24 Ekim 2012 Çarşamba

Tıpkı 80’lerdeki Gibi

Futbolumuz hakikaten 80’ler dönemine döndü. Geriledi. Futbol aşığı Türkiye ulusal takım bazında da, kulüpler bazında da batıda boynu bükük. Avrupa’nın çok da matah olmayan takımları sırf sistemli oluşları ve temel futbol bilgi / kültür / mental yapısına sahip oldukları için bizi tuş ediyorlar. Mücadele, şanssızlık, hakem yeniden futbol sözlüğümüzün ilk 3 sayfasını kapladı.Tıpkı 80’lerdeki gibi. Kaybediyoruz ve küçülüyoruz.

Yenilir ama ezilmediğimiz o dönemlerde, hava biraz bozdu mu, yağmur hafif çiseledi mi, orta saha bataklık, kale önleri ise penaltı noktası en geniş yeri olmak üzere yuvarlak bir balçık havuzuna dönerdi. Karambollerde bacaklar, kafalar, çamurlar havada uçuşurdu. Teknik-taktik hak getire. 

Tanıdığım en güzel Süleyman olan Seba’nın “Öyle bir takım kurmalıyız ki rakibi de hakemi de sahayı da yenecek” diyerek, sahayı da aşılması gereken engeller listesine eklemesi, diğer ikisi kadar çetin sayması tevekkeli değildi.

Biz bile eski maçlara dalarken garipsiyoruz o sahaları, “imkânsızlıkları”, eminim genç kardeşlerimize garip ve (muhtemelen) komik geliyordur.

Bugün 2012 yılında aynı manzarayı görmemizden daha garip ve komik olamaz yine de. Üstelik de teknoloji harikası bir statta. Yazın Avrupa Şampiyonası’nda Ukrayna-Fransa maçını hatırlıyoruz. Göğün kapıları açılmıştı. Yarım saat süren yağmur kesildikten 15 dakika sonra sahada akan tek şey Ribery’nin sprintleriydi. Yer tüm suyu yutmuştu. 1 Donbass Arena’nın da 4 TTArena yapacak para ve emek yuttuğunun farkındayım. Çevre düzeni, ulaşım, tasarım ve mühendislik “lüksleri” haricinde temel “lüksleri” için bir referans noktası görebilirim yine de. Tabii bunun ekonomik getiri-götürülerini de.

Tumturaklı bir drenaj sisteminin değeri 250.000 avro, şampiyonlar liginde 3 puanın değeri 1.000.000 avro, sakatlanan oyuncuların değeri 5 milyon avro. Tamam, böyle bir yağmur, böyle bir maça belki 3 belki 5 yılda bir denk gelir ancak kaçınılan maliyet, yılların birikiminden daha fazlasına mâl oluyor işte. 

Maçı Fatih Terim özetlemiş zaten; “Sudan kafamızı çıkaramadık ki, ne futbolu?” 

Yağmur coştu, gol yanlış kaleye atıldı, penaltı kaçtı, ara pasları ya çamura takıldı, ya sudan kaydı, golcüler ağları yandan sarstı…

Bazen olmaz. Sadece olmaz. Açıklaması, tanımlaması, kıstasları yoktur. Öyledir. Evrenin tüm hep yekleri bir futbol sahasına düşer. Ayakları düğümler, kafaları öne eğer. Sonuç eşittir “ve” adil değildir.

Tıpkı 80’lerdeki gibi.

Yakup Sabri İNANKUR

17 Ekim 2012 Çarşamba

Sergen Yalçın Kimdir?

O’nun ne zaman oynayacağını, yani döktüreceğini bilirdim. Hiç bir zaman gözü parada ya da kariyerde değildi. Tutunacağı bir heyecan arıyordu. O yüzden bilirdim işte ne zaman oynayacağını. Önemli bir Avrupa maçıysa, yüzüm gülerdi. Onu sahada soğuk ve umursamaz bir tavırla görürsem anlardım ki resital gelecek. 100. Yılda gerekirse tek başına Beşiktaş’ı şampiyon yapacağına emindim, “öyle” bir final yapacağına da… Tarihsel dönemler, anıtsal maçlardı O’nun “kafasını futbola verdiren, canını isteten” Sıradan motivasyonlar / hedefler / takımlar, sıradanlar içindi O’na gore. O kutsal anların peşindeydi.

Reha Erus, bir İtalyan gazeteci arkadaşıyla Beşiktaş maçında denk gelmiş ve “işte bizim Baggio” diye övmüş. Adam nezaketen gülümsemiş, dudak bükmüş. Önce 27 metreden hafif sağ çaprazdan bir frikiği filelere takınca inanmış bizimkinin Baggioluğuna. 5 dakika sonra 5 metre geriden ve daha sağdan bir frikik daha gönderince 90’a İtalyan ayağa fırlamış “Baggio bile aynı yerden 2 kez atamaz!” diye. Aynı yerden değildi zaten ikincisi daha zordu! Hiç unutmam o maçı. Liderlik getiren bir Gaziantepspor maçıydı. Sergen örümcek ağlarını iyice temizleyip galibiyeti perçinlemişti. Maçın sonuna doğru taç atmaya gitti. Çizgide topu kafasına koyuyor, top kafasının yanından omzuna oradan da eline düşüyordu. O, elindeki topu tekrar alıp kafasına koyuyor ve top tekrar düşüyordu. Bu “zaman geçirmeye” hakem sarı kartı gösterdi tabii. Ve bu ikinci sarı karttı. İtalyan haklıydı Baggio değildi O, O Sergen’di…

Altyapı ordinaryüsü Serpil Hamdi Tüzün Hoca iyi bir futbolcunun 2-3 hamle sonrasını hesap edebildiğini, 5-6 hamle sonrasını düşünerek oynayan oyuncunun (o dönem için) Zidane olduğunu, Sergen’in 7-8 hamle sonrasını öngörebildiği anlatıyordu. Sergen ise kendini eleştiren Beşiktaş yöneticisi 60 yaşındaki Uğur Ekşioğlu’na “Formayı ona vereyim, o çıksın sahaya” dediği için Süleyman Seba’nın olduğu yerde barınmasını imkânsız kılıyordu. Zidane değildi O, O Sergen’di…

O, Giggs’in deparını milimetrik bir pasla taçlandırmalıydı, Bergkamp’ın ayak içi servislerini kutsamalı, Suker’in çapraz koşularına sanat katmalıydı. Baggio ile yanyana oynar mıydı tartışması yaptırmalıydı İtalyan basınına. Ronaldo Compostela’ya attığı tarihi golden sonra Sergen ile kucaklaşmalıydı. Yapmadı. İstemedi. Televole’de “ben adam olmaaam” diye şarkı söyledi. Rivaldo değildi, Scholes değildi, Mijatoviç değildi O, O Sergen’di. Hevesimizi kursağımızda bıraktı, ağzımıza bir parmak bal çaldı ve gitti.

Sergen Yalçın kimdir? Çok uzun cümlelere gerek yok aslında 2 kısa video yeter. Muhteşem!

Efsane Almanya performansı


Almanya maçı sonrası

4 Ekim 2012 Perşembe

Del Pieromania - 2012 Avustralya


"Oğluma söz verdim ‘Bak Tobias, Avustralya’ya 1 sene için gidiyoruz, orada sadece kangurular için özel bir hayvanat bahçesi var. Onları görmek ister misin?’ Gülümsedi ve tamam dedi. Transferin bittiği an o andı."
 
Alessandro Del Piero yeni kulübü Sydney FC ile ilk maçında bu Pazar Wellington Phoenix’in karşısına çıkacak. Rakip Phoenix'in Genel Menajeri David Dome normalin 10 katı bilet satıldığını belirterek Del Piero’yu kocaman bir hoşgeldin partisinin beklediğini söyledi.
 
Benim bildiğim Del Piero sezonu gol kralı olarak tamamlar. Geldiği gibi hoş gider, arkasında boşluk bırakır.

Yakup Sabri INANKUR

2 Ekim 2012 Salı

Bir Kaç Iyi Adam

Çiçeği kucağında teknik direktör Mircea Lucescu uçakta verdiği ilk röportajda Beşiktaş'ı 4-4-2 oynatacağını açıklamıştı. Yeni sezona dair ilk hazırlık maçı için Yunanistan’a giden 100. Yıl Kartal’ı 1 Agustos 2002’de Nikos Goumas Stadı’nda AEK önündeydi. Maç başladıktan 35 dakika sonra tabelada AEK:5 Beşiktaş:0 yazıyordu. Lucescu’nun hükmü ilk maçın ilk yarısını bile kaldıramamıştı. Savunma 4’lüsü Ali Eren-Zago-Ronaldo-Serdar arkalarına atılan her topa dönene / yetişene kadar Cordoba topları fileden çıkartıyordu. Önde ve seri paslarla oynamak isteyen takımların geri 4’ lüsü hızlı olmalıydı. Lucescu hemen Ahmet Yıldırım’ı geriye monte ederek merkez savunmacı sayısını 3’ledi. Yüksek pas isabeti olan Ahmet ve Zago takımın hücum başlangıcı olurken, Ronaldo emniyet subabı olarak arkayı toplamakla meşguldü. Böylece Beşiktaş 3-5-2 dizilen yavaş ama dikkatli hücum yapan, rakip sahaya komple yerleşen, ribaund toplayan ve rakibi boğan bir felsefeyle şampiyon oldu, UEFA Kupası’nda çeyrek final oynadı.
 
10 sene öncesini anmamın sebebi hem Beşiktaş'ın adam gibi top oynadığı son sezon olması, hem de taktiksel anlamda çıkarılacak önemli dersler bulunmasından mütevellit. Amaç önde / baskın oynamaksa ve 4’lü savunma ise idealiniz, bunu yavaş oyuncularla yapmanız mümkün değil. Her maç bol gol yeme olasılığı artar ve her zaman yediğinizden daha fazlasını atmanız mümkün olmayabilir. Hatta 4’lü savunma bazen tek yavaş oyuncuyu bile kaldıramayabiliyor. Geçen hafta Old Trafford’da dünyaca ünlü stoper Rio Ferdinand’ın dramına şahit olduk

 
Tozu dumana katan Bale, tozu yutan Ferdinand. Ferdinand’ın arkası boş zira o ‘alan’ komple kendisine tapulu. Beşiktaş geri dörtlüsünün bekleri Hilbert-Uğur standart, stoperleri Escude, Toraman (ve dahi Sivok ve Ersan) ağır oyuncular. Aatıf’ın 45 metrelik deparını topsuz koşuyla dahi kapatabilecek çevikliğe sahip değiller. Daha farklı bir diziliş denenemez mi? 3-5-2’li güzel günler yad edilse iyi olmaz mı? Samet Hoca da böyle bir arayış içerisinde sanırım. Son 25 dakika 4-4-2’ye dönme çabası olumlu. Bununla birlikte, ileride 2 uzuna bel bağlayan 1980 model Ingiliz oyunu; kenar çizgide hızlı, yetenekli, adam eksilten oyuncuyu şart koşar. Böyle bir oyuncu kadroda olmadığı (!) için Almeida sol forvete, Batuhan merkeze kaydı. Diziliş degişmedi ve Ibrahim Toraman-Hasan Türk’ün yüksek toplarından umulan medet ya taçta ya da Sivas kalecisi Borjan’ın parmaklarında eridi gitti. Aybaba da maçtan sonra ‘Kaliteli isimlerin hep iyi oynaması gerekiyor, onlar iyi oynamayınca işimiz zor’ itirafını yaptı zaten. ‘Kaliteli isim’ derken teknik kapasitesi yüksek bireysel yeteneklerden bahsediyordu. Beşiktaş takımında bu tarz oyuncu sayısı az. Nene’nin parmaklarımızın ucundan kayıp gitmesi kötü oldu. Bu yüzden kulübün elindeki bir kaç iyi adamı da dışlaması değil değerlendirmesi, hatalarıyla-sevaplarıyla kazanması mecburiyet. Devre arasında iyi adam popülasyonunu arttıran transferler Beşiktaş'ı yukarıda tutabilir. Diyor ki futbol filozofu Bill Shankly; ‘Futbol takımı piyano gibidir. 8 kişi onu taşır ve 3 kişi o lanet şeyi çalar’. Maalesef Manuel Fernandes’in yanına bir kaç sanatçı daha teşrif etmezse o lanet şeyden çıkan melodi çoğunlukla ‘Aldırma Kartal Aldırma’ olacak.
 
Yakup Sabri INANKUR

1 Ekim 2012 Pazartesi

Alex De Harcandı Bir Çırpıda


Gelmez dediler geldin, şimdi gittiğine inanamıyoruz. En siyah üzüntülerimi en beyaz saygılarımı sunuyorum sana Kaptan.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...