5 gün öncesine kadar Guus Hiddink ile Slaven
Biliç’in buluştuğu ortak payda, ikisinin de 10 Türkiye maçı izlemiş olmasıydı.
Ayrıldıkları tek nokta, yalnızca birinin Türk Ulusal Takımı üzerinde ciddi bir
analiz & çalışma yapmasıydı. Diğeri ise harika tespitlerle çıkmıştı maça.
Duygusal olduğumuzu, Hırvatların daha iyi oyunculardan oluştuğunu anlattı bize
Hiddink.
Can alıcı tespitlerden sonra işin taktik ve
teknik kısmına geçmek ikinci maça kalmıştı belli ki.
Oyun her durduğunda lafa “5. dakikada direkten
dönen top içeri girse...” diye başlamayan yoktu eminim. Düşüncelerde o topu gol
yapıp, derin hayal sularında boğulurken, asıl düşünmemiz gerekeni unutuyoruz. O
da direkten dönen hayallerimizin suçlusunun saha dışında olduğu.
Eleme maçları boyunca tüm gruplar baz alındığında
en fazla dribling yapan oyuncu Mesut Özil olmuş. Şu saatlerde bilmem kaç sayılı
seferle Madrid’e Arda Turan ile beraber uçan Mesut Özil, acaba yazın O’nu
televizyondan izleyecek Arda’nın kendisinden 5 kat daha fazla prim kazandığını
biliyor mudur?
Selçuk İnan’ın %82 isabetli pas ile Modriç’ten
bile daha iyi bir pasör olması ve bunu Modriç’in 2 katından fazla (91 pas)
atarak tamamlaması, İsmail Köybaşı’nın sahanın en fazla top çalan (6) adamı
olması, Ömer Erdoğan’ın bire-bir mücadelelerdeki yüksek ayakta kalma
yüzdesinden bahsedebiliriz. Uzun uzun tartışabilir, keyfili bir futbol
sohbetine koyulabiliriz. Bir sonraki Ulusal Takım’da Volkan’ı, Hakan Balta’yı, Emre’yi,
Umut Bulut’u gördüğümüzde, çenemizi boşa harcamış oluruz. Tabii bu durum Ulusal
Takım’ın yıllarını boşa harcamasından daha vahim değil.
Yeni hoca gelecek. Hoşgelsin, sefalar getirsin.
Takımın üzerine ördükleri ağın ortasında tembel tembel yeni kurban bekleyen
örümcekleri temizlemeden gelmesin ama. Onun da kanını emeceklerdir. Aynı
zihniyetin, aynı isimlerin ve aynı seçimlerin harabeye döndürdüğü futbolumuzu
yeni hoca mı kurtaracak?
Herşey aynı kalırken, kurtuluşu genç bir teknik
direktörde aramak; yıkılma tehlikesi olan bir binanın dış cephesini boyayıp,
“güvenli” olduğunu açıklamakla eşdeğer. En fazla bir sonraki hafif sarsıntıya
kadar güvenli olduğunu en acı şekilde gören bir ülkede yaşamıyor muyuz?
En acısı (ve sinir bozucu olanı) bütün bunları
bilmemiz. Lakin bilmek doğruları getirmiyor maalesef. Doğrulara ulaşmak için
değişmek ve hareket etmek gerekiyor, iş yapmak gerekiyor. Bu ise doğru
insanlarla doğru işler yapmayı gerektiriyor.
Yıllardır aynı kafanın dar çemberinde koşan minik
hamsterlar gibi başarıya ulaşacağımız umuduyla aynı dizileri izliyoruz. Ara
sıra (6 yılda bir) destansı bir film oluyoruz ama gerisin geriye bol reklamlı,
çokça şaşaalı, kötü oyunculukla dolu, aynı arabesk konulu saçma bir dizi
oluyoruz, yine, yeniden...
Bundan daha kötüsü seviyoruz aynı dizileri izlemeyi.
Sayın spiker, Mahsun Kırmızıgül ve zinhar
izlemeyeceğim dizisiyle bizleri hipnotize etmeye çalışırken, ben Türkiye yoksun
bir turnuvada Almanya’yı desteklemeyi düşünüyordum, mahsun gözlerle.
Yakup Sabri İNANKUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder