15 Mart 2011 Salı

Taraftar Çocuktur

Taraftar olmanın zorlaştığı, kimliklerin karıştığı, renklerin yozlaştığı düşünceleriyle sabah evden çıktım. Dalgın dalgın apartman kapısının otomatına uzandığımda, arkamdan “kapı açık” diyen bir ses duydum. Komşunun 8 yaşındaki oğlu, merdivenlerin başından otomata yaptığım hamleyi görmüş ve buna gerek olmadığını belirtmişti, bilgiçlik taslamadan ya da sabahın erken saatlerinde etrafta hissetmeye alışık olduğumuz homurtu olmadan...

Kapının kolunu tutarak kendime çektim, ardına kadar açıp kapıyı tuttum. Kafamla hadi gel yaptım.

Basamakları 3’er 4’er atlayarak fırladı geçti yanımdan. Ben de arkadan kapıyı yavaşça kapatarak bu sahneye son vermek üzereyken, gayet kendinden emin, net bir sesle “teşekkür ederim” dedi. İyi dersler dememe fırsat bırakmadan (üzerindeki Beşiktaş forması, şortu ve spor ayakkabısı; ilk dersin beden olduğunu anlatıyordu) jet gibi uzaklaştı.

Güne keyifli başlamanın değişik yolları vardır; iyi bir kahvaltıdır, eşinin seni işe uğurlayan sıcak öpücüğüdür... Bazen bundan daha fazlası gerekir. Yaşamın rutinliği ve otomatikliği, güzellikleri başarıyla gizlerken, ihtiyaç duyduğumuz aslında samimiyettir. Aldığım teşekkür, hergün duyduğum yüzlercesinden çok farklıydı. İçinde kibar olmanın zorunluluğunu taşıyan şirket profesyonelliğine ya da toplum arasında adına görgü kuralları denen imzasız mütarekenin; duygusuz, mecburi ve refleks icabına dayanan bir kelime değildi.

Dedim ya kafamda taraftarlık konusu var. Sonra o teşekkkür ve sahibinin üzerindeki forma bana taraftarlığın nasıl başladığını yeniden hatırlattı.

Çocukken başlarız. Kahramanlarımız vardır. Onları izler, onlar gibi olmak isteriz. Küçüğüzdür, güçsüzüzdür; kendimizi onlarla özdeşleştiririz. Sahada onlar kazandıkça biz de kazanırız. Saçlarımızı onlar gibi taramaya çalışırız. Topa onlar gibi vurmak için taştan kalelere şutlar çekeriz. Mahalle maçlarında kimin Tanju, kimin Hami olacağı için kavga ederiz. Çocukken kurduğumuz bu bağ içtendir, samimidir, kuralların zorlayıcığılından değil, kalpten gelir.

O yüzden taraftar, tribüne çıktığında, o formaları gördüğünde o duyguları hissetmeye başlar. Çocukluğuna döner. Koca koca adamlar, hayatının baharında gençler, enteller, lümpenler, patronlar, işçiler, faşistler, komünistler, ateistler, dindarlar aynı anda, benzer duygularla, hiç tanımadığı insanlarla omuz omuza durur, şarkı söylerler. Bazen kızınca basarlar küfrü. Duygularını yüzüne yansıtmasını ayıplayan mevkiisinin politik maskesi yoktur çünkü. Çocuklar maske takmaz. Takımı kaybedince bazen hüngür hüngür ağlarlar. Doğduğu andan itibaren, o güne kadar onlara biçilen, yapıştırılan ya da onların kendi üzerine aldığı tüm sıfatlar ne olursa olsun, gözyaşlarının rengi aynıdır.

Futbol sahalarında, futbol yerine, 22 terli adamın bir topun peşinden koştuğu görenler bunu anlamaz. Onlara göre bunu izleyen kalabalığın çoğu işsiz kalanı fikirsizdir. Manyak olup olmadığınızı, bunun size ne kazandırdığını sorarlar. Oyuncular milyonları kazanırken, atılan bir golün sizin cebinize para koymadığını da hatırlatmayı ihmal etmezler.

Halbuki taraftar bu gerçeklerin farkındadır zaten. Ama futbolu aşağıya çekerek kendini yukarıda görmeye çalışan güruhun farkında olmadığı gerçekler vardır. Kendi hayatlarında, bunları sorgulamayı gözden kaçırırlar.

Akşam izledikleri 2 futbol maçı büyüklüğündeki yarışma kendilerine para mı kazandırmaktadır?

Ya da sonu gelmez uyarlama dizilerin sahte karizmatik karakterlerini izlemek daha mı az manyaklıktır?

Barlarda dans pistinde, bir tekstil ürünü için mağaza mağaza gezerken veya karşı cins peşinde koşarken harcanan terler ve saatler, sahalarda harcanan terden ve saatten daha mı kutsaldır?

ideolojim diye sarılıp yattıkları düşünceler, oy verdiği, ölümüne savunduğu partilerin, siyasetçilerin, yaşamlarından alıp götürdükleri, futbolcuların kazandığı paradan daha mı önemsizdir?

Evrende anlaşılamayan o kadar olay varken, futbolu anlamamak, anlamaktan daha zekice görünen bir davranış mıdır?

Onlar bir Futbolsever’in, bir Taraftar’ın sahadaki oyuncuyu umursamadığını, aslında armanın peşinde olduğunu, takımı sokağa düşse kaldırıma çıkıp destekleyeceğini bilmez. Taraftarın; saflığına dönen, çocukluğuna dönen ve bu çıkarsız sevginin peşinde koşan, platonik aşık olmasını anlamazlar. Çünkü onlar koca koca adam olmuşlardır, koca adamlığın kitabında 22 kişi bir topun peşinde koştu diye ağlamak ya da tersine arabayla “dat daaaat” yapmak yoktur.

Bugün futbolumuz istikrarsızsa, herkes birbirine düşmansa, futbolun içine giremeyen “onların” futbol yönetiminin içine girmesi yüzündendir.

Yönetimde de vardırlar, tribünde de. Dışarıdan baktığımızda takıma bağlı, dominant karakterler görürüz. Düşman ilan edilmiş rakiplerle hesabı göreceklerini düşünürüz. Ama onların görmek istedikleri hesaplar bankalardadır.

Taraftar gruplarına karşı değilim. Ama şirketleşen taraftar gruplarının futbol için tehlikeli olduğunun farkındayım. Şirketlerin devletlere diz çöktürdüğü bir zamanda, büyük balığın küçük balığı bu kadar acımasızca yemediği bir dönemde, kravatların atkıları kolayca yönlendireceğini biliyorum.

Daha fazla pasta dilimi için atışan takım elbiseli insanlar, rakibe haçlı çağrısı yapanlar, gün bugündür vurun diyenler ve buna çanak tutan futbolun patronları hepsi aynı kaptadır benim için ve “onlar”dır.

Onlar çocuk değiller, bir dönem fiziksel olarak öyle oldular ama, hiç bir zaman mahalle maçının ortasında anneleri çağırmadı onları. Hiç ayakkabıları top oynamaktan yırtıldığı için babalarından dayak yemediler. Dükkânın camını kırdıktan sonra tabana kuvvet kaçmadılar.

Onlar sadece kendi büyük dünyalarında kapitalizmin acımasız kurallarını bilirler. Hep daha fazlasını isterler, ve bu daha fazlası için kaç adet küçük kitleye ne olduğu ile ilgilenmezler.

Kılıçlar çekilmiş, baltalar topraktan çıkmış. Soruyorlar sana; Seferoğulları mı Tellioğulları mı? Tarafını seç!

Taraftar, tarafını belirlemiştir zaten, seçeceği sizin yönlendirmeniz olmasın?

Bugün ben kendi tuttuğum, bildiğim, sevdiğim takımın; armasından başka hiç bir yerinde aşığı olduğum, kendime karakter bellediğim o “duruşu” göremiyorum. Gerçek taraftarlar için üzülüyorum. Ülkenin her yerinde (sadece İstanbul’da değil) belki takımını statta izleme şansı yakalayamamış ya da yılda 1-2 kez yakalayabilen milyonlarca çocuktan söz ediyorum. Bilmem ne grubunun ferdi ya da bilmem nereye üye değil sadece Fenerbahçeli, sadece Beşiktaşlı olabilenlerden bahsediyorum. Memlekette üzülecek birçok şey olduğunu biliyorum, ama çocuğum diyorum size! cari açıktan, B.O.P’tan anlamam, toptan anlarım!


Futbol basit bir oyundur. Rant çocukları için ise basit bir oyuncak.

Taraftarlar ise oyuncağı elinden alınan çocuktur, günümüzde...

Bittiğinizi düşündüğünüz anda, bir çocuğun teşekkürü sizi ayağa kaldırıp, yürüyecek daha çok yol olduğunu hatırlamanıza yardımcı olabilir. Takımın bittiğini düşündüğünüz anda ise geride kalan “sadece” taraftar olacaktır. Ve sadece taraftar elinden tutup takımını kaldıracak ve yürüyecek çok yol olduğunu söyleyecektir.

Eninde sonunda kravatlar ve onların emir kulu atkılar terkedecektir futbolu.

Ve bu dünyada çocuklar olduğu sürece futbol asla yalnız yürümeyecektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...