90’larda orta halli insanları
izledik. Bizimkiler’le, Mahallenin Muhtarları’yla, Ferhunde Hanımlar’la
kahvaltı yaptık, sohbet ettik. 2000’lerde muazzam bir zenginlik vardı. Asmalı
Konak, Lale Devri, Yer Gök Aşk bizim Dallaslar’ımızdı. Komedi dizileri bile
belli bir gelir seviyesinin üzerindeydi. Çocuklar duymasın, Avrupa Yakası... En
son prime time’ın sultanı Muhteşem Yüzyıl oldu ki; topyekûn en zengin olduğumuz
dönemdi. İhtişam paçalarımızdan akıyordu. Bu durumda soru hep şudur; Kitlesel
uyuşturucu araçları bileşimlerini toplumdan mı alıyor yoksa topluma mı
pompalar? İkisi de. Metronom gibi. Sarkaç sağa yattığında, zemberek sola
çağırıyor, sola yattığında sağa. Bilinçaltımıza sızan ortak bir ritim, düşüncelerimize
yön veriyor. Belki de Behzat Ç. bu nedenle bu kadar ilgi çekti. Şaşaa ile
uyuşan bir toplumdan sıkılan bizim gibi sıradan insanların sıradan mutsuzlukları,
ağaların, sultanların ekstrem mutsuzluklarından daha önemli geldi.
Kulüplerimizin ve tribünlerin değişerek
aynı ritimde sallanması şaşırtmadı. Üzdü ama. 1 simit ile maça giren, bilet
parası çıkışmazsa o simidi de almayan taraftarın yerini localar, parası maça
yetmediği için stada üzgün bakanlara cebinden çıkarıp para veren abilerin
yerini; forma, kombine al(a)mayanın taraftar olmadığı hükmünü veren amigolar
aldı. Rakip takımların bile saygı duyduğu tribün liderlerinin yerini, reklam yıldızlığı,
televizyon yorumculuğu, köşe yazarlığı gibi popüler meslekleri aynı anda
yapabilen taraftar gruplarının liderleri aldı. Bu esnada Ortegalar, Elanolar,
Quaresmalar gelmeye başladı. Yetmedi Ronaldinho’yu, Robinho’yu istedik. Rakamlar
konuşulmaya başlandı. Konuşuldukça sayılar önemli olmaya başladı. Tabelada
dilediği sayıları göremeyince sırtını sahaya dönenlerin, sahaya ağlamaklı
gözlerle bakanların ama kalp kırmayanların yerini, koltukları kırıp sahaya atanlar
aldı. Bırak rakibi, kendi oyuncusuna, hocasına koro halinde küfretmek caiz oldu.
Küfrü hakediyorlardı, çünkü para veriyoruz, hem de çok para veriyoruz. Karşılığını
da istiyoruz. Takım sevgisini alışveriş
konusu yapıyoruz ve hala takım ruhundan bahsediyoruz.
Parayı, zenginliği, ihtişamı
izliyoruz ama kendimizi pek gördüğümüz söylenemez.
İlk tribünden izlediğim maçta Feyyaz
gol atınca binler gibi ben de ayağa kalkmıştım “gol” diyerek. Ancak sesim öyle
ince çıkmıştı ki, bir anda sustum. Utanmıştım. Sonra ciğerlerimi şöyle iyice
doldurarak, gırtlağımı büzerek bir daha bağırdım, daha bir bağırdım. Aman Allah’ım,
felaket! Sesim inceydi. 8 yaşında olmaktan nefret ettim. Beşiktaş’a sağlam
destek vermek için acil büyümem lazımdı! Aynı maçta Feyyaz penaltı kaçırdı ve
ardından Beşiktaş gol yedi, maç öylece bitti. Sessizce evlere dağılıyordu
insanlar. Yarım saat evvel bas baritondan fırlayan oktavlar; ince, narin, nazenin
olmuştu. Taraftarlar fısıltıyla konuşuyorlardı, sanki Beşiktaş duymasın,
üzülmesin diye…
30 sene o tribünde oturarak maçını
izleyen, galibiyette mutluluktan, mağlubiyette üzüntüden sessiz sessiz
ağlayanlar vardı. Onların sesleri inceydi. Şimdi en kalın sesi kim çıkaracak
şampiyonaları yapılıyor. Taraftarlığı sadece desibele indirgediler, o güzelim
amcalar da çektiler gittiler, sessizce…
Dün itibariyle o eski Beşiktaş’ın,
daha doğrusu Beşiktaş’ın
geleneklerinden filizlenen bir çiçek açtı yeni
Beşiktaş’ın çölleşmeye başlayan geleceğine. Böyle bir ortamda, böyle bir
dönemde, sözleşmeyi sadece imzasıyla doldurdu. Sayılar O’nu ilgilendirmedi.
Beşiktaşlı’nın derdi sayılar olmazdı.
Samet Aybaba’nın Beşiktaş’a bir kaç beden
küçük geldiği tezini ortaya atanların hesap makineleri, bu düşünce yapısının Beşiktaş
kültür ve geleneklerinin kaç beden altında kaldığını hesaplıyor mu? 2000’lerin
zengin çocuğu 580 milyon liralık borç dağını kulübün sırtına yüklerken Beşiktaş’ın
kaç beden zayıfladığını hesaplamışlar mıydı?
Son 8 yılda lüks sarhoşluğuna, şımarıklığa feda edilen
Beşiktaş, bugün kendini Beşiktaş’a feda etmeye hazırlananlara kucak açıyor.
Kendine gelebilmek için, Beşiktaş kalabilmek için.
8 yıldır lüks bir dizi idi Beşiktaş. Kavgası, şaşaası ve
tabii ki reytingi bol, huzuru, özgünlüğü ve tabii ki samimiyeti azdı.
Beşiktaş kendine gelebilmek için FEDA
derken, Samet Aybaba hoca olduğu müddetçe maçlara gelmeyeceğini söyleyenler zaten
FEDA’yı hiç anlamamışlardır.
Beşiktaş’ı da…
“Zap yapıp zengin temalı başka bir dizi bulabilirler. Beşiktaş için
sakıncası yok” dedi (31 yaşında ve hâlâ) ince bir sesle.
Yakup Sabri İNANKUR