18 Aralık 2010 Cumartesi
Bir Beşiktaş-D.Kiev yorumu
14 Aralık 2010 Salı
Hamamda Eşcinsellik Olmaz!
10 Aralık 2010 Cuma
Absolutely Rapes Him!
9 Aralık 2010 Perşembe
Teknik Direktörleri Kim Gönderiyor?
8 Aralık 2010 Çarşamba
Fiorentina 1992-93
O sezon ki kadroda dikkat çeken isimler var; Daniele Carnasciali, Massimo Orlando, Stefan Effenberg, Brian Laudrup, Fabrizio Di Mauro, Francesco Baiano ve Gabriel Omar Batistuta.
Zaten bu kadro o sezon İtalya Kupası'nda final oynamıştı. Olimpico'da 4-0 geriye düştüğü ilk maçta 79 ve 82. dakikalarda attığı 2 golle, Artemio Franchi'ye umutlu dönmüştü. Ancak 1-1 biten ikinci maç sonrası kupanın Roma'nın olmuştu.
Ancak asıl hayalkırıklığı ligde yaşandı. Fiorentina o sezon küme düştü. Aslında ligin ilk yarısında hiç de kötü sonuçlar almamış. Juventus'u Roma'yı yenmiş, Parma ve Inter deplasmanlarında 1 puanla dönmüş, Ancona karşısında 7-1 lik flaş bir galibiyet var. Peki neden düştü Mor Menekşeler?
Vittorio Cecchi Gori, Bizim 3 büyük başkanın kesişim kümesi gibi bir "futbol adamı". Zaten bildiğimiz üzere hikaye Fiori'nin iflas etmesi ve 3. kümeye sürülmesi ile hazin bir şekilde bitti. 1992-93 sezonunda ise 14. haftada Atalanta Fiorentina'yı 1-0 yenince (ki bu maçtan 2 hafta önce Juventus'u yenmiş, 1 hafta önce de Parma deplasmanında 1 puanla dönmüş bir takım var, ha unutmadan takım 6. sırada bu esnada), Başkan Cecchi Gori, Luigi Radice'nin yerine, Aldo Algroppi'yi getiriyor. Algroppi 6 hafta takımın başında kalabiliyor, 21. hafta Fiorentina'nın yeni teknik direktörleri Luciano Chiarugi-Giancarlo Antognoni ikilisi.
Böylece son haftaya Fiorentina düşme potasında giriyor ve son maçlar tamamlandığında sadece 1 gol averajla düşüyor. Trajik olan bu 1 gol farktan ziyade son maçta olanlar. Fiorentina, Foggia'yı 6-2 yenmiş. 4 gol fark var. Yediği 2 golün dakikaları 83 ve 85. Bu sırada Fiorentina ile birlikte düşmeme mücadelesi veren Udinese Roma ile 1-1 berabere kalıyor. Roma'nın yıldızı Carnevale'nin attığı (Fiorililere göre) buz gibi gol verilmeyince, son 10 dakikada yaşanan olaylar dizisi küme düşürüyor Fiorentina'yı.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Beşiktaş'ı Kimler Destekler?
Ellerindeki “All of us are Mustafa Kemal Atatürk” pankartlarıyla tek tek dünyaya, tüm tribünü kaplayan “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” bayrağıyla bütün olarak, içeridekilere meydan okurlar.
Ve bu heyecan, bu coşku sizin de yüreğinize bir zaman akmış olabilir. Beşiktaşlı olmasanız da Liverpool maçında Atatürk olmuş olabilirsiniz, atılan goller de anılan şehitler sizi de duygulandırmış olabilir. Nükleer Santrallere siz de karşı olabilirsiniz ve dünya, terbiyesiz kalemlerden çıkan çamurlu karikatürleri tartışırken o tribünlerde “Muhtaç Olunan, Özlemi Duyulan” yazısını gördüğünüzde son peygamberi anmış olabilirsiniz, belki inanmamanıza rağmen...
Belki Diyarbakırspolulara siz de çiçek verdiniz, istememenize rağmen.
Belki Rıdvan’ı, Feyyaz’ı, Müjdat’ı, Rıza’yı aynı kareye koyup saygıyla eğildiniz, anlamayacaklarını bilmenize rağmen.
Belki Muhsin Ertuğruldunuz, hiç tiyatroya gitmemenize rağmen.
Ya da belki Türkan Saylandınız, görmemenize (gösterilmemesine) rağmen.
Michael Jackson oldunuz, Bülent Ecevit oldunuz, Eto’o oldunuz...Tanımadınız, hazzetmediniz, umursamadınız ama mutlaka hayatınızın bir döneminde oldunuz.
“Ermeni köpekler Beşiktaş’ı destekler” çığlıklarınız ne Ermenileri küçük düşürdü, ne de Beşiktaşlılığı aşağıladı. Küçük düşürdüğünüz kendinizdi, aşağıladığınız kişiliğiniz.
Beşiktaş yönetiminin olumlu –ve doğru- bir adım atarak kapılarını açmasının karşılığı bu olmamalıydı.
Ligimizde futbol oynamaya çalışan 4 takımdan ikisi böyle bir ortamda her zaman yaptıkları işi yapmaya çalışarak alkışı hakettiler. Ancak aradaki farkı daha çok isteyen belirledi. Top Bursaspor fileleri ile buluşmadan 1 dakika önce atılan uzun topu kapan Ersan Gülüm ileri çıktı. 20 metrelik depardan sonra araya oynamak istedi top Bursasporlu savunma oyuncusu tarafından kesildi, biraz ayağından açıldı, Ersan gitti pres yaptı, Bursasporlu oyuncu topu sol tarafındaki arkadaşına aktardı. Ersan oraya koştu kayarak müdahale de bulundu. Top başka bir Bursasporlu’nun önünde kaldı. O pasını arkadaşına aktarmaya çalıştı. Pası alan Bursasporlu’ya Aurelio pres yaptı, Aurelio rakibini bozmasına rağmen top rakibinin önünde kaldı. Aurelio vücudunu topa doğru atarak rakibinden önce topa müdahale etti, top Hilbert’e geldi. Bu sırada Holosko ceza sahasının içine koşuya başladı, Hilbert bekletmeden topu Holosko’nun koşu yoluna attı. Holosko vurulacak en mantıklı yere vurdu.
Golden önce tam 4 kez kaptırdığı topu, yeniden kazandı Beşiktaş. Schuster’in maçtan sonra “siyah-beyaz bir kalple oynadık” açıklaması da bunu işaret ediyordu. Beşiktaş dün camia olarak hazırdı ve rakibinden daha çok istiyordu. 1 hafta içinde Galatasaray ve CSKA’nın ardından güçlü Bursa’yı da bu kadar eksikle deviren bir takım varsa sahada henüz 5. ayını henüz dolduran teknik direktörün başarılı olduğu da açıktır. Bu geçici dönemin ardından sakatların dönmesi ve ara transferde yapılacak 2 nokta takviye ile, oyunu önde kuran ve topu ayağında tutan Schuster felsefeli Beşiktaş, mücadele ettiği tüm kupalarda cemreleri teker teker görecektir, nisan yağmurlarını da umarak...
Ülkesini en çok seven işini en iyi, en yürekten yapandır.
Dün de taraftarları, futbolcuları, işini daha iyi, daha yürekten yapan Beşiktaş, maçı kazandı.
5 Aralık 2010 Pazar
Şampiyon Malmö!
3 Aralık 2010 Cuma
2 Aralık 2010 Perşembe
Neden İtalya'da Grev Var?
Neden İtalya'da Grev Var?
Ya da bizde neden yok?
Aslında İtalya'da futbolcuların grev kararı nedeniyle maçların oynanmaması daha önce sadece bir kez 17 Mart 1996'da yaşanmıştı. O tarihte de toplu sözleşme konusundaki anlaşmazlık, oyuncuların grev kararıyla sonuçlanmıştı.
İtalya'da da aynı bizde olduğu gibi Kulüpler Birliği mevcut. Bunun yanısıra bir de Serie A'da top koşturan futbolcuların oluşturduğu Futbolcular Birliği (AIC) var. AIC bir çeşit sendika gibi. AIC kulüplerden şunları istiyor:
-Sözleşmelerden "Takımda istenmeyen oyuncunun takımla antrenmana çıkmaması" maddesinin çıkartılması
-Oyuncunun istemediği bir takıma transfer edilmesi veya gönderilmesi konusu. Kısaca oyuncunun rızasının olmadığı transferin gerçekleşmemesi
-Kulüpler Birliği, teknik direktörün oyuncuları farklı gruplara ayırmasının, buna göre çalıştırmasının doğal bir hak olduğunu savunuyor. Buna itiraz eden AIC ise oyuncular arasında hiçbir surette ayrıma gidilmemesini, antrenmanların beraberce yapılmasını istiyor.
-Kulüpler Birliği, bir oyuncuya aynı düzeydeki bir kulüpten teklif geldiğinde ve kendisine aynı maaş garanti edildiğinde futbolcunun transfere itiraz hakkının olmaması gerektiğini savunuyor. AİC ise oyuncular açısından zorunlu transferin kabul edilebilir bir şey olmadığını belirtiyor.
-Oyuncuların kadro dışı bırakılmaları konusunda daha üst bir kurumun karar mercii olması
Yukarıdaki maddelerden, kim haklı kim haksız sorusunun cevabı büyük bir netlik kazanmaz. AIC, antremanlarda ayrım yapılmamasını, antremanların beraberce yapılmasını istiyor. Haklılar; böylece sadece hoca, ya da başkan gibi "futbolcu üstlerinin" kişisel nedenlerle oyuncuyu takımdan soğutması ve göndermesinin önüne geçilmeye çalışıyor. Diğer taraftan her oyuncunun her özelliği aynı olmadığı için, standart bir teknik direktörün, oyuncunun eksikliğine göre, kimine hız-çabukluk, kimine taktiksel, kimine de özel görevler vereceği antremanlar olması da gayet doğaldır.
Dolayısıyla burada sorguladığım safi hakkın kendisidir. Hak aramadır. Bizde, yukarıda sıralanan madde konuları çok mu adil ki sorgulanmıyor? Ya da oyuncuların şartları İtalya'dan çok mu üstün de oyuncuların böyle bir birliği yok?
2-3 ay önce, İngiltere'de 3,290 sterlin olan yüksek öğrenim harçları, 2012'den itibaren yıllık 9 bin sterline kadar yükseltilecek haberinden sonra İngilizler sokaklara döküldü. Son 1 ayda 3 büyük gösteri yapıldı.
Biz, öğrenci harçlarının, eğitim hakkının, öğretmen atama(ma)larının, Tekel İşçileri’nin, Tuzla Tershanesi’nin, günlük çalışma saatlerinin çok daha fazlasını mesaisiz çalışanların durumu için en son ne zaman kıpırdadık? Ne kadar kıpırdadık? Ne kadar kıpırdamamıza izin verildi?
Futbolun dışına taşırmadan konuyu bağlayalım. Hani bazen diyoruz ya “hakem golümüzü yedi, penaltımızı vermedi, ofsayttı o”. Kendi takımının lehine olan hataları bile bile kazanılan zaferlere makyavelist kahkahalar atanların, sistem aleyhine döndüğünde akıttığı gözyaşları timsahları kıskandırır, ancak...
Kısaca bir ülkede ne kadar adalet varsa, futbolunda da o kadar adalet vardır. AIC ya da kulüpler değildir önemli olan. Önemli olan hakkını aramadır, iki taraf için de.
Ve hakkını aramak ağlamak değildir, aptallaşmayı red etmektir.