Gökteki 3 elma, düşmek için, bizim gibi televizyon karşısına kurulmuş bu masalsı geceyi bekliyordu.
Ekrem Dağ’ı sağ bekte görmek Beşiktaşlı bünyelerin gerekli adrenalin ihtiyacını daha maç başlamadan karşılamaya yetti. Buna 5. dakikada gelen Gaziantepspor golünü de ekleyin. Bir anda Beşiktaş üzerinde Neuchatel Xamax hayaleti gezinmeye başladı. O hayaleti öldüren yine bir ölü top oldu. Artık Beşiktaş Taraftarı, Atletico Madrid taraftarından kalan yadigâr slogana sahip çıkabilir; “Simao ile ölü toplar, asla ölü değildir”. Kariyerinde hiç penaltı kaçırmamış, frikikleri de penaltı ayarında kullanan Portekizli’nin, sözlük tanımı için güzel slogan.
“El Clasico” gibi havalı bir ismi yok Tottenham-Arsenal maçının. Futbol otoriteleri dahiyane olmayan bir tanımla “Kuzey Londra Derbisi” diyip geçiyor. Bununla birlikte, adı küçük ama işlevi büyük bir derbi. Bol gol var, kora kor bir mücadele var, efsane geri dönüşler var, direkler var, çizgiden çıkanlar var, kan var, gözyaşı var. Dün gece de 3-3 biten harika bir maç vardı. İngilizler Dünya Derbisi olarak adlandırmasa da Tottenham-Arsenal maçları, 90ların sonundaki Newcastle-Liverpool maçları gibi kült olma yolunda tam gaz gidiyor.
Gecenin karanlığı Atlas Okyanusunu örterken, dünyanın beklediği esas oyun, güneşin Avrupa’yı en son terkettiği topraklarda sahne alıyordu.
El Clasico’ların bu kadar ilgi çekmesinin sebebi; dünyanın en pahalı takımlarının, dünyanın en iyi 2 oyuncusunun, dünyanın en iyi savunma oyuncularının, dünyanın en iyi 7 numaralarının, dünyanın en iyi sağbeklerinin, dünyanın en iyi 10 numarasının, dünyanın en iyi kalecisinin, dünyanın en iyi teknik direktörlerinin…(tamam burada bir nefes alalım, ve şimdi devam edelim) kısaca salt “dünyanın en” kapsamındaki herşeyin karşılaş(tırıl)masıyla açıklanamaz. Bu kıyaslar işin cilası aslında. Reklam ve pazarlama dehalarının boyadığı resimler.
Herkesin temelde içten içe merak ettiği konu, sistem ile paranın en büyük ölçekte çatışmasında galibinin kim olacağı.
Yıldızları yaratan mı, onları satın alan mı?
Aslında bu maç, ısınma turu olan 3 gün önceki maçın son 20 dakikasının devamıydı. Real Madrid’in arzulu istekli, yardımlaşmaya dayalı savunma yapısı ve en önemlisi “Barcelona’yı yenebileceğine inanması” ilk yarıdaki Madrid modlu oyunun şifresiydi. İkinci yarıda bu tempo doğal olarak düşünce, Barcelona standart oyununu oynamaya başladı. Bu noktadan sonra Mourinho’nun neden dünyanın en çok para kazanan teknik direktörü olduğunu bir kez daha gördük. Zaten Pepe’nin, ısrarla Pinto ile burun buruna gelmesi, Barcelona’nın doğru düzgün pozisyona girememesi ilk dikkatimizi çekenlerdi. Ancak maçın içinde Real Madrid, hücum presten, kanat futboluna, alan savunmasından, kontraatağa kadar futbolun içindeki tüm taktiksel varyasyonlara o kadar kolay ve akıcı geçiş yaptı ki, Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı”nı okuduğunu söyleyen Mourinho’nun “Manevra” başlığının altında epey saatler geçirdiği düşündüm. İleride bir gün “Futbolda Yönetme Sanatı” diye bir kitap yazılırsa, içinde Mourinho ismiyle özel bir başlık olmalı. Sadece 1 senede birçok büyük egoyla dolu yeni bir takımı bu kadar işleyen bir hale getirmek, büyük bir ustanın eseri olabilir ancak. Sığ bir yaklaşımla “çok defans oynatıyor, bozuyor” diye kesip atmak, futbola ihanettir.
Özellikle son 3-4 yıldır, Barcelona’nın ritmik paslarıyla hipnotize olan milyonlarca futbolsever, “güzel futbol” tanımının karşısına iki nokta koyup Barcelona yazdı.
Halbuki “güzel futbol” milyonlarca pas yapmak değildir, sadece...
Değişikliktir, farklı taktiksel varyasyonlar uygulayabilmektir, savunma oyuncusunun bile ofsaytlara düşebilmesidir, ortadır, kafadır, şut atmaktır, 117. dakikada dahi yara yara, amansız dribling yapabilmektir, alan savunması uygulamaktır, markajdır, tırnakla golü çıkarmaktır, fiziksel çarpışmadır, daha güçlü bir rakip karşısında, yüreğini koyarak 120 dakika savaşmaktır...
Bizim futbolu sevmemizin nedeni, futbolun bütün bunları kapsamasındandır. Uygulamaları güzel olursa, futbol da güzel olur.
Ve daha güzel futbol, dünyanın en iyi takımını yenip kupayı kazanmaktır.
Ama en güzel futbol, 5-0 kazandığında da, kupayı kaybettiğinde de rakibi rencide edici söylemlerden uzak durarak, O’nun büyüklüğünü ve saygınlığını hakkıyla teslim etmektir.
Müthiş bir geceydi.
3 beraberlik vardı. Ama gökteki 3 elma, beyaz prenslerin kısmeti oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder