Futbol, hiç büyümeyenlerin oyunudur. Koca koca akil adamlar, 2 santim içeride mi, 3 santim dışarda mı, biraz kenardan gitse, az aşağıdan vursa diye saatlerce konuşurlar. Konuşma ateşlendikçe mızıkçılık başlar. O, öbürünü mort etmeye çalışır, öbürü onu. Küsenler olur, kavgalar çıkar, eve dağılırlar...
Ertesi gün sabah, tekrar oyun için biraraya gelirler.
Bizde ‘yaşlı kadın’ futbol taraftarı olarak 105 yaşında bir Fatma Nine vardı. Galatasaraylıydı. Hangi maçtı hatırlamıyorum ama kulübün davetlisi olarak tribündeki yerini almış ve maç içinde uyumuştu. Aslında o yaştaki birinin o yolculuğu yapıp o hengameye girmesi başlı başına takdire şayan bir hadise.
Her fotoğrafın bir hikayesi vardır (Öyle olmasa fotoğrafçılık sanat olmazdı). Yukarıdaki fotoğrafa bakarak sayfalarca yazabilirim. Futboldan, siyasete, cumhuriyet tarihinden, ülkenin bitmek tükenmek bilmeyen jeopolitik önemine kadar kendi muhakememin izin verdiği sürece anlatırım.
Stadyuma gitmek için kaç saat harcadığı, maçtan kaç saat önce tribündeki yerini alacağı, rakip holiganlardan kurtulsa, kendi başkanının dayağından nasıl kaçacağı, protestocu (yok pardon, provakatör) olarak fişleneceği, ‘bilet fiyatı/emekli maaşı’ oranı, maç bittikten sonra gece yarısı eve dönecek olması gibi dışsal faktörler iki A4 kağıdına sığar.
Evde komşuya gelin, geline komşu dedikodusu yapmak gibi ağır ve önemli bir görev varken, akşam bir yüzüklerin efendisi uzunluğunda tv dizilerini izlemek, karakterlerle çekişmek gibi yararlı sohbetlerinden başından kalkıp 22 adamın bir topun peşinde koşması gibi mantıksız ve boş bir olayı izlemeninin ne gerekliliği olduğu gibi içsel faktörler de bir parşömen doldurur.
Bütün bunları bir kenara koyalım. Sanal olsa da kağıtlara, en önemlisi zamanımıza yazık. Her hikayeyi anlatacak tek bir cümle vardır (Öyle olmasa yazı sanatı olmazdı).
Şu fotoğrafı Türkiye’de çektiğimiz gün, muasır medeniyeti yakalamış bir futbol ülkesi oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder