Taksiye havaalanından binerseniz taksimetrenin kırmızı rakamları Vlad Tepeş’in kazıkları kadar büyük ve sivridir. Geri kalan herşey ucuzdur. Güzel şehirdir Bükreş. Doğunun Paris’i denir. Batının Paris’ini görmediğimden bu kıyaslama için yorumum yok. Ancak Paris’te bu kadar güzel kadın olmadığına eminim. Tabii en güzeliyle evli olduğum (ve Türkçe bildiği, burayı da okuduğu için) bu konu çok da ilgimi çekmiyor.
Tuna nehri akmam diye bağırır kışın. Bükreş’e belinden dolanan kolu Dâmboviţa da bu emre uyar. Buzların üstünde kayak yapan, sortiler atan martıları izlerken yaslandığınız yahut oturduğunuz köprünün duvarında göreceğiniz “Beşiktaş” yazısı eksi 20 dereceye isyan edip içinizi ısıtabilir yine de…
Odeon Tiyatrosu’nun önünde Atatürk ile karşılaşmak kasvetinizi alır. Büstün hemen altında Rumence “Yurtta barış dünyada barış”ı telaffuz etmeye çalışırsınız, Türkçesi’ni görünceye kadar.
Şehir koca bir denizmiş gibi, gökyüzünün tüm griliğini bedenine yansıtır. Bu gri denizin dalgaları insanı yutan ama şaşırtıcı şekilde boğmayan dev binalardır. Bükreş’te herşey devdir: Yollar, meydanlar, parlemento binası, yoksulluk, eğlence, Türk Şehitliği, saygı, parklar, ağaçlar, ıslak köpekler, müzeler, hayaller, Arena Naţională Stadyumu ve dün gece Radamel Falcao.
Bitiricilik; golün bittiği noktada başlıyor. Golü başlatan ise soğukkanlılık, pozisyon zekası, çeviklik ve katil içgüdüsü. Geçenlerde verdiği bir röportajda şöyle diyordu bu karizmatik isimli Kolombiyalı: “Babam her zaman uzak köşeye nişan almamı söylerdi. Bunu ilk kez yaptığımda çok mutlu olmuştu. Şimdi her zaman onu mutlu etmeye çalışıyorum”
İnsanın ruhuna çocukken atılan imzalar, ömür boyu sürecek sözleşmelerin garantisidir. Büyüdükçe ve çetinleştikçe; karakter / alışkanlık / refleks olarak kendi eserine acı, tuzlu bazen de tatlı estetikler katar. Falcao da kendi hikayesini ayağıyla yazanlardan. Azınlığın sahip olduğu doğru bir babanın güzel imzasını taşıyarak devleşen şanslı çocuklardan.
Madrid öne geçtiğinde tehlikeli takım. Geriye çekiliyorlar ve kontra atak silahını durduramıyorsunuz. Rakip savunmanın en dengesiz yerini eşeliyor ve gollerini oluğa akıtıyorlar. Beşiktaş’ın da (aynı skorla) tecrübe ettiği gibi. Beşiktaş’ın sol tarafındaydı bu delik. Bilbao ise göbekte zayıf kaldı. Hücumda, Suseata ve Muniain’in delici koşuları Gabi gümrüğünü geçmekte zaman zaman başarılı oldularsa da top bir şekilde Marcos’un ya da Llorente’nin istediği noktada durmadı. Top kontrolünde çıkan bu santimlik uygunsuzluğu Madridliler affetmedi. Boşlukları kapattılar ve çoğunlukla vuruş açısı vermediler. Bask ulusunun hayalleri sağolsun. Bu sezonun sempati şampiyonu oldular. Dolayısıyla futbolseverin empatileri de onlarlaydı. Gencecik Muniain çimlere yatıp ağlarken hepimizin içi burkuldu. Tribünde ve San Mames’deki binler de oyunculara katıldı. Futbolu ve takımını sevenler tribünde ağlayanlardır. 2 hafta sonra Kral Kupası’nda gönlüm onlarla. Real Madrid ve Barselona ile birlikte ligden hiç düşmemiş 3 takımda biri olan bu gururlu ve kadim takım bu sezon bir kupayı hakediyor.
Madrid’in en çalışkan isimlerinden biri de dün gece Arda Turan’dı. Simeone 93. dakikada onu kenara alırken taraftarına alkışlatma onurunu bahşetti ona. Bütün sezonu 3.5 top çalma, 2.2 pas kesme gibi iyi bir savunma ortalamasıyla bitiren Turan hücumda maç başına 35 pas ile oynuyor. Bunlardan 1’i (key pass) takımını gol pozisyonuna sokuyor. Dün 34. dakikada Falcao’ya olduğu gibi. Bütün bu sayıları biriktirdi Arda ve çocukluk hayalini gerçekleştirdi. Hagi gibi aşırtma yaptı, Bülent gibi kanadı ve UEFA Kupası’nı kazandı. Pubisiyle, Galatasaraylılığıyla, sevgilisiyle uğraşanlara karşı devrilmedi, işini yaptı rakiplerini devirdi ve devleşti.
Yakup Sabri İNANKUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder