365 adet gün.
Türkiye’de ortalama bir erkeğin 72 kez tekrarlama şansı olduğu zaman dilimi.
Ben de ortalama bir adamım.
Türkiye’de erkeğin ortalama evlenme yaşı 26.
Ben de o yaşta evlendim.
Birgün sevgili karım başımı her kucağına aldığında yaptığı gibi, burnumdaki siyah noktaları sıkarken (bazen sırf bu yüzden beni kucağına yatırdığını düşünürdüm) kırık Türkçesiyle kelimelere bastırarak;
“Birr blog açacaksın, göreceksin na kadarr zevkli bişii. Yazacaksın insanlarr okuyacak. Futbol biliyorrsun, yazmak biliyorrsun ve seviyorsun, hadi ben de yardım edecem sana”
Dedi.
Ve böyle başladı.
O dönem yazdığım site kapanmıştı ve benim için kocaman bir boşluk olmuştu. (sonra geri açıldı ve hala yazıyorum orada, gayet de iyiyiz şu aralar)
Kendi adıma doldurmam gereken boşluk vardı.
Bu blog sayesinde yeni insanlar tanıdım, sevdim hepsini. Onlar için de bir boşluk doldurabildiğime inanıyorum. Belki ufak bir boşluk ama önemli olan da çapı değil işlevi!
Yazmak telepatidir. Tam bu “an”ın zaman içinde donmasıdır. Bu yazıyı ne zaman okursanız okuyun, benimle tam şu “an” konuşuyorsunuz. Yazmanın ve okumanın sihri budur. Zihinlerimiz toplantı yapar tam bu “an”da. Fikirlerimiz çatışabilir, uyuşabilir yeni fikirler ortaya çıkabilir ve hepsi tam bu “an”da olur. Her ne kadar farklı zaman dilimlerinde olsa da…
Benim de bir ilham perim var tabii ki. Ama aklınıza ilk gelen (en azından benim aklıma gelen bu) Peter Pan’daki Tinkerbell modeli minik kanatlarıyla zarifçe uçan bir ilham perisi değil. Ya da şuh bir kadın kışık ses tonuyla “hayatım Galatasaray’ın savunma kurgusunu yazsana, sen yaparsın aslanım” da demiyor. Benim ilham perim, aslında bir peri de değil. Bıyıklı göbekli Çukurovalı bir dayı! Gelip kafama vuruyor “yazsana yiğenim bunu” diyor. Yazmadığım her an kafama daha çok vuruyor. O sırada yoldaysam, artık cümleleri ezberleyene kadar konuşuyorum, kendimle tartışıyorum, şiddet, şefkat dolu bir iç çekişmenin ortasında kalıyorum. Nihayetinde yazıp da boşalınca pipomu yakıyorum (sigaradan nefret ederim) ve dayı gidiyor.
Sinirli, heyecanlı, duygusal, umutsuz, keyifli yüreğimden taşan neyse parmaklarımdan klavyeye döktüm. Asla hafife almadım. 194 kayıt var,(bu 195.) bir bu kadar da sildiğim var. Çünkü (kendimi bildim bileli hep bir şeyler hakkında yazarım) edebiyat dünyasına eserler bırakayım, insanlar cümlelerimi hayranlıkla okusunlar, kızlar beni beğensin, öğretmenler yüksek not versin, kısaca bir şey elde etmek amacıyla yazmadım. Kendi hayatımdaki boşlukları doldurabilmek ve bunu yaparken belki başkasının hayatında da ufak da olsa bir boşluğa pamuk tıkamak (berbat bir betimleme ama silmeyeceğim) için yazdım. Değer yaratmak ve değer katmak için yazdım.
Ben hissettiklerimi yazdım. İnandıklarımı koydum ortaya. Sizler de 1 yıldır okudunuz. Çok teşekkür ederim.
Hadi şimdi 2. Yıla başlıyoruz.
Son olarak;
Kendi madalya törenimi de yapıp gideyim.
BRONZ MADALYA:
Hillsborough faciasını anlatan "ASLA YALNIZ YÜRÜMEYEN 96 RUH"
http://olefutbol.blogspot.com/2011/04/asla-yalniz-yurumeyen-96-ruh.html
GÜMÜŞ MADALYA:
Gecenin 4'ünde Roberto Baggio'dan aldığım güç ve ilhamın sarhoşluğunda "BAGGIO OLMAK LAZIM"
http://olefutbol.blogspot.com/2011/02/baggio-olmak-lazm.html
İlk kez, kanlı-canlı bir gazetede BirGün'de yayınlanan makalem "YENİ VATAN HAİNLERİ GELİYOR"
http://olefutbol.blogspot.com/2010/11/yeni-vatan-hainleri-geliyor.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder