Onlardan çok umutluydum.
Pazartesileri iş arkadaşını, okul arkadaşını kızdırma heyecanları duyanların hınzır hayallerinden daha fazlasındaydı, umduğum.
Onlar, Beşiktaşlılığın yarım kalan tanımlarına yeni kelimeler ekleyecek, yanlış cümleleri silecek, gelecek nesillere siyah-beyaz hikâyeler bırakacaklardı.
En son birliktelikleri bir Fenerbahçe maçı hikâyesini, roman üçlemesine çevirmişti. İkisinin de birer gol attığı maçta, Fenerbahçe Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin başı öylesine dönmüştü ki, basit bir toplama işlemini yapacak hali kalmamıştı. Nihayetinde 3 gollü bir mağlubiyet, 3 gün sonra Barcelona’nın da kaderi olacaktı.
Sonra aradan 9 sene geçti, Nihat Kahveci döndü. Çoğu gurbetçi gibi işçi gittiği gurbetten patron olarak dönmüştü. Sahada koşmaktan çok, emirler yağdırıyordu elleriyle, mimikleriyle.
Sonra 1.5 sene daha geçti. Nihat Kahveci’yi ilk kez bu sabah manşetlerde gördük. Ağzını kocaman açmış, gözlerini kıvılcımlarla doldurmuştu. Çevresinde yaşça büyük insanlar, O’nun yaşça büyük bir ağabeyine saldırmasını engellemeye çalışıyorlardı. Belki haklı, belki haksız. Adaletin terazisini tutmak haddinde değilim. Görmek istediğim, görmem gereken poz; aynı hırslı yüz ifadesinin üzerinde forması ve çevresinde takım arkadaşlarıyla, 5 saniye önce attığı golün sevinci olmalıydı. Beşiktaş’ın çocuğuna yakışan buydu.
Geçen sezon savunmayı geride kuran Denizli yüzünden az gol atan Beşiktaş, bu sezon savunmayı öne kuran Schuster yüzünden çok gol yiyen bir takım olmuştu. Bu yüzden, 1 sene önce hücum futbolu konusunda ortak görüş bildiren forumlarda, köşelerde, televizyonlarda Beşiktaş’ın savunmayı (yeniden) geride kurması gerektiği konusunda fikir birliği vardı. Sonuçta futbol basit oyundu, hatta 2 kere 2’nin 4 ettiğine dair değerli bilgiler vardı. Tayfur Havutçu göreve gelir gelmez aklın yolu bir olduğu için savunmayı daha geride kurmaya başladı. 7 maçtır kendi sahasında gol atamayan Konyaspor, dün gece hasretine son verdi.
Ama benim umudumu kıran savunmanın bu kadar geride kalması, 3. bölgeye top gidememesi, aradaki 3 dönümlük boşluğu garibim Necip ile Fernades’in beyhude kapatmaya çalışması, Quaresma’nın trivela ortalarının arka direkte kenar forvete hasret platonik aşık olması değil.
Benim umudumu kıran Tayfur Havutçu’nun maalesef kişisel yolu tercih etmesi ve (kupayı kazansa dahi) bu yolda başarısız olması.
Göreve geldiğinde önünde 2 yol vardı Havutçu’nun; ya Doğukan, Furkan, Atınç, Onur, hatta Muhammet’i kameraların önüne ve Beşiktaş’ın geleceğine koyacaktı, ya da mevcut oyuncularla kazanıp, rüştünü ispat edip, kendini Beşiktaş’ın geleceğine koyacaktı.
En son Konyaspor maçının 18 kişilik kadrosunda (mecburiyetten) Onur Bayramoğlu’nun olması ikinci yolu, oynanan futbol ve skor ise başarısızlığını ortaya koyuyor. Halbuki Beşiktaş geleneği birinci yolun asfaltında yatıyordu. Beşiktaş’ın çocuğuna yakışan da oradan yürümek olurdu.
Takvim nisanın sonuna geldi biz hala bahar bekliyoruz, dün akşam Nihat ve Tayfur tükettiler bahar umutlarımı.
Beşiktaş’ın çocukları böyle yaparsa, Beşiktaş’ın çocuklarına kim örnek olacak, kim sahip çıkacak?
3-4 sene sonra onları da mı trafik kazası sütunlarından hatırlayacağız, Allah korusun...
Konu yine, her romantik Beşiktaş muhabbetinden mütevellit dolaştı aynı yarayı dürttü, kanattı...
Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı Avrupa Şampiyonu oldu.
Adlarını bilmiyorum, yukarıdaki cümle dışında ayrıntıya girene rastlamadım. Yüzlerini de bilmiyorum, gazetelerde tek tük maç pozisyonlarından kareler gördüm. Bütçeleri ne kadar bilmiyorum, hatta bütçeleri var mı onu da bilmiyorum.
Bu takımın masasında kupa var.
Beşiktaş Futbol takımı ligde 5. sırada.
Muazzam bir bütçe ve karizmatik yüzler var. Ligin açık ara en çok faule maruz kalan takımı, aynı zamanda ligin en çok kırmızı kart gören takımı.
Bu takımın masasında yumruk var.
Yukarıdaki 2 durumdan hangisi Beşiktaşlı Duruşu’nun örneği olarak gösterilir?
Ufak bir tüyo.
Şifreli bir soru aslında bu. Cevabı içinde gizli. Hangisi büyükse onu işaretliyorsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder