15.02.2012 tarihinde konuğu olduğum Blogtivi programının 2. Bölümü.(
İlk bölüm için burayı tıklayınız)
29 Şubat 2012 Çarşamba
Blogtivi 1. Bölüm
Halbuki çok sakindim. Yayın
öncesi sohbet sıcak ve keyifliydi. Sonra ışıklar, kamera, ses gelmeyen
mikrofon, yerinden çıkan kablo hızlı ve etkili geldi. Teknik ekibin sihirli
dokunuşuyla 30 saniyelik kaos yerini profesyonel bir düzene bıraktı. Canlı
yayının kolay rakip olmadığını anlamamla başlama işaretinin gelmesi bir oldu.
Yine de ilk 5 dakikadan sonra oyunun kontrolünü ele aldım. Güzel enstantaneler
ve enfes goller oldu. Sağolsunlar Murat Türker ve Şeyda Baykal şık asistleriyle
beni çoğu zaman tamamladılar ve doğru noktalara daha kolay koşmamı sağladılar.
Futbolun geldiği noktayı, çocukluğumu,
mahalle maçlarını, nasıl Beşiktaşlı olduğumu konuştuk.
Kaçıranlar, tekrar izlemek
isteyenler, okuduklarının etten kemikten halini görmek isteyenler buyursunlar.
İyi seyirler…
Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!
Bana en çok Pembe VAIO yakışıyor!
Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, birçok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Pembe VAIO'yu seçti.
Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...
Bir bumads advertorial içeriğidir.
Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, birçok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Pembe VAIO'yu seçti.
Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...
Bir bumads advertorial içeriğidir.
27 Şubat 2012 Pazartesi
Herşey Sahte Melo Gerçek
Dün akşam açıkça gösterdi ki; Türk
Futbolu’nun (hatta dünya futbolunun) 4-3-3 denilen (ama uygulamada 4-5-1 olan)
dizilişten mümkün mertebe uzak durması gerekiyor.
Atılan 5 golün 4’ünün takımlar 4-4-2
oynarken gelmesi sürpriz ya da tesadüf değildi. Hatta oyunun güzelleştiği
anların da hocaların 4-3-3’den (yani 4-5-1’den) vazgeçtiği bölümlerdi.
Süper Lig’de tüm takımlar 4-3-3 (aslında
4-5-1) oynuyor. Ligimiz zaten sert iken bir de üzerine göbekte 2 hatta 3 takoz
barındıran takımların sayısı bir hayli fazla. Orta yuvarlağa sığışmaya çalışan
6 kişinin mücadelesi futboldan çıkıp kör dövüşüne dönüyor ve maçlar bu yüzden
çoğu zaman ruhumuzu sıkıntı kıskaçlarıyla esir alıyor.
Eğer hakkını verebilseler sahaya hakim
olma ve topla daha fazla oynamak için tasarlanan 4-3-3 gözümüzü okşayan bir
futbolu önümüze koyar. Bunun için ilk şart 2 adet kenar forvet!
Riera, Simao ve özünde
Engin, Quaresma kanat oyuncuları. Bildiğimiz eski model, hızlı, teknik, taç
çizgisine bitişen, önündeki bekin belini kırıp penaltı noktasına orta yapan
sınıf. Leonardo, Giggs, Ginola, Zenden bu sınıfın son aristokratları. Elimizde
Giggs kaldı yadigâr. Modern futbol bu tarz oyunculara yeni bir misyon yükledi
ve altyapı eğitimleri bu misyonla evrildi. Yeni göreve “kenar forvet” ismi
yakıştı. Kenar forvetler (genelde) ters ayaklarıyla kanatlara yerleşiyorlar.
Solaksa sağ kanada, sağaksa sol kanada... Çünkü görevleri rakip savunmanın
göbeğine dalmak. İleri 3’lü bir mızrak başı gibi daralan üçgen bir yapıda,
rakip savunmanın karnını yarmakla / yıpratmakla görevli. Mızrağın sapını,
arkadan şok prese gelen orta saha oyuncuları oluşturuyor. Onların görevi
3’lünün deldiği boşluklara saldırmak ve kaptırılan topları çabucak geri kazanıp
akına (savunmayı delmeye ve yarmaya) devam etmek.
Elimizdekiler (Stoch, Ambarat gibi
azınlık hariç) kanat oyuncuları olduğu için hedef santraforlar yalnız kaldığı
gibi, orta sahada da bir tatsız tutsuz (zaman zaman ruhsuz) bir tango
izliyoruz.
Terim’in Galatasaray’ı, sakatlıklar
sonucu dengesi bozulan Beşiktaş savunmasını Necati-Elmander ikilisinin sürekli
baskısı ile yıkmaya çalıştı. Engin-Emre
Beşiktaş bekleriyle “kenar forvetlerinin” bağını kopartırken, Selçuk-Melo
ikilisi Gerrard-Lampard minvalinde oyun mentaliteleriyle İngiliz tarzı
Galatasaray’ın (ve 4-4-2’nin), lige (ve 4-3-3’e) olan isyan çığlığı oldular.
Pektemek’in girişiyle Beşiktaş da
İngilizce konuşmaya başladı. Quaresma’nın etkinliği arttı, zira özüne döndü.
Ernst ve Necip oyuna ve topa daha fazla hükmetmeye başladılar. Beşiktaş rakip
kaleye akmaya başladı.
Dünya futbolunda 10 numaraların yerini
‘sahte 9’lar aldı. Kanatların yerini ise kenar forvetler. Batının dizilişini
aldık ama mantığını alamadık. Sahte kenar forvetler üretmeye çalıştık. 2010
Barselona’sı gibi oynamak hayalinde 1960 model Barselona olduk.
Madem kenar forvet üretemiyoruz ya da
(niyeyse) transfer etmiyoruz, biz de kendi doğamıza adapte olmalıyız. Çift
forvetli o güzel günlere dönmeliyiz. Kadim 4-4-2 yahut 4-3-1-2 gibi bize uyan
dizilişlere geçmeliyiz. Galatasaray’a bu sezon şampiyonluğu getirecek gerçek
bu. Galatasaray’ı burun farkıyla foto finişte kazandıran gerçek bu. Çünkü
Galatasaray’ın sahte! 10 numarası, Türkiye’de olabilecek tüm 10 numaralardan
daha gerçek.
Yakup Sabri İNANKUR
Konular
3-2,
Felipe Melo,
Galatasaray-Beşiktaş,
Süper Lig 2011-2012
14 Şubat 2012 Salı
OleFutbol Blogtivi'de!
Yarın 15:15’te Sportivi kanalında yayınlanan
"Blogtivi" programının konuğu olacağım.
Murat Türker ve Şeyda Baykal'ın yönetimindeki program her Çarşamba sevilen blog yazarlarını konuk ediyor. Güzel bir sohbet gerçekleşirken, takipçiler de böylece okudukları cümlelerin ete kemiğe bürünmüş halini tanımış oluyorlar.
Murat Türker ve Şeyda Baykal'ın yönetimindeki program her Çarşamba sevilen blog yazarlarını konuk ediyor. Güzel bir sohbet gerçekleşirken, takipçiler de böylece okudukları cümlelerin ete kemiğe bürünmüş halini tanımış oluyorlar.
Sportivi, Tivibu üzerinden yayın yapan bir kanal. Tivibu
77. kanaldan takip edebilirsiniz.
Yarın görüşmek
üzere.
Konular
blogtivi,
sportivi,
tivibu 77. kanal,
yakup sabri inankur
8 Şubat 2012 Çarşamba
Barış Manço ile Gullit&Van Basten&Rijkaard
Gündemin onca hayhuyunda boğulurken ara sıra nostaljinin naftalinli
kokusunu teneffüs etmekte fayda var.
Dünya futbolunun AC Milan’ın hakimiyeti altında olduğu
yıllar. Rossoneri’nin karşısına çıkan yerle yeksan olmakta. Gullit, Van Basten
ve Rijkaard bu güzel diktatörlüğün en gösterişli 3 silahşörü.
Barış Abi 2000 kilometre küsür yol gitmişti ve Televolelerden
asırlar önce bu dünya yıldızlarına “Maraba Türkiye” dedirtmişti.
Van Basten biraz utangaç Bursaspor’a karşı zorlandığından
bahsediyor. 2 maçın detaylarına (skorlarına) girmiyor. Rijkaard 21 yıl uzaktan
Türkiye’ye kapıyı aralıyor; “yarının ne getireceğini kim bilebilir ki” diyerek.
Gullit ise son çıkardığı albümden bahsediyor.
Fevkelade bir röportaj!
Bir önceki yazıda Sürtünmeli Piston’un yaptığı harika yorumla nokta
koymak en güzeli.
“Keşke rahmetli Barış Manço Milano'da röportaj yaptıktan sonra bir
de düet yapsaydı Gullit ile…”
Buyrun “7’den 77’ye” Milano…
7 Şubat 2012 Salı
Protest Müziğin Kralı; Gullit!
Tamam bu adam Avrupa’da 2 kez
yılın oyuncusu seçildi. Beyaz bir kıtanın bembeyaz ülkesinin 10 numarası ve
kaptanı olarak Avrupa Kupası’nı kaldırdı. 20. Yüzyılın en iyi takımlarından
birinde başrol oynadı. 235 gol attı…
Amma ve lakin Gullit, ayrımcılık
ve ırkçılığa karşı horul horul uyuyan bir dünyada sesini sadece futbolla
duyurmanın yeterli olmadığını düşünmüş.
Müzikal yeteneklerinin farkına varan
Surinam asıllı oyuncu sahneye adım atmakta tereddüt etmedi. 1984’te ilk single “Not the dancing kind” ülkesinde en çok
satanlar listesinin başına oturdu. Gullit
protest reggae şarkılarıyla Anti-apartheid
hareketinin seslerinden biri oldu. Apartheid;
Güney Afrika’da Ulusal Parti hükümetinin (Mandela iktidarıyla ortadan kalkana
kadar) zencilere uyguladığı ırkçı ayrımcı
sistemin adı. Hollanda Kaptanı 1987’de kazandığı Altın Top ödülünü Nelson
Mandela’ya adadı.
Bir yıl sonra bir yandan Hollanda’yla
Avrupa Şampiyonası’na hazırlanırken diğer yandan da grubu Revelation Time ile “South Africa” albümünün kayıtlarını tamamlamıştı. 1988 yorucu bir
yıldı ama kesinlikle vefasız değil. Gullit bir kupa bir de Altın disk ekledi
kariyerlerine.
Karşınızda Ruud Gullit-Revelation Time ve o yılın 3 numaralı hiti South Africa! Klip;
Gullit’in en parlak sanatından yani futbolundan da kesitler getiriyor karşımıza.
6 Şubat 2012 Pazartesi
Kazananlar Ve Mücadele Edenler
Tüm
umudunu, hedeflerini ve hayallerini Portekizlilerin sırtına yükleyen Beşiktaş,
onlar dinlenmeye! çekildiğinde önce umudunu yitirmeye başlıyor, sonra hedefe
gidemiyor ve en sonunda kırık hayalleriyle başbaşa kalıyor.
Tayfun
Talipoğlu jargonunda bir giriş yapmayı ben de beklemiyordum. Ancak Beşiktaş’ın
yaşadığı tam sekiz! yıllık buhran Beşiktaşlı sağlam dünyalara çürük fay hatları
ekledi. Öyle ki en ufak bir hezeyanda camia ve onun gözbebeği futbol takımı
sarsılıyor.
Beşiktaş
Kadıköy’e önce bel bağladığı prenslerinin ihaneti, sorumsuzluğu veya
ihmalkârlığı (dilediğiniz tanım ya da tanımları seçebilirsiniz) ile, daha
öncesinde 2 ardarda mağlubiyet ile ama en öncesinde Sn. Yıldırım Demirören’in
tarihi TFF genel kurulu açıklaması ile gitti.
Bu kadar öncü deprem, bir ana depremin habercisiydi (ki 2-0’lık
sonuç da bu haberi doğruladı) zaten. Bununla birlikte yıkıntıların arasından, tüm
o cafcaftan ve şaşaadan sıyrılmış bir takım vardı sahada. Önder olarak da “Beşiktaş mücadeledir” mottosunun ruhani
lideri Fabian Ernst sanki bir isyan halindeydi olan bitene!
Fenerbahçeli’nin dünyası ise tam tersi bir iklimde dönüyor.
Alabildiğine renkli! Ne mağlubiyetler, ne 3 temmuz vakası ne de herhangi başka
bir sarsıntı Fenerbahçeli’nin keyfini kaçırıyor. Krizler; taraftarı, oyunucuyu,
basın mensubunu ve yönetimi birbirine daha çok bağlıyor. Bu sinerji derbi
maçlarda öyle yüksek bir frekansta tezahür ediyor ki, kötü oynadığı derbilerde
bile bu psikolojik hava sarı-lacivertlilere galibiyeti getiriyor.
Bütün bunlara rağmen Beşiktaş kazanabilir miydi?
Meşhur Holosko pozisyonu konuşulmaya değer. Topu ilk
aldığında bekletmeden Mustafa’nın önüne yuvarlayabilirdi. Sürmeyi tercih etti.
Sürdü, sürdü ve ne yakın direkteki arkadaşına ne uzak direkte daha zor pozisyondaki
arkadaşına çıkardı. Bize daha zoruna muktedir olduğunu kanıtlarcasına penaltı
noktası üzerinde bolca Fenerbahçeli’nin bulunduğu bir alana gönderdi topu. İnsanlar
bu tür saçmalıkların çok daha azını yaptığı için en iyi arkadaşları tarafından
bir daha halı sahaya çağrılmıyorlar ve İbrahim Akın bunun daha azı için Metris’te…
Ligin duran top şampiyonu Beşiktaş, (oyun boyunca 10’dan fazla korner kullandı)
golü kornerden yedi. Gökhan ok gibi ön direğe fırlarken Büyük Alex ayağının içiyle “şöyle” bir kesti. Gökhan
arkaya aşırtırken tüm Beşiktaş savunması ön direkte kümelenmişti bile. Alex ile
Gökhan’ın, gol sevinci yumağından uzakta (korner bayrağına yakın köşede) birbirine
sarılması; senaryolaştırılmış, çalışılmış ve nihayetinde çekimleri tamamlanmış
bir filmin final sahnesi oldu.
Golden sonra, kısa, akıllı ve isabetli paslarla merkezde hakimiyet kurdu
Fenerbahçe. Zaman zaman Alex bile Emre bölgesine inerek pas trafiğine ufak
rötuşlar yaptı. Siyah-beyazlılar için Gökhan Gönül’ün bindirmeleri bir dert, Stoch’un
boşluklara sızması ayrı bir dert oldu. Veli Kavlak’ın adam kovalamaktan sıkılıp
kart görmesi sürpriz değildi. Öte yandan, Beşiktaş’ın top yapabilen tek adamı
sol çizgideydi. Acaba Carlos Hoca saha
içine ufak bir dokunuş yapabilir miydi? Eğer Veli sol çizgiye Simao merkeze çekilse
hem Beşiktaş’ın oyun kuramayışı azalmış olacak hem de Gönül’ün önü Kavlak’la
kapanmış olacaktı.
Beşiktaş’a önce bilim yardım etti. İyileşmeden oynayan /
oynatılan Gönül’ün vücudu müsaade istedi. Fenerbahçe teknik kadrosu ve doktorları
sadece Fenerbahçe’nin ve Ulusal Takım’ın sağ kanadını değil, Gökhan Gönül’ün
kariyerini de riske ediyorlar. Herşeyden önce Gökhan kendine dikkat etmeli.
Arkadaşı Arda sakat sakat oynadığı için neredeyse futbol hayatına nokta
koyuyordu. Oyuncularımızın aklına profesyonel oldukları sadece sözleşme
dönemlerinde geliyor. Camiaların, taraftarların gazını / övgüsünü alırken; sakat
sakat oynayıp göklere çıkarılan ama sonra bir daha toparlayamayıp tarihte hoş
bir anı olarak kalan bir çok oyuncunun durumunu iyi düşünmeli ve
değerlendirmeliler.
İkinci yarı, Beşiktaş maçlarının 55. dakikasında sakatlanarak
oyundan çıkma ritüeline sadık kalan Emre Belözoğlu da Gökhan’a katılınca
Fenerbahçe’yi rakip sahaya taşıyan ayak kalmadı.
Carlos Hoca bu noktada bir müdahalede bulundu. Ernst’i hücum
prese gönderdi. Fenerbahçe savunmada top yapamamaya, hata yapmaya başladı. Hemen
sonra Necip hamlesi geldi. Ernst tüm gücünü hücum prese verdiğinden Necip
ribaundları toplama işine beceriyle koyuldu. Bu yüzden bütün pozisyonlara Ernst
girdi. (En son bu uygulamayı Mustafa Denizli Ernst-Fink ile uygulamış ve Şeref
Bey’de 3-0 kazanmıştı.)
2 takımın da sakat(lanan) / eksik oyuncuları becerisi ve
estetiği yüksek oyuncular olduğu için (kalanlarla) iyi mücadele oldu, iyi maç
olmadı.
Fenerbahçe kazandı ve play-off grubu için kamouyuna manifesto
çekti. Taraftar gruplarının kendi içlerinde manifesto çektiği Beşiktaş ise Araf’a
düştü ve görünen o ki önünde daha zor mücadeleler var.
Yakup Sabri İNANKUR
Not: Rakip seyirciler deplasmandaki derbilere alınsın diyoruz, lakin biri
müze kapısı kırar, diğeri koltuk...Maç izleme hakkı engellenemez de, maç
izlemedikten sonra o hakkı istemek, haklıyken haksız durumuna düşürüyor
maalesef…
3 Şubat 2012 Cuma
Seba’yı Hatırlamak
Hatırlamak canlı tutar insanı. Aynı
zamanda fena da can yakar!
Hatırlıyoruz.
Dün “başkana saygı”yı unutup derin bir çığırtkanlığa
gömülenleri.
Bugün “başkana saygı”yı hatırlatıp avazı
çıktğı kadar susanları.
Dün “YETER ARTIK” diyenleri.
Bugün “YETMEZ” diyenleri.
Hatırlıyoruz.
Bazen o ağızlardan biraz da metazori olarak; o günler için “biraz
abarttık, aslında tam içinde bizler yoktuk, genel bir tepki vardı, hatalı oldu,
unutalım geçmişi, boşverelim ileri bakalım” aromalı kelimeler yayılıyor.
Hani afilli de cümle kuruyorlar. Atarı, gideri baharatlı…
Ama kötü kokuyor.
Bilincimizin taaa altına bir af mesajı
yollarken yanında promosyon olarak mevcut başkana “aynı hatayı! tekrarlamamak” gerektiğini
hatırlatıyorlar!
Oysa ki;
Affetmek; ne unutmaktır, ne boşvermek!
Affetmek; herşeyden önce hatırlamaktır. Dibine,
kokusuna, dokunuşuna kadar hatırlamak. Hatırlamak ve canı yanmak.
Sonra bütün o can yangınının ortasında
yargılama hakkından gönül rızasıyla feragât etmektir.
Bizler ise yargıladık ve suçlu bulduk.
Onları Allah affetsin, bizler affetmiyoruz.
*******
Süleyman Rıza Seba için 10 dakika
sessizlik rica ediyorum hepinizden.
Bunu aynı zamanda Beşiktaş için saygı duruşu olarak
da kabul edebilirsiniz
15 sene oldu senin süren doldu döneminin
kısa bir özeti var aşağıdaki videoda.
Küçüklerimiz bilsin, büyüklerimiz
hatırlasın diye…
8 Yıla Kırmızı Kart!
Fernandes’in bilge ayaklarından yoksun Beşiktaş için bu,
aslında sorunların en hafifiydi. Maç başlayalı henüz yarım saat olmuşken beklerin
zarurî değişimi ağır bir travmaya neden oldu. Haliyle savunmanın %50’si bu kadar
kısa sürede değişince ne savunma dengesi kalıyor ne uyumu…
Zaten bu dakikadan itibaren Holosko ve Mustafa kenarda
battaniyelerine daha bir sıkı sarıldılar. Sıcak bir kahve söyleseler de yeriydi
zira Carvalhal’in atacağı tek kurşunun markası belliydi. Sahanın mesihi;
küpeleri ve yeni saç modeliyle aynı battaniyenin altında farklı anlam ve (her
anlamda farklı) değerle oturmaktaydı.
Bu esnada deniz tarafındaki kalenin önündeki Çağdaş
Atan-Cristian Zurita zincirine Hakan Bayraktar işçiliği de eklenirken, İdman
Yurdu, kalesini iyiden iyiye güvenceye aldı. Veli-Ernst ve Necip’in terleri
orta sahadaki çimleri sulayıp yeşertirken, arkalarındaki ve önlerindeki çimler
verimsizlikten soldu! Bu muhteşem üçlü, maçı toplam 14 top çalmayla bitirdi. Yine
toplamda Şeref Bey’den Saraçoğlu’na uzanan mesafeyi de katettiler. Pazar akşamı
aynı mesafeyi gerisin geri alınlarının akı ve teriyle katedeceklerinden şüphem
yok. Sonuç ne olursa olsun…
Beşiktaş orta saha sendikasının emekleri, gerek beklerin
gerekli yardımı getirememesinden, gerek hücum departmanı müdürlerinin gereksiz
kopukluklarından ötürü boğazın soğuk sularına battı.
Kazanılan topları etkili olarak rakip kaleye taşımak ve Mersin’in
kalın zincirini aşmak için; ya gemileri karadan yürütmek kalibresinde dahiyane bir
fikre ya da şairane bir isme ihtiyaç vardı. O şairane isim, o son kurşun, büyük
bir tezahüratla sahaya adım attı. Yarım saat süren mücadelesinde! Joseph Boum
seddini aşamadı. Topla delemediği duvarı, topsuz yıkmaya çalışınca (ve
başarınca!) Beşiktaş’ın, Beşiktaşlı’nın 3 puan tüten hayal gemileri de karaya
oturdu.
