Kafasına en az 500 öldürücü yumruk yemiş bir insanın sözlerine ne kadar güvenebiliriz sorusu ayrı bir konudur.
Değişim zordur ve zahmetlidir. Sabır ister. Kendine karşı savaş ister. Bazen kafanıza vuracak bir dost/düşman ister.
Dünya Kupası’nda kariyerine yediği yumruk Fabio Capello’yu böyle bir değişime itmiş. Galler önündeki İngiltere; Barcelona presi uyguladı. Takım topu kaybettiği anda en az 3 İngiliz “anında” presle rakibi bozdu. Telaşlı telaşlı topu ayağından çıkarmak için sağa sola bakan preslenmiş oyuncu, pas atacağı boşluklarda takım arkadaşları yerine rakip oyuncuları görünce, tabii topu şişirmek zorunda kaldı. Ve top İngiliz saflarına geri döndü.
Maçtan sonra Jack Wilshere, Capello’nun takıma 2 gün boyunca Barcelona’nın savunma anlayışı ile ilgili videolar izlettiğini söyledi.
Yılların 4-4-2 hocası, her oyuncunun kare şeklinde bir bölgeyi savunduğu, alan daraltma üzerine inşa ettiği savunma anlayışından vazgeçip, 1 hafta önce, 65 yaşında; Lampard, Parker ve Wilshere’den oluşan 3’lü orta sahaya, üçgenlere ve şok prese döndü.
Peki biz Hiddink’ten ne istiyoruz?
Ekol istiyoruz.
Sistem istiyoruz.
Değişim istiyoruz.
Açayım...
2008’de Çek Cumhuriyeti’ni kalede Tuncayla yendikten sonra, televizyona hala hayranlıkla bakan kayınbabam; “Türklerin neden büyük imparatorluklar kurduklarını anladım, sonuna kadar savaşıyorlar” dediğinde hoşuma gitti, koltuklarım kabardı, mağrur bir gülümse dudaklarıma Slyvester Stallone ifadesi verdi. Sonra ertesi gün, adrenalin damarlarımda fink atmaktan sıkılıp evine döndüğünde, canım babamın bu sözlerinin, kastettiğinin (Osmanlıydı) aslında futbolumuzu tanımlamakta doğru olmadığını gördüm. Büyük bir imparatorluk kurmak; sağlam bir merkezi yönetim, bağımsız bir ekonomi, tahmin edilemeyen şartlara dahi kısa sürede uyum sağlayabilen, tepki veren(yani değişen) ve en önemlisi bütün bu karakterleri, refleksi (gelenek bohçasında toplayıp çeyiz niyetine) bir sonraki nesle aktarabilen toplumun becerdiği bir “düzendi”. Sadece güçlü bir ordu, moral motivasyonu sürekli yüksek tutan baskın bir lider ve savaş üzerine kurulan imparatorluklar, tarihe yön verecek kadar büyük olsa da kısa ömürlü olmaktaydı.
1996’da ilk kez taraftarlarımızda bir Avrupa Şampiyonası’na renk kattık, 1998 Dünya Kupası’nda yoktuk. 2000’de çeyrek final oynadık, 2002’de dünya kupası üçüncüsü olduk, 2004 ve 2006’da yoktuk. 2008’de sadece o turnuvanın değil, tüm Avrupa Şampiyonaları’nın en heyecan verici takımlarından bir olduk, geri dönüşlerin efendisi sıfatıyla yarı final oynadık, son dakikada finali kaçırdık. 2010’da yoktuk.
Hep kesintiliydik, sürekliliği sağlaymadık.
Tarih yazdığımız 2000, 2002 ve 2008’de Türk Milli Takımı’nın başarısının temeli sistemsel, taktiksel, belli bir planın neticesi miydi, yoksa teknik adamların (liderlerin) yoğun moral motivasyonuna, oyuncuların anlık NOS patlamalarına dayanan kısa dönemli bir performans mıydı?
Futbolumuz; Roma ya da Osmanlı’dan ziyade Cengizhan-İskender-Napolyon sınıfında.
Asla bunu kötülemiyorum ya da küçük görmüyorum. Bilakis bu yürek merkezli oyunumuza bir sistem, bir karakter verebildiğimizde neler olabileceğini görüyorum...Neler olacağını hayal etmekte zorlananlar, Almanya’ya baksın. Özellikle 3-4 sene içerisinde; sistemle yoğrulmuş “bizim” çocukları kupa töreninde beyaz formalarla göreceğiz.
Bu yüzden aday kadro seçimlerine, sol bek Sabri’ye, Serdar Aziz’in, Necip’in olmamasına, Oğuzhan Özyakup’un kaptırılmasına, Ömer Toprak’ın arayıp sorulmamasına kızıyoruz. Hiddink’e olan saygısızlığımızdan ya da O’nun üstadlık seviyesindeki futbol bilgisine güvenmediğimizden değil.
Artık uluslararası arenelarda vatan, millet ve Sakarya’dan daha fazlasını görmek istiyoruz.
Mart ayında şöyle demişti Hiddink; “Futbolu herkesten fazla seviyorsunuz. Tutku ve duygu ile oynuyorsunuz. Benim derdim Türkler’i bu ruh halinden çıkarıp makine düzenine sokmak değil. Sadece duygularımızı, aşkımızı, tutkumuzu ufak bir plan dahilinde avantaja çevirmek istiyorum”
İşte biz de bunu istiyoruz.
Rocky Balboa gibi önce dayak yiyip sonra gaza gelip tırnak yemek istemiyoruz.
Ekol istiyoruz.
Değişim istiyoruz.
Hiddink bize 'değişim' vadetmiyor, 'ekol' vadetmiyor, sadece zaten sahip olduğumuz futbol kültürümüzü, ekolümüzü, sistemimizi (sistemsizliğimizi), kaotik futbolumuzu, hiç yılmaz sürekli mücadeleci oyunumuzu bir 'plan' dahilinde daha organize bir yapıya büründürmeyi vadediyor.
YanıtlaSilÜlkemizde sadece futbol alanında değil, bütün olarak gençliğimizin eğitimi ve öğretimi konusunda 20 yıl önce yapmış olmamız gereken reformları yapmaya en yakın şahsiyet şu anda Ersun Yanal'dır.
Lütfen bununla ilgili bir araştırma ve yazı hazırlayınız sayın Yakup Sabri İNANKUR.
Saygılar.
ORHAN FIRAT BEKAR
Kendisi de öyle söylemiş zaten.
YanıtlaSilYalnız kafamdaki soru şu;
Neden, bu ülkenin en başarılı Teknik Direktörü Fatih Terim bize yetmemeye başladı? Sonrasında Trappattoni gibi futbol bilgesine neden yüzümüzü buruşturduk?
Ve en nihayetinde neden Hiddink ismi içimizi kıpraştırdı?
Cevap da şu oldu;
Hiddink gittiği her ülkede o ülkenin genel karakterini, futbol ön adlı güzel oyuna yoğurarak, oynayan, keyif veren, saygı uyandıran ve "şöyle oynuyorlar" dediğimiz bir eser çıkardı.
"Şöyle" oynayacağımıza inandığımız için heyecanlandık. Kaotik futbolumuzu seviyorum. Ancak 2 turnuvadan 1 tanesine katılıp, onda da LPGli bir yapıdan başka şeyler görmemek diğer turnuvaya neden katılmadığımızı açıklıyor.
Mersin Belediye Başkanı bize Akdeniz Olimpiyatları vaadetmemişti seçim esnasında. Seçtik. Sonra olimpiyat istedik ve oldu.
E koskoca Hiddink'ten ekol istemişiz çok mu?
Ersun Yanal konusu başlı başına bir devrim. (eğer siyasi suikaste kurban gitmezse) 10 sene içinde her spor dalında kafamızı kaldırdığımız bir yapı inşa edecek. Araştırma ve yazı ise Sn. Orha Fırat Bekar için geliyor...