13 gün içinde; 2 Dinamo Kiev, 1 derbi, 1 de naçizane
Sivasspor maçına çıkan bir takımın, Ankara’da son yarım saat oyundan düşmesi, Sir
Isaac Newton’ın kafasına elma düşmesi kadar bilimsel bir nedenin sonucu.
Gençlerbirliği Teknik Direktörü Fuat Çapa da bunun farkındaydı ki, oyun planını
buna göre hazırlamış. Oyuncu değişikliklerini; 2-0 geride olduğu devre arasında
değil, 60. dakikada skor 2-2 iken yapması bunun futbolca açıklaması.
Önce, o dakikaya kadar maçın en çok koşan ve bir o kadar da
Beşiktaş orta sahasını koşturan Oktay’ı çıkarıp, pas yüzdesi yüksek Özgür’ü
oyuna aldı (Özgür hocasını yanıltmayıp maçı %72 isabetli pas ile tamamladı). Bundan
10 dakika sonra yine tempolu oyunun vazgeçilmez oyuncularından Randall çıkarken
başka bir pasör Erdal oyuna giriyordu. Son 20 dakika oyunun kontrolünü ele
geçiren Gençlerbirliği, Egemen-Cenk anlaşmazlığı olmasa da maçı kazanacak verilere
sahipti.
Beşiktaş’ın (görülmeyen ya da görülse de hakettiği takdiri
göremeyen) en etkili ve verimli oyuncuları Roberto Hilbert ve İsmail Köybaşı’nın
2.8 günde bir maç yapmanın üzerine ligin en hareketli oyuncuları Hurşut Meriç
ve Yasin Öztekin ile mücadele etmeleri, onların da standart katkılarını
rendeledi.
Tamam, Hilbert yine Beşiktaş’ın en isabetli pas yüzdesine
sahip, en çok top çalan ve en çok hücum koşusu yapan oyuncusu. Ancak sadece
Hilbert’le, İsmail’le, Ernst’le ya da stoperlerle takım savunması olmuyor. O sadece
savunma oluyor ve bu da 45 dakikada 4 gole engel olamıyor.
10 dakikaya bir gol yememek için takım savunması, takım
savunması için takım, takım olmak için zamana
ihtiyaç var.
Beşiktaş; asli teknik direktörünün başında (maalesef)
olmadığı ve emaneten devralan teknik direktörün de kendi kafasındaki oyunu değil,
(transferler Havutçu’nun kendi sistemine göre yapıldığı için) mecburen, asli
teknik direktörün kafasındaki oyunu oynatmak zorunda olduğu bir takım.
Galbiyetler Beşiktaş için ne kadar olağansa, mağlubiyetler
(2-0 öne geçtikleri maçlarda da dahil) bu yeni takım (olmaya çalışan takım)
için o kadar normal.
Zaman, yorgunluk, deplasman, hava şartları, kötü hakem
kararları, teknik direktör yanlışları, oyuncu formsuzluğu gibi her konu mağlubiyete
mazeret teşkil eder. Ama doğru, ama yanlış, ama geçersiz…
Mazeretler ayna üzerindeki buğudur. Elinizle temizlemedikçe
ne kadar kral olduğunuzu tüm çıplaklığıyla göremezsiniz.
Hatırlıyorum da Recep Çetin ters bir vuruşla topu Beşiktaş
ağlarına gönderdiğinde, Kaptan Rıza Çalımbay koşarak gelmiş ve Recep’i elinden
tutup kaldırmıştı. O zaman öğrenmiştim / anlamıştım, futbol ayakla oynanan ama muhakkak el ele tutuşmayı gerektiren bir savaş halidir.
Kaptanlık bir pazubanttan fazlasıdır. Maçın kaderinin diz çöktürdüğü
arkadaşına el verip, onun o yükü omuzlamasına yardımcı olmaktır. Birlikte
olmaktır. Futbolculuk kalitesinden ayrı bir düşünce yapısı gerektirir.
Recep’in kendi kalesine attığı o maçı ve sonucu
hatırlamıyorum. O sahne ise aklımda taptaze. Unutamıyorum.
Son yıllarda ise Beşiktaş’ta böyle bir sahne
hatırlamıyorum. Ya ben yaşlanıyorum, ya Beşiktaş değişiyor…
Yakup Sabri İNANKUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder