Yeni sezona; yeni bir başkan,
yeni bir stad, yeni bir hoca ve yeni bir takımla başladı Galatasaray. Eski tas
eski hamam bir lige 9 puan fazla geldi bu yenilikler şenliği. Fakat bu esnada federasyon da yeni
sezona; yeni bir başkan, yeni bir başkan daha, yeni bir lig statüsüyle gelince adının
karşısına şampiyon yazdıramadı sarı-kırmızılılar. Henüz…
Fatih Terim ilk 11 için 8, ilk 18
için 3 oyuncu transfer etti. Kendi felsefesine biat ederek altyapıdaki
cevherlere baktı. En parlak 2 yavru aslanı mücevher yapmak üzere aldı ilk 11’e
koydu. Galatasaraylılar ellerinde
kaleydeskop UEFA Kupası’nın anıtsal resimlerine bakarak geçirmişti neredeyse
son 10 yılı. Ruh çağırma ayinleri için en doğru medyumu bulduklarına
inanıyorlardı ama O, takımı “Hakan Balta ve arkadaşları” ironisine dönüştürmüş
gözüküyordu.
Halbuki Terim kafasındaki sisteme
göre oyuncu seçmişti. Oyun esnasında
bile değişebilen / dönüşebilen bir mentaliteyi oyuncularının kafasına /
reflekslerine oturtmaya çalıştı. İlk başlarda her maç Galatasaray’da farklı bir
anlayış gördük. İlk 10 maçta 9 gol yiyip 13 puan kaybetti sarı-kırmızılılar. Bu
kayıpların nedeni deneme-yanılma değil, bilakis Terim’in plan ve programı
dahilindeydi. Alışma devresinin olağan kayıplarıydı. Terim Galatasaray’a imza
atttıktan sonra, parmaklarındaki hayali bir kalemle ellerini ileri geri
sallıyor ve şöyle diyordu: “Değişim bizim kilidimiz olacak. Değişebilen, uyum
sağlayabilen bir takım hedefliyoruz.” Beden dilinin altını çizdiği cümleler bunlardı.
Bu değişim Terim’in kendi içinde oluştu ilk önce. Bu kez Galatasaray’a mentalite
anlamında bir 10 numara yerleştirmedi. 10 numaranın sahibi Felipe, -bir önceki
dönemin aksine- koşan, ısıran bir Felipe. Herkesin Barselona’ya öykündüğü bir
dönemde, Galatasaray çılgınca saldırmak, cansiperane savunmak istiyordu.
Barça; “top bendeyken sen gol atamazsın ben istediğimde hücum yaparım” derken
Galatasaray; “Ben maaile hücum yaparken, sen nefes alamazsın, top ne kadar istersem
o kadar bende olur” diye düşünüyordu. 34 maçın 24’ünde topa rakipten daha fazla
topa sahiptiler. Ortalama %55 topla oynarken
ligin en çok gol atan en az gol yiyen takımı oldular.
Bidon Melo’nun pitbull, bedava Elmander’in ligin en değerli yabancı
oyuncusu, yaşlı Ujfalusi’nin en çok top kesen savunmacı, çaylak Emre ve Semih’in
en çok gelişme gösteren oyuncular olması 3-4 ayı aldı sadece. Necati, Semih,
Engin, Hakan hatta Elmander Beşiktaş ya da Fenerbahçe’de olsa yedek kulübesinde
üzerinde battaniye elde çekirdekle görmemiz normal karşılanırdı. Pedro’nun,
Abidal’in, Cuenca’nın Avrupa’nın herhangi bir büyük kulübünde yaşayabileceği
bir durum gibi. Futbol tarzı değil ama düşünce yapısıyla Barselona’ya benzeyen
tarafı bu oldu Galatasaray’ın. Takım olgusu…
Süper Final’e Dair.
Güven veren bir kaleci, sağlam bir savunma ikilisi, çalışkan
ve yaratıcı bir orta saha, iyi bir forvetiniz varsa, etrafına serpiştireceğiniz
oyuncular orta kalite olsa bile iyi futbol üretebilirsiniz. Muslera,
Semih-Ujfalusi, Melo-Selçuk ve Elmander bu toprakların son 5 yıldır gördüğü en
iyi omurga. Böyle olunca genç bir yetenek Emre Çolak ilk 11 oyuncusu
olabiliyor, “sorunlu” Engin rakipler için sorun yaratabiliyor, taraftarın
varlığını sorguladığı Hakan Balta bu muhteşem takımın sırıtmayan dişlisi
olabiliyor. Oynanan futbol bir yana, oyuncuların arzusu da üst düzey. 3
temmuzun çamuru camianın paçasına yapışmadı. Psikolojik olarak da rakiplerine göre daha
rahatlar. Avantajları bir hayli fazla. Dezavantajları ise sadece sakatlık
olabilir. Özelllikle sezon başında adele sakatlığından muzdaripti oyuncular. 6
maçlık yükleme yapılması sezon yorgunluğunun gergin ipini koparabilir.
Kilit Oyuncu; Johan Elmander
Hayatta nasılsa futbolda da öyle. Varlığın kıymetini,
yokluğun şiddetiyle ölçüyoruz. Elmander’in olmayışı Galatasaray’ı sadece
hücum yönünde etkilemiyor. İsveçli Galatasaray orta sahası için Melo kadar
Selçuk kadar kıymetli. Maç içinde takımın kırılgan fay hattı Engin’in, Emre’nin
(ya da Sabri’nin) direnci çatırdamaya başladığında orta sahaya sağlam bir
Viking harcı katıyor. Böylece Galatasaray’ın merkezi sistemi kolay kolay
çökmüyor. Muslera’nın güdümlü
toplarını indiriyor, sırtı dönük alıyor, yüzü dönük veriyor, şut atıyor,
dribling yapıyor. 2012 model Galatasaray’ın neye ihtiyacı varsa onu yapıyor. Elmander’in
olmadığı, hatta son 15 dakika oyundan alındığı maçlarda dahi Galatasaray’ın
dengesi bozuluyor. Sayılar da bizi doğruluyor. Elmandersiz Galatasaray %3 daha
az (%51,85) topa sahip oluyor. Golcü kimliğini ise tartışmaya gerek yok. Golcünün
büyüğünü, maçların büyüğünde ararım. Süper Finaldeki rakiplerinin hepsine golü
var. Yeniden atmaması için hiçbir sebep yok.
Takviye Kuvvet;
Fernando Muslera
Eskilerden bize miras kalan
futbol aklı; “Şampiyon olmak istiyorsan herşeyden
önce bir atan bir de tutan iyi olacak” der. Madem Galatasaray'ın altın
oranlarla dolu dengesine dem vuruyoruz, o halde kilit oyuncu Elmander ise,
destek kuvvet Muslera'dan başkası olamaz. Uruguaylı, sadece manevi değil, oyuna
(hatta gole) katkısı gayet somut olan bir oyuncu. Lig boyunca yaptığı 347
başarılı pasın bir çoğu takımını yıldırım hızıyla gol pozisyonuna soktu. Maç
başına 10’dan fazla olumlu pas kullanan Muslera böylece derbilerin de gizli
kahramanı oldu. Bu tip maçlarda daha çok kaleciyle oynama zorunluluğu doğar.
Muslera ile zorunluluk bile avantaja dönüştü. O da Elmander gibi görevinin dışına
çıkıp, takımına ekstra katkı sağlayabiliyor ve Elmander gibi asli görevini de harika
icra ediyor. Top kale çizgisinin geçene kadar gole tüm ruhuyla isyan ediyor. Kurtarışlarıyla
güven veriyor. Elleri küçük ama yüreği büyük Muslera şampiyonluğun merkez üssü
olacak.
Tahmini sonuç
Süper Final demek, ülkenin en
büyük takımlarının kapışması demek. Bu sezon büyük maçların hiçbirini
kaybetmedi Galatasaray. Mühendislik harikası, muhteşem bir akustiğe sahip
TTArena’da maç kaybetmesi çok zor. Başlarında Fatih Terim gibi adaletli ve
güçlü bir figür var. 2. hafta Seyrantepe’de Fenerbahçe’ye karşı kaybetmezse
10-12 puan toplayan “lider” Galatasaray şampiyon olacaktır.
Yakup Sabri İNANKUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder