorlardı. Hayranlıkla karışık gurur vardı o
seslerde.
Gelenek ve gelecek kolkola girmişti artık.
Mikrofonu önce Del Piero aldı:
"Bizim gücümüz,
kalbimizden, azmimizden ve cesaretimizden geliyor.Gelecek nesillere de bunu
vermek bizim görevimiz. Tüm kalbimle ifade ediyorum ki böyle muhteşem bir anın
içinde olmak, başıma gelen en güzel şey. Öyle tarihi anlar yaşadık ki birlikte.
Bu kulübün parçası olmaktan, tarihin bir yaprağında olmaktan gurur duyuyorum”
Boniperti daha kısa konuştu. Ne çamurlu sahalarda
oynadığından bahsetti, ne kulübe yaptığı hizmetleri anlattı "65 yıldır Juventus'u yaşıyorum. Bugün
burada yeni yüzyıllara koşuyoruz. Hepinizi kucaklıyorum." dedi ve
Alessandro’yu kucakladı. Yetti ve arttı bile.
İtalyancamın yetiştiği cümleler bunlardı. Daha fazlasının da
peşinde koşmadım. İngilizce tam metnine rastladığımda görmezlikten geldim. Okuyacağım
her yeni söz beni o anın tınısından uzaklaştıracakmış geldi.
Sonra aldı beni bir düşünce. Beşiktaş’ın yeni stadı nasıl
olacaktı, nasıl açılacaktı? Bizim banklarımız da Torino’nun bankları kadar
hüzünlüydü ve bizim yaşlı adamımız da Juventus’un yaşlı adamı kadar yaşlı ve
efsaneydi. Peki bizim bankımızda bizim Süleyman Sebamız kimi kucaklayacaktı?
Quaresma’yı mı, İbrahim Toraman’ı mı? Kararsız kaldım.
Açılış bitince stadyumu merak ettim.
Juventus Stadyumu (sponsor bulana kadar ismi bu) İtalya’nın
en modern stadyumu. Kyoto protokolüne uyan tek stadyum. Işıklandırma ve ısıtma
işini güneşe bırakmışlar. Sadece saha içi değil, stadyumda bulunan restoranlar,
mağazalar, 34.000 m2’lik dev alışveriş merkezi, 4000 araçlık otopark, Juventus
müzesi de güneş panellerinin ürettiği elektrikle ışıl ışıl parlıyor.
100 milyon avroya mâl olan stadyumun maliyetinin tamamı
Juventus Kulübü tarafından karşılanmış. Böylelikle Juventus, stadı yapan ve ona
tümüyle sahip olan ilk İtalyan takım olmuş. (Biz hala Interle Giuseppe
Meazza-San Siro tartışması yapaduralım, neyse...)
Seyirci baskısını daha etkin hale getirmek için tribünler
sahaya mimari hesaplamaların izin verdiği ölçüde yakın yapılmış. Taç çizgisi
ile tribün mesafesi 7 metre. En ön koltukla, en arka koltuk mesafesi 42 metre.
Kısaca önünüzdeki ayağa kalktığında toplu bir kıyam başlamak zorunda değil.
Açılış maçı ise Juventus için en fazla tarihsel önemi olan
Notts County ile oynandı. Juve, orjinalde üzerinde siyah çizgileri olan pembe
forma giyiyordu. Bu formalar yıkana yıkana solmuş ve pembesi belirsiz olmuştu. Takımdaki
İngiliz oyuncu John Savage İngiltere’deki arkadaşından yeni forma
isteyebileceğini söyleyince mektuplaşmalar başladı. Savage’in arkadaşı
Nottingham’da yaşayan bir Notts County taraftarıydı ve formalar eline
geçtiğinde (ister algıda yanılma diyin, ister renk aşkı diyin) Juventus’un
siyah-beyaz formaya ihtiyacı olduğunu düşünerek Notts County kulübünden forma
istedi. Kulüp bu teklife olumlu yaklaştı ve bir kargo gemisiyle 14 adet
siyah-beyaz forma gönderdi. Formalar geldiğinde yaşanan sevinç, paketi
açtıklarında yaşadıkları şaşkınlık kadar yoğun oldu. Önce geri göndermeyi
düşündüler. Daha sonra bu renklerin içinde daha güçlü göründüklerini
farkettiler. (Kulübün müzesinde de aynen bu sözler yazmaktadır) ve 1903 yılından sonra siyah-beyaz
renkleri benimsediler.
Bu olayın sembolü olarak Notts County kaptanı Neal Bishop maç
öncesi Del Piero’ya siyah-beyaz çubuklu forma hediye etti.
Maç anlamına yakışır dostlukla 1-1 bitti. Boniperti’den Del
Piero’ya uzanan Juventus geleneği yeni yüzyılına resmen başlamış oldu.
Yakup Sabri İNANKUR