15 dakika bocaladı, sadece 15 dakika. Pozisyon vermiyordu lakin gidemiyordu da. Hatalı pasların, top kaptırmaların en yoğun olduğu zamandı. Fenerbahçe’nin biraz ilhama ihtiyacı vardı. 52.000 ilham perisi hemen devreye girdi.
Taraftar tuttu kollarından takımı Benfica’nın üzerine itti. Yorulmadan, üzülmeden, usanmadan, bıkmadan, kopmadan birleştirdiler seslerini. Penaltı kaçıran Baroni’ye “öf” bile demediler. Tezahürat bir ara öyle bir hale geldi ki; Sanki üzerinde sarı-lacivert çubuklu formasıyla kocaman bir masal devi Amsterdam’a doğru yürüyor, sağ adımından “vur” sol adımından “kır” gümbürtüsü çıkıyordu. Onun peşi sıra yürüyenlerin içinin de içini, yüreğinin en dibini titretiyordu.
Yağmur gibi ataklar yapılması sorunu çözmüyordu. Gerçek yağmur çözebilir miydi? Göğün kapıları açılsa da bardaktan boşansa diye geçirdim içimden. Toplu bir duş işe yarayabilirdi belki. Sinirle karışık saçmalıyordum zira topun direkle yaşadığı aşk bitmeyecek gibiydi. Sentetik yuvarlağın, üç direğin kenarına, yanına, üzerine, birleşme yerine değil de içine (daha) nasıl gideceği konusunda mantıklı hiç bir açıklamam yoktu. Sprint mesafeleri, top çalma oranları, hücuma çıkma süresi ve gözümün önündeki sağlam Fenerbahçe şablonu, goller atmalı ve kazanmalıydı. Matematik yetmiyordu.
Fenerbahçe baskıyı harladı.
Benfica savunması Webo-Sow-Kuyt’ın terinde boğulmaya, artık nefes alamamaya başladı. Garay-Cardozo arasındaki pas teleferiği kopunca, Benfica orta sahada kümelendi. Bu kırmızı birikintiyi Topal-Meireles-Baroni once kale önüne süpürdüler, Gönül-Ziegler yardımıyla da etrafına çelik tel örgüler çektiler. Fenerbahçe yığıldı. İş göğüs göğüse mücadeleye kaldığında Benfica kalesini koruyan melekler bile yoruldu.
Gol sevincinde Kuyt’un yüzüne baktım. Sıktığı dişlerinin arasına canını, memleketindeki finale aklını takmıştı. 33 yaşındaydı. Tatil için, emeklilik için Türkiye’ye geldiği söylenmişti. Avrupa Ligi yarı finalinde 11 kilometrenin üstünde koşmuştu. Zaten tatili düşleyen arkadaşlarını havuz kenarında güneşi ve rahatıyla arkada bıraktılar. Aykut Hoca zoru istedi. Zoru seçenlerle birlikte ileriye gidebilirdi.
Fenerbahçe uzun zaman sonra ülkede istikrarlı bir takım nasıl olur, neleri başarabilir, sabrın sonu neden selamettir sorularının yanıtını veren bir keyif oldu. 1 ay sonra gömeceğimiz 2012-2013 sezonunu “nasıl bilirdin” diye sorduklarında “Fenerbahçe için başarılı bir sezondu” cevabını şimdiden veririm. “Sonunda ne kazanır” sorusunu ise ben cevaplayamam; Kupa saymayı çocukken bırakmıştım, 3’ün kaçını alacağı cevabını da çocuklara bırakıyorum.
Yakup Sabri İNANKUR
Yakup Sabri İNANKUR