Bir şirketin ne kadar zenginleştiği (ya da fakirleştiği) ile
esasen çok ilgili değilim. Hatta gelirlerini istihdama çevirip, iş imkânı
sağladığı, ekonomiye katkıda bulunduğu için sevinirim.
Son üç yılda Demirören Holding gelirlerini %85 arttırarak
müthiş bir başarı gösterdi. Demirörenler bu (yaklaşık) 550 milyon TL’lik
artışın sonucu en zengin 100 ailenin içinde 21 sıra yukarı çıktılar.
Türkiye’nin en saygın
ailelerinden biriydiler zaten, son dönemdeki başarılarıyla da güçlerini iyiden
iyiye pekiştirdiler.
Türkiye’nin en saygın
ailelerinden bir diğeri olan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde:
Aynı 3 yılda özkaynaklar
186 milyon TL eksildi.
Aynı 3 yılda Beşiktaş’ın giderleri
85 milyon TL’den 192 milyon TL’ye fırladı. Yani 107 milyon TL arttı.
Buna mukabil gelirlerdeki artış 60 milyon TL.
“Muhasebe 101” dersini alan 1. sınıf öğrencisinin önüne bu
tabloyu bırakırsanız şu denklemi yazar;
+60-107-186= -233
milyon Türk Lirası
Hatırlatıyorum bu rakam (-233 milyon TL) 3 senelik bir “saygınlık”tır, 8 yıllık iktidar döneminin kabaca 3’te
1’i. Bu rakama; Sn. Başkan’a olan borç, Sn. Adalı’ya olan borç, basketbolculara,
voleybolculara, hentbolculara, tekerlekli sandalye basketbol takımına ve uçan
kuşa olan borç dahil değil.
Ortada kazanılan bir saygınlık varsa, bu Beşiktaş’ın kazandığı değil, kazandırdığı bir niteliktir ancak!
Keşke sadece rakamlardan ibaret olsa Beşiktaş’ın
kaybettikleri.
Bu son 3 senede Beşiktaş tarihinin ve tribün tarihinin en
rezil olayını yaşadık. Denizlispor maçının ortasında, kadın, çocuk, genç, yaşlı
demeden; “yeter” diyen, demeye
yeltenen herkesi tekme, tokat, yumruktan geçiren ve aslında Beşiktaşlılığı öldüresiye
döven “Beşiktaşsızlar” gördük.
2 kupayı dahi unuttuk,
o kepazeliği, o korkaklığı, o yavşaklığı unutmamız mümkün olmadı.
Dayağa çıt çıkmadı, lakin “takıma dönün” emri gecikmedi. Sanki
bugüne kadar Beşiktaş’a sırt çevirmişiz gibi! Ahmet’i durdurken Seba’ya “karşı”
yürümekten nasır tutan ayaklar, kremlendi ve yerlerine oturdu. Quaresma’ya,
Guti’ye desibeller gitti. Dayağı yiyen öz be öz Beşiktaşlılar da unutuldu
gitti. Bir daha da gelmediler.
Tıpkı yaşı 40’ın üzerinde olan abilerimizin de artık
gelmediği (ya da nadiren geldiği) gibi.
Beşiktaş’ın bu kadar şımarmasına dayanamadılar belki de…
Tribünler de Sn. Başkan’ın istediği düzeyde “temizlenmiş”
oldu böylelikle.
Zaten hayata dair ilk küskünlüğümüz de “yanımızda” sandığımız
kişilerin “karşımızda” olmasını anladığımızda başlıyormuş.
15 sene önceki taraftar profiliyle şimdiki arasında bu fark,
15 sene önceki Beşiktaş’la şimdiki arasındaki fark kadar barizse, bu 15 sene
önceki başkanla şimdiki arasındaki farktan olabilir mi?
“Halk gitgide liderine benzer” diyen filozof haklı görünüyor,
ne dersiniz?
Bendeniz mahalle maçlarında Gökhan, Rıza, Ziya, ama en çok
Metin olurken, Beşiktaş herkesin 2. takımıydı. Azdı Beşiktaşlı fakat mahallenin ağır abilerinin takımıydı.
Herkes saygı duyardı Beşiktaş’a. Beşiktaşlılık;
bir futbol takımına aidiyeti değil, bir
duruşu ifade ediyordu.
Şimdi yine aynı bendeniz ömür maratonun yarısına tık nefes
varıyorken Beşiktaş; Fenerbahçeliler’in en sevmediği, Galatasaraylılar’ın ise 3.
büyük olarak çok da önemsemediği, artık torun sahibi olan ağır abilerin ise
hüzünle izlediği bir futbol takımına
dönüştü.
5 yıl öncesine kadar FIFA’ya gidip Beşiktaş’ı arasanız, tozlu
raflarda 1-2 klasör takdir görürdünüz. Şimdi gitseniz FIFA’da en çok davası olan kulüp plaketiyle onurlandırırlar!
Sn. Başkan’ım;
Artık dünya kulübü olduk diyorsunuz…
Beşiktaş’a saygınlık kazandırdım
diyorsunuz…
Eminim inanan, şımaran, göğsü kabaran vardır, sloganları da
hazırdır.
Ve varsayalım ki haklısınız.
Ben hepsine, herkese tek bir soru soruyorum.
Ruhunu kaybeden dünyayı kazansa ne çıkar?
Beşiktaş J.K. Başkanlık Makamı’na saygılarımla…