Esasında Quaresma’nın gördüğü kart; 8 yıllık Beşiktaş’ın lüks
sarhoşluğu, plansızlığı, müsrifliğinin girdiği çıkmaz sokak ve yüzüne çarpan kırmızı
briketli bir duvardır. O kırmızı kart Beşiktaş’a çıkmıştır, 101 yıllık
kültüründen kopmanın haklı cezası olarak…
Ve Beşiktaş Taraftarı buna “YETER” demektedir. Ne “Fenerbahçemiz” gafı, ne “dekoder alın” tüccarlığıdır
olayın temeli.
Beşiktaş’ın özüne
dönmesi ve bu lüks sarhoşluğundan kurtulması şarttır. Hepsi bu!
Robinho
(ve muadilleri) şımarıklığıyla sübliminal yağlar dökülen, kir ve leke tutmuş koltuklara
demek ki bir kadın eli değmesi gerekiyormuş.
Sn.
Demirören’in tam arzuladığı gibi oldu mu bilmem ama dün gece o tribünler
tertemizdi.
Yakup Sabri İNANKUR
2 Şubat 2012 Perşembe
Öldürmenin Dayanılmaz Sabırsızlığı
İnsanlar birbirini öldürmek için pek çok zahmet çekiyor.
Halbuki biraz beklesek hepimiz öleceğiz zaten.
Milenyum diyerek bir heyecanla başladığımız 21. yüzyılda da,
Müslüman coğrafyalarda sabırsız bir zahmet! bu zamana kadar süregeldi. Batıdan
esen bahar rüzgârlarının közde bekleyen eski kinleri korlamasının payı da en az
paydadaki geri kalmışlık (ya da geri bırakılmışlık) kadar büyük.
Futbol ve politika arasındaki bitmez (ve bitmeyecek) kirli
bir tangonun yeni bir versiyonu sahnelendi Mısır’da.
El Mesri’nin, El Ehli’yi 3-1 mağlup ettiği maçtan sonra El
Ehli seyircileri, El Mesri tribünlerine akarak futbol tarihinin en büyük bataklıklarından
birini bıraktılar sahaya…
Şu ana
kadar 76 ölü 1000’den fazla yaralı var.
Başkent
Kahire'den 200 kilometre uzaklıktaki Port Said'de maç sonrasında çıkan
olayların önceden planlandığını gösteren birçok ipucu var. Mısır Sağlık Bakanı
yardımcısı Hisham Şeyha çoğu yakalıdaki kesiklerin, saldırının önceden
planlanmış olabileceğini gösterdiğini ima etti. Saldırıyı Mısır futbolunun en
büyük felaketi olarak gördüğünü söyleyen Şeyha, ölenlerin birçoğunun izdihamda
ezilerek yaşamını yitirdiğini belirtti.
Politik
bir çapanoğlu mevcut görünüyor. Bazı gruplar bunun bilerek “polise ihtiyaç
duyulduğunun kanıtı” için bizzat polis tarafından örgütlendiğini söylerken, bazıları
da katliamın sorumluluğu orduya atıp, nihai amacın “polisi etkisiz göstermek”
olduğunu ileri sürüyorlar. Mısır'ın en büyük siyasi oluşumlarından olan
Müslüman Kardeşler Örgütü ise yaşanan katliamdan hem polisi ve hem orduyu sorumlu tutuyor. Onlara göre polis ve asker ülkede bir güvenlik boşluğu olduğunu kanıtlamak
için bilerek müdahalede “gecikmişler”, hatta izin vermişler.
İddiaların etrafında döndüğü noktalardan biri de;
Ultras oluşum liderlerinin satın alındığı, tribünlerin; artık takım ya da ülke
çıkarlarına değil, şahsi çıkarlara doğru dalgalandırıldığı bilgisi. Eğer
öyleyse derim ki, El Ehli’den menfaat bekleyen annesinden cilve beklesin.
Çoğumuz insanoğlunun barış içinde yaşayacağı günler
olmayacağına inanıyor. Ben bu kadar umutsuz değilim. Eminim birgün savaşacak
kimsemiz kalmadığında savaşlar son bulacak. “Sabırsızca” o günlere
yaklaşıyoruz.
Yakup Sabri İNANKUR
Konular
el ehli-el mesri,
Futbolda Trajedi,
Mısır,
yakup sabri inankur
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)