4 büyüklerin toplam
banka borcu 1.5 milyar TL. Bu sezon ligimize 64 yabancı oyuncu transfer oldu ve
kulüplerin kasasından 134 milyon TL para çıktı. Yabancı oyuncu satışlarından
ise toplamda 94 milyon TL gelir edildi. Aradaki zarar 40 milyon TL. Şampiyon
olan 5 takımın toplam transfer harcaması 221 milyon TL. Tazminatlar ya da çocuk
rızkları borçları dahil değil bu rakamlara.
Bu sezon
altyapısından çıktığı takımın ilk 11’inde forma giyebilme başarısını gösteren
oyuncu sayısı sadece 17. Özevlatlarımız ligimizdeki 18 takımı doldurmuyor bile.
Avrupa’da sadece 2 takımımız var ve Ulusal
Takımımız kendi evinde 3 gol yiyerek Avrupa Şampiyonası gidemedi.
İmdi...
Yukarıdaki gudubet tablosunun
kravatlı ressamları maçları en güzel yerlerden izleme hakkına sahipken, tribünlerin
gerçek rengi taraftarın, baştan sorun, kafadan holigan ilan edilerek
cezalandırılması; futbol sevgimizin üzerindeki (artık) kurumuş yığına yeni bir
tüy dekoresi oldu. Düşününce, düşüncelerinde bizlere nanik yapıp “Dekoder
al, kombine al, sistemimizin devam ve bekasındaki rolünü oyna da, maçı ister izle ister izleme, maça ister gel ister gelme...” dediklerini
düşünüyorum.
Sezon başından bu
yana, en isabetli pas yüzdesini Hilbert’in, en çok top çalmayı İsmail Köybaşı’nın
yapmış olduğu görmek (ve yazmak) rutin işlerimizden oldu. Ligin en isabetli
(%81) pas oranına sahip stoperi Egemen Korkmaz ile en çok top çalma
ortalamasına sahip stoperinin Sivok olmasından pek bahsetmedik ama. Beşiktaş
savunması pas ve top çalma görev dağılımını kendi içinde müthiş bir uyumla
yakaladı ve savunma; Beşiktaş’ın en “takım”
yeri bu bağlamda. Bu uyuma Ernst-Aurelio-Kavlak 3’lüsünün dinamizmini
kattığımızda, kaleci Cenk ile beraber Beşiktaş’ın gerisi iyi bir ritm tutturdu.
Ancak tek sorun, yeteneği gol melodileri yazmak ileri 3’lünün bu ritmi
duyamayacak kadar orkestradan ve birbirlerinden uzak olması. Bu nedenle çoğu
zaman ezgi ile ritm uyuşmuyor, ileri 3’lü kendi çalıyor kendi oynuyor.
Fatih Terim’in “geleneksel”
Melo-Selçuk-Engin
3’lüsüne bir de Ayhan’ı ekleyerek başlamasındaki ana tema da bu ritmi bozmaktı.
Plan; alanı daraltmak, aradaki mesafeyi olabildiğince Galatasaraylı ile
doldurup Beşiktaş savunmasının üzerinde baskı kurmaktı. İlk 20 dakika seri ve
kısa paslarla bunu iyi başardılar. Ancak gerek Ayhan Akman’ın aksaması, gerekse
Engin Baytar’ın tecrübesizliği, üzerine Felipe Melo’nun sarısı, Beşiktaş orta
3’lüsünün mızrak başı gibi daralan bir üçgen yapı oluşturmasını sağladı. Önce
Galatasaray’ın (baklava dilimi) orta sahası dağıldı sonra oyun Beşiktaş’ın en
etkili (ve oynamayı istediği) yere, kanatlara yayıldı. Galatasaray, orta sahayı
kaptırınca Q7 ve Simao daha çok içeri katetmeye başladılar. Quaresma ile
Simao’nun arasındaki mesafe 30 metreden 10 metreye düştüğünde verkaçlar, seri
kısa paslar ve haliyle gol pozisyonları artıyor. Direkler işin cilvesi...
Son yarım saat Galatasaray oyundan düşmeye
başlamışken; oyuna girdikten sonra 3 dakika içinde 2 top çalma ve 1 ara pasıyla
oynayan Necip Uysal, Carvalhal’in tetiğiydi. Maçın dönüm noktası da Necip’in
ceza sahasında yattığı an oldu. 2 takımın da orta sahaları boşalınca,
yorgunlukla beraber son 20 dakikadaki kör dövüşü kaçınılmaz hale geldi. Sabri’ye
ve Necip’e geçmişler olsun...
*******
Yanında seni ısıtacak biri varsa üşümek güzeldir.
Yuvarlak bir dünyada yuvarlak bir topun etrafında hala dik durabilmeyi
başarabilenlerin olduğunu gördük 65. dakikada. Eminim futbolu taraftardan
ayırmak isteyen takım elbiseler de gördü bunu, çürük bina yapan müteahhit de
gördü, imara izin verenler de gördü, enkazdan çıkanın soğuktan donarak ölmesine
dolaylı yoldan sebebiyet verenler de gördü.
Belki de içlerinden “ister soyunun
ister soyunmayın” demişlerdir.
Olsun.
İçinde insan olmayan bu kadar elbise caka satarken, çıplak da olsa kral;
kraldır.
Yakup Sabri İNANKUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder