15 yıl şampiyon olamadığı halde taraftar sayısını arttıran tek camia olması bu yüzdendi Beşiktaş’ın.
Sağdan soldan çekiştirilen Alevi, Sünni, Türk, Rum, Ermeni herkesin darbe yediği bir dönemde herkese kendini en iyi anlatan takımdı.
Kiminin lobisi, kiminin parası vardı...
Neruda, şiirlerinde “Halkım ben, hani şu sayılamayan...” yazıyordu...
Beşiktaş’ın da tribünü oldu, sayılmayan gollere inat!
Tabelada ne yazdığı, tabloda hangi sırada olduğu önemli değildi.
“Başın öne eğilmesin” der geçerdi bu tribün.
Baba Hakkı’nın, Şeref Bey’in temelini attığı Beşiktaşlılık kültürüne sağlam bir harç eklenmişti. Markası tribündü!
Böylece dar gelirli halkın yaşam biçimi, düşünce yapısı, Beşiktaş’a sindi.
Satın alacak durumun, gücün yoksa, tarlanda ne varsa onu toplar, mutfakta ne varsa sofraya onu koyarsın.
Beşiktaş da kendi tarlasını ekti, telli dolaplarda bulduğu 3-5 parça malzemeyle tenceresini kaynatmaya başladı.
Özkaynak gelenek oldu. 19 Mayıs’ı “Gençlik ve Spor Bayramı olsun” diye Atatürk’e öneren bir camiada olması gerektiği gibi...
Beşiktaş’ı kendi öz evlatları en tepeye taşıdı. Bir ailede olması gerektiği gibi...
Ayrılıklar oldu. Hayatın içinde olduğu gibi...
Ayrılanlar, nefretle, kavgayla değil, sevgisini içinde taşıyarak gitti. Severek ayrılanlar gibi...
Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan ağır “taş”lar bunlardır.
Beşiktaş’ın bir kişiliği vardır, karakteri vardır, duruşu vardır.
Dün gece Necip Uysal’ın isyanı bu kültürün bir parçası, bu duruşun adamı olduğundandır. Çünkü O’nun genlerinde bu karakter var.
Dün gece 85’te Gündoğdu söyleyen o tribünün genlerinde bu karakter var.
Bu karaktere sahip olmayan yaşını başını almış devşirmelere Beşiktaş’ta yer yoktur.
Sonuçtan utanan, her hatalı pasta, her kaçan golde, her mağlubiyette oyuncusuna, hocasına, küfür edenlere Beşiktaş’ın ihtiyacı yoktur.
Dünya kulübü olma hedefindeyse Beşiktaş; saha içinde yıldızların yanına, evlatlarını da eklemek zorundadır.
Bir Tabata parası, bir Del Bosque tazminatı, Sn. Başkan’ın çocuklarının ufak bir rızkı bu altyapıyı “yeniden” inşa eder.
Yalnız saha içinde değil, tribündeki evlatlarına da ihtiyacı vardır. “Başın öne eğilmesin” diyecek, “Gündoğdu”yu unutmayacak, en yüksek desibelden söyleyecek gençlere...
Beşiktaş’ı yeniden zirveye taşıyacak güç; Beşiktaş kültürünü sindirebilmiş tribün ve sahadaki gençleridir.
Bir de sabır.
*****
Sabah buz gibi bir yatakta uyandım. Kahvaltımı yaptım, kahvemi içtim.
Üşümem geçmedi.
Sonra anladım, Kiev soğuğunun hala içimde olduğunu.
Aklıma Juventus forması üzerindeyken, Fiorentina kaşkoluna sımsıkı sarılıp sahayı terkeden “genç” Baggio geldi.
Sistemin pranga sırasına girmek için evden çıkmadan önce aldım atkımı. Sokakta hızlı adımlarla yürürken, boynuma sardım özenle, uçlarını da ceketin dışına çıkardım. “Eğer ağustosta elenseydik bu atkıyı takamazdım” diye düşündüm.
Gelir gelmez de bu yazıyı yazdım.
Çünkü kaybederken de kendinizi anlatabilirsiniz.
Ve bu söz benim değil, Beşiktaş’ın öz evladı Metin’indir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder