Tabelaya bakıp yüzümüzü ekşitmektense, Türkiye’nin en muhteşem stadında geçirecek en az yarım saatimiz daha olmasının keyfine bıraktık kendimizi. Çevre düzenlemesiyle, otoparkıyla, geniş merdivenleriyle, atmosferiyle Kadir Has Stadı’nın, ağzımızı doldura doldura söylediğimiz Avrupa’daki futbol tapınaklarından farkı yok. Böyle bir stadı yapan mühendislerin, İnönü’yü de Kadir Has kategorisine çıkartabileceklerinden eminim. Bunu da kaydırmadan yapacaklarına şüphem yok. Zira 120 dakika 30.000 kişi tepindik, stad milim oynamadı.
Tribünlere, localara dalıp bunları düşünürken, gözlerimi sahaya çevirdim. 90 dakika efor sarfedip kazanamamanın can sıkıntısını anlıyorum. Oyuncular çimlerin üzerine yığılmışlar, su içiyorlar, baldırlarını sallıyorlar. Bunu yaparken turunculu oyuncular çember şeklini almışlar, oturuyorlar, ortalarındaki Abdullah Avcı’yı dinliyorlar. Beyazlı oyuncular için yapabileceğim en geometrik tabir kırık çizgi olabilir. Taç çizgisi kenarında bir oyuncu, hemen sağında ayakta bir oyuncu ve oturan bir diğeri. Onların 5 metre arkasında üç oyuncu duruyor. Aralarda tek oturan var, 3 kişi kümelenen var, orta yuvarlakta kendi kendine yürüyen var...O manzara bu maçın neden uzadığının cevabıydı. Her ne kadar elinizde tek başına bir takım kalitesinde oyuncular olsa da, hep birlikte bir takım olanlara karşı zorlanırsınız.
Elbette İstanbul B.B’nin bu büyük başarısının temeli (yazmaktan bıkıp usanmayacağım) sabır ve istikrara dayanıyor. Futbol felsefeleri hoşuma gitmese de, 4 senedir sabırla üstüste koydukları tuğlalar, artık güçlü surlar olarak dimdik karşımızda duruyor. Bu şekilde devam ederse, güçlü ve yıkılmaz olacaklar.
Bu nedenle son yıllarda İstanbul B.B.-Beşiktaş arasındaki maçlar zorlu geçiyor. Zıtlıkları temsil ediyorlar. Belediye topluluk Beşiktaş birey, Belediye sistem Beşiktaş skor, Belediye istikrar Beşiktaş kısa vade başarı, Belediye tribünsüzlük Beşiktaş tribün...
Bu tez-anti tez kapışmasının sentezlerini maç içinde rahatlıkla görebiliyoruz. Cihan-Mahmut-Holmen üçlüsünün uyumuna karşılık Necip-Fernandes-Guti’nin kalitesi, İbrahim Akın’ın aklına karşılık İsmail Köybaşı’nın stresi, Simao’nun zekası Rızvan’ın ıskaları...
Her iki takımdaki iyi ve kötü yönlerin en baskın hali orta sahada belli oldu. Beşiktaş orta üçlüsüne alan bırakmama bilnciyle çıkmış Cihan-Mahmut ikilisi bunu başarınca, maç yakan topa döndü. Zaten savunma çizgisini Mustafa Denizli, hücum hattını Schuster’e göre ayarlayan Tayfur Hoca’nın Beşiktaş’ı, aradaki 60 metrelik sorunu top şişirerek çözüyor. Bu yöntem, golden çok Almeida’nın kafasına yediği dirsek, omzuna çıkan adam sayısını arttırıyor.
Arasıra Necip’in akıllı, Rıza Çalımbayvari ruhlu presleriyle top kazanan Beşiktaş bu kez de orta sahadan çıkmakta zorlandı. Fernandes’in topu ayağından geç çıkarmasının sebebi, tribündeki 30.000 izleyiciye sahadaki 9 Beşiktaşlı’nın da katılmasıydı. Hareket olmadan bereket olmuyor. Quaresma bunu farkedip ceza sahasına koşu yapınca gol geliyor haliyle, Fernandes’in de asist sayısı artıyor.
Yağmurda top oynayan mutlu çocukları, penceresinden izleyen hüzünlü amcalar gibiydik bir ara. Kadir Has’ta yağmur bile başka bir güzellikte yağıyor! Damlalar acımasızca ışıkları kesip biçerken, renkler hayatta kalıyor, parkta birbirini kovalayan çocuklar gibi birbirlerine karışıyorlardı. Gece olmasına rağmen gökkuşağını bekledik. Tabii beklerken formadaki ter olmak yerine, o formayı yağmurlu bir günde görmeyi ne kadar özlediğimizi farkettik.
Gözlerimizi damlalardan sahaya çevirdiğimizde İbrahim Akın döktürüyor, Beşiktaş savunması dökülüyordu.
İstanbul B.B için yaptığımız tüm övgüler, Beşiktaş’a üstün (ve zıt) gördüğümüz vasıflar, iş penaltılara gelince bir anda dezavantaj oluyor. Penaltılar; bireysel yeteneklerin, daha az yorulanın ve daha tecrübeli olanın hükümdarlığından emir alır. Yorgun bir “takım” için bu fermanı değiştirmek zor.
Nihayetinde yine kötü bir sezon, yine olabilecek en iyi teselliyle bitti. Son 6 yılın hikayesinin açılış cümlesi bu aslında. 6 yılda 4 kupa muazzam bir başarı. Fakat bu başarının odak noktası, ligde sönen umutların amorti özlemli motivasyonları. Demek ki Beşiktaş takımı aslında son 6 yılda ne olursa olsun kaliteli oyunculardan meydana gelmiş. Kısa vadeli hedeflerde birazcık motivasyonla başarılı olmuşlar. Uzun vadeler, maratonlar (hatta Avrupa) ise takım olmakla ilintili. Takım olmak da sabır ve istikrarla... Ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar ilk 11’nin 7’si henüz kulüpteki ilk senesini bile dolduramamış oyunculardan büyük başarılar beklemek futbolun matematiğinde olan bir denklem değil. Var mıdır? Vardır. Olabilir miydi? Olabilirdi. Ama olmadığı için eleştiri mızraklarını böğürlerine saplamak doğru değil. 90 dakikaya sığmayan bir maçtan sonra ateşin çevresindeki izci misali yerlerini alabildikleri zaman beklentilerimizi üst çıtalara asarız.
2 sıra önümde 120 dakika Beşiktaşlı oyunculara küfür eden Beşiktaş formalı arkadaşın ve onun ekolünden tribünlerdeki binlercesinin anlaması gereken yapı, mentalite, felsefe, mantık bu. Suçu bireylerde arayıp, güzelim ses tellerini olmayacak cinsel fantezilerin dileğiyle titreştirmeleri Beşiktaş’ı daha iyi bir hale getirmiyor.
Geleni selamlayan Erciyes, gideni uğurlamak için yine ayaktayken, biz tekrar geleceğimizin sözünü verdik. Ciğerlerimizde tribün yoldaşlarımızın “Samsun dumanlarına” ağlamayan tek santimetre kare kalmadığından, yolda yakacağımıza söz verdiğimiz keyif purolarının çikolatalı kokusu burnumuza ufak bir buse kondurabildi ancak...
Yakup Sabri İNANKUR