Daha önce de yazmıştım, patent bende olduğu için kullanmamda mahsur yok. Şu ömr-ü hayatımda 1400-1500 maç izlemişimdir. Allah fil hafızası vermiş, çoğunu da gol dakikalarına kadar hatırlarım; gördüğüm en rezil maç ne İngiltere-Türkiye, ne Sigma Olomouc-Fenerbahçe, ne de Liverpool-Beşiktaş maçıydı. Gördüğüm en rezil maç Barcelona’nın Real Madrid’i 5-0 yendiği maçtı. Skor olarak daha kötülerini gördüm. Ancak ben bir takımın, diğerini bu kadar ezdiği, futbol olarak aşağıladığı ve bunu başlangıç düdüğünden bitiş düdüğüne kadar yaptığı başka bir maç bilmiyorum.
O maçın rezillik (ya da durduğunuz tarafa göre vezirlik, hatta padişahlık) kategorisinde açık ara 1 numara olmasının sebebi, Mourinho’nun 10 da 1 oranında erkeklik yapmasıydı. Maça “standart” olarak Alonso ve Khedira ikilisiyle başlayan Madrid orta sahası, Xavİniesta karşısında helva gibi dağılmış, Mesut’a top gitmediği için Real Madrid atakları başlayamamıştı bile. Halbuki aynı Mourinho’nun, 1 sene önce Inter kravatıyla Nou Camp tribünlerine “gider” yapmasının sebebi Cambiasso’lu, Motta’lı, Zanetti’li çeik zırhlı duvardı.
Barcelona evde, deplasmanda, halı sahada, sokakta, okul bahçesinde, futbol oynanabilecek her yerde aynı sistem, aynı soğukkanlılık ve aynı düşünce yapısıyla oynuyor. 30 senelik bir projenin en marjinal, en pahalı ve en cilalı ürünü olmanın güvenini soluyorlar. Şu an dünyanın en iyi takımı olduğu zaten tartışma konusu bile değil. Tarihin en iyi takımı olup olmadığını, sezon sonundaki kupaların belirleyeceğini söylüyor otoriteler.
Bu (mentalitede bir) takımı, büyük üstad Lucescu’nun dediği gibi “defans yaparak durduramazsınız”. Kalbine saldırmak zorundasınız ve bunu 90 dakika yapmanız şart. Nou Camp’taki hatasını acıyla ödeyen Mourinho, olabilecek en doğru şekilde Pepe-Khedira-Alonso üçlüsüyle başladı. Top Barcelona’da iken orta sahada 5 beyazlı, 20 metre arkasında 4 beyazlı, sıralı asker disipliniyle birbirlerine 5’er metre uzaklıkta pozisyon aldılar. Amaç Barça orta sahasını boğmak ve boş alan bırakmamaktı. Bu durum ilk 15 dakika Barcelona’nın alışık olmadığımız, -hatta bizi rahatsız edecek kadar- pas hatası yapmasına neden oldu. Tabii Messi’yi durdurmak için disiplinli askerler yeterli olmuyor, sırtından tüfekle vurmak belki bir çare…
Şu ana kadar Real Madrid odaklı bir yazı olması gayet normal. İçinde bulunduğumuz dönemde tüm El Clasico yorumları “Madrid nasıl oynamalı” üzerine olacaktır. Barcelona’nın sistemi rakibe, sahaya göre değişmiyor. Boşa kaç pas al pas ver, boşa kaç pas al pas ver, boşa kaç pas al gol at!
Ufak bir paragraf Mesut Özil için açıyorum. Gerçi Mesut büyük bir paragraf, hatta başlı başına bir yazı hakediyor. 10 kişi kalmış koskoca Real Madrid, koskoca Barcelona önünde Mesut oyuna girdikten sonra maçı çevirebilecek ruh ve oyuna sahip oluyorsa, “Mesut Özil, Zidane olacak yorumumuz” çok da küstahça olmaz sanırım.
Jose Mourinho Real Madrid ile anlaştıktan sonra, Başkan Florentino Perez ile müzeyi gezerken Şampiyonlar Ligi Kupaları’nın önüne gelirler, birkaç dakika bakarlar. Sessizliği bozan başkan olur;
-Bunun yenisini çok özledik.
Mourinho tarzı cevap gelir;
-Ben de…Hem de birkaç gün önce kazanmış olmama rağmen.
Real Madrid’in bu sezon en önemli amacı bu sohbette yatıyor. Barcelona ise futbol tarihin gelmiş geçmiş en iyi takımı ünvanı için bu kupanın şart olduğunu biliyor.
Bu rekabetin keyfi de, bizlere kalıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